Netanyahu’nun Kuzey Hamlesi: İsrail, Lübnan’dan Ne İstiyor?
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, İsrail tarafından öldürüldü. İsrail Lübnan'a bir kara harekâtı planlıyor. Peki bölgenin geleceği nasıl olacak? İsrail Lübnan'dan ne istiyor? Çatışmanın tarihi ve geleceğe dair tahminleri siyaset bilimci ve uluslararası hukuk uzmanı Büşra Öztürk yazdı.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun dikkatini Lübnan’a yöneltmesiyle, İsrail ile Hizbullah arasındaki uzun süreli çatışmada yeni bir sayfa açılıyor. 7 Ekim 2023’ten beri süregelen Gazze’ye yönelik işgal devam ederken, Netanyahu askerî stratejisini kuzeye kaydırdı ve daha geniş çaplı bir savaş korkusunu yeniden alevlendirdi.
8 Ekim 2023’ten bu yana Hizbullah, Gazze’yi rahatlatmak ve İsrail ordusuna Gazze’ye yönelik saldırganlığını sona erdirmesi için baskı yapmak amacıyla İsrail’deki hedeflere topçu saldırıları düzenliyor. Ancak Silahlı Çatışma Yeri ve Olay Verileri’ne (ACLED) göre o tarihten bu yana saldırıların yüzde 81’i İsrail tarafından gerçekleştirildi. Ayrıca Lübnan-İsrail sınır bölgesindeki ölümlerin yüzde 95’inden de İsrail sorumlu.
Bu gerginlikler arasında şu sorular gündeme geliyor: Bu tırmanış sadece İsrail’in kuzey sınırını korumakla mı ilgili, yoksa daha büyük ve uzun vadeli bir bölgesel stratejinin parçası mı?
Hesaplı Bir Risk mi, Umutsuz Bir Hamle mi?
“Eğer yeterince hızlı olsalardı, onları Hayfa’ya kadar durduramazdık. Bu, Lübnan sınırının yaklaşık 42 kilometre güneyinde.”
İsrailli askerî analist Amos Harel, Haaretz gazetesinde bir İsrail ordu komutanından alıntı yaparak, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) yıllardır süregelen temel kaygısını yansıtıyor: Güney Lübnan’da Hizbullah’ın artan kapasitesi, uzun süredir büyük bir güvenlik tehdidi olarak kabul ediliyor. İran tarafından desteklenen Lübnanlı bir direniş grubu olan Hizbullah, iyi donanımlı Radwan Gücü ve İsrail topraklarının derinlerine ulaşabilen geniş bir füze cephaneliği ile İsrail için ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Neredeyse bir yıldır devam eden saldırılar nedeniyle, Hizbullah’ın Radwan Gücü’nün olası bir saldırı başlatma korkusu, İsrail ordusunun kuzeye üç askerî birlik konuşlandırmasına yol açtı. Netanyahu hükûmeti, Lübnan sınırından üç mil içerisinde yaşayan tüm sakinlerin tahliye edilmesi emrini verdi ve bu insanları devletin karşılayacağı otel ve diğer konaklama yerlerine yerleştirdi. Bu karar, yaklaşık 60.000 İsrailliyi ekonomik bir yük hâline getirerek, sınır bölgesini ilk kez İsrail içinde bir güvenlik tampon bölgesi hâline dönüştürdü. Hizbullah, bu durumu sınırdaki yerleşimlere günlük füze ve roket saldırıları düzenleyerek değerlendirdi ve altyapıya büyük zarar verdi. Örneğin Metula yerleşiminin yüzde 70’i tahrip oldu.
Ancak Eylül 2024’te Tel Aviv, savaşı Lübnan cephesine kaydırmaya karar verdi. 2006’dan beri çatışmaya hazırlanan Hizbullah’a karşı hedefli saldırılar başlattı. İsrail, Beyrut’un güney banliyölerindeki Hizbullah karargahına yönelik bir saldırı düzenleyerek, Genel Sekreter Hasan Nasrallah ve birçok Hizbullah liderini hedef aldı. İsrail, bölgede daha geniş ve potansiyel olarak daha uzun sürecek bir çatışmaya hazırlık yapıyor gibi görünüyordu.
İsrail’in olası hamlelerini anlamak için tarihsel bağlamı hatırlamak ise büyük önem arz ediyor.
1982: İsrail’in Lübnan’a İlk Tam Ölçekli Saldırısı
İsrail’in Lübnan ile düşmanca ilişkileri onlarca yıl boyunca devam etti. 1982 Lübnan Savaşı bu mücadelenin kritik bir dönüm noktası oldu. 6 Haziran 1982’de İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) güney Lübnan’dan çıkarma bahanesiyle, “Barış için Galile Operasyonu” olarak bilinen tam kapsamlı bir istila başlattı. Ancak asıl hedef, Lübnan’da İsrail yanlısı bir rejim kurarak, ülkenin siyasi yapısını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmekti. İsrail kuvvetleri hızla ilerleyerek bir hafta içinde Beyrut’u kuşattı. Savunma Bakanı Ariel Şaron liderliğindeki İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), yalnızca FKÖ mevzilerini değil, aynı zamanda geniş çapta yıkıma ve sivil kayıplara yol açan hava, deniz ve topçu saldırıları başlattı. Çatışma uzadıkça İsrail işgali büyük bir çıkmaza girdi. Bu süre zarfında, İran ve Suriye’den destek alan Hizbullah, İsrail saldırılarına karşı direnen kuvvetli bir güç olarak ortaya çıktı.
1985 yılına gelindiğinde, İsrail kuvvetlerinin çoğunu geri çekti, ancak 2000 yılına kadar güney Lübnan’da “güvenlik bölgesi” olarak adlandırılan bir alanı kontrol etmeye devam etti. Bu istila, Lübnan’da derin izler bırakmış ve Hizbullah’ın İsrail işgaline ve saldırganlığına karşı “Lübnan’ın kararlı savunucusu” olarak rolünü pekiştirmiştir. Bu savaş aynı zamanda, Lübnan’ın siyasi yapısını derinden etkileyerek, Hizbullah’ı Lübnan siyasetinde önemli bir aktör ve ülkenin Şii çıkarlarını koruyan güçlü bir güç hâline getirmiştir. Bugün Hizbullah, Lübnan nüfusunun yaklaşık yüzde 28’ini oluşturan Şii toplumun çoğunluğunu Lübnan parlamentosunda temsil etmektedir.
2006: Stratejik Hataların Çatışması
İsrail’in 1982’de Lübnan’a gerçekleştirdiği işgalin üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra, Hizbullah ile olan çatışma 2006 Lübnan Savaşı olarak bilinen olayla yeniden alevlendi. 12 Temmuz 2006’da Hizbullah, sınır ötesi bir operasyon başlatarak iki İsrail askerini esir aldı ve bu, 34 gün süren bir savaşı tetikledi.
İsrail, güney Lübnan’a yönelik geniş çaplı bir hava bombardımanı ve kara işgali ile karşılık verdi. Buna karşılık Hizbullah, İsrail’in kuzeyine binlerce roket fırlattı. İsrail’in 2006’daki temel hedefi, Hizbullah’ı askerî bir güç olarak ezmek ve onu güney Lübnan’dan çıkarmaktı. Ancak savaş, İsrail’in askerî planlamasındaki önemli zayıflıkları ortaya çıkardı. Yoğun hava saldırıları ve kara işgaline rağmen, Hizbullah savaş boyunca İsrail topraklarına roket saldırıları düzenlemeye devam etti. Hizbullah’ın en dikkat çekici anlarından biri, İran’dan temin edilen bir füzeyle bir İsrail savaş gemisini vurmasıydı ve bu hareket, İsrail ordusunda büyük bir şaşkınlık yarattı.
Savaş, Birleşmiş Milletler aracılığıyla sağlanan bir ateşkesle sona erdi ve her iki taraf da zafer ilan etti. İsrail, Hizbullah güçlerini Litani Nehri’nin kuzeyine çekmeyi başarmış olsa da grubu tamamen yenilgiye uğratma hedefine ulaşamadı. Buna karşılık, Hizbullah İsrail’in saldırısına karşı direniş göstermiş ve bu süreçte itibarını korumuştu. Savaşın ardından Hizbullah, askerî altyapısını yeniden inşa etmekle kalmayıp, aynı zamanda roket kapasitesini de güçlendirerek İsrail’in saldırganlığına karşı daha da güçlü bir konuma gelmiştir.
Kara Operasyonları: İsrail’in Bir Sonraki Adımı mı?
İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi, Lübnan’a yönelik son saldırıların “muhtemel bir kara operasyonuna” hazırlık olduğunu ifade etti. Son aylarda İsrail ile Lübnan arasındaki gerilimin tırmanışı ise 2006 savaşını hatırlatıyor.
“Kuzey cephesi, son yıllarda İsrail’in karşılaştığı en büyük askerî zorluk hâline gelmiştir.”
Bu ifade, sadece bireysel bir görüş olmanın ötesinde, İsrail Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü (INSS) tarafından 2021’de yayınlanan “Kuzeydeki Bir Sonraki Savaş: Senaryolar, Stratejik Alternatifler ve Tavsiyeler” başlıklı bir araştırma projesine dayanıyor. Çalışmanın bazı bölümleri, güvenlik hassasiyetleri nedeniyle gizli tutulmuş. Bu proje, Lübnan’da çıkabilecek bir sonraki İsrail savaşının nasıl görünebileceğine dair değerlendirmeyi ve karar alıcılar için öneriler sunmayı amaçlıyor. Projede, eski Genelkurmay Başkanı Gadi Eizenkot, eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Giora Eiland ve eski Askeri İstihbarat Şefi Amos Yadlin gibi uzmanlar var.
Araştırmaya göre, güney Lübnan, sınır yakınındaki konumu nedeniyle İsrail için en tehlikeli tehditlerden biri. Hizbullah’ın Radwan Gücü, bu bölgeden sızarak Celile’deki hedeflere kara saldırıları düzenleme potansiyeline sahip. Ayrıca Hizbullah’ın çeşitli menzillere sahip 150.000’den fazla roketi olduğu ve bunların İsrail’deki tüm şehirleri tehdit ettiği düşünülüyor. Lübnan, Suriye ile birlikte İsrail ordusu tarafından “birinci derece tehdit” olarak sınıflandırılıyor. Irak “ikinci derece”, İran ve Yemen ise “üçüncü derece” tehdit olarak değerlendiriliyor. İsrailli askerî uzmanların en çok korktuğu senaryo, Gazze ve Batı Şeria’nın da dâhil olduğu, bu üç tehdidin aynı anda çok cepheli bir savaşa dönüşmesi. Bu senaryo “İran’ın Ateş Çemberi” olarak adlandırılıyor.
“Savaşlar Arası Savaş” Stratejisinin Başarısızlığı
2015’ten bu yana İsrail, Hizbullah’ı zayıflatmak amacıyla “savaşlar arası savaş” stratejisini izliyor. Bu strateji, Hizbullah’ın Suriye’ye müdahalesinden ve Irak ile Suriye üzerinden Tahran’ı Lübnan’a bağlayan bir kara yolunun oluşmasından sonra tam ölçekli bir savaşı başlatmadan Hizbullah’ı güçsüzleştirmeyi hedeflemekte. Stratejinin ana amacı, gelişmiş silahların Lübnan’daki Hizbullah’a ulaşmasını engellemek ve grubun güney Suriye’de askerî üsler kurmasının önüne geçmek. Ancak hava saldırıları ve istihbarata dayalı topçu atışlarına rağmen bu yaklaşım, Hizbullah’ın güçlenmesini engelleyemedi. Hizbullah’ın 2006’da 40.000 olan füze stoğu, 150.000’in üzerine çıktı bile. Hizbullah, Lübnan’da insansız hava araçları üretmeye başladı, hava savunma sistemlerini güçlendirdi ve füze isabet oranını bir hassas füze projesi ile artırdı.
İsrail’in Hizbullah’ın faaliyetlerini sınırlama çabalarına rağmen bu gelişmeler yaşandı. Hizbullah, 2006 savaşından sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına aykırı olarak Litani Nehri’nin güneyine, Lübnan-İsrail sınırına yakın bölgelere varlığını genişletti. Aynı şekilde, İsrail’in Golan Tepeleri üzerindeki kontrolü de uluslararası hukuku ihlal etmekte. Bu durum, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 497 sayılı kararıyla tescillenmiş olup, İsrail’in Golan Tepeleri’ni ilhakının geçersiz olduğu belirtilmiştir.
Beyrut’a Yönelik Olası Bir Kara Harekâtı?
Bazı İsrailli askerî aşırıcılar, Hizbullah’ın güney Lübnan’dan çekilse bile İran’ın yardımıyla yeniden güç kazanacağını savunuyor. Bu nedenle, Lübnan’da stratejik bir değişim yaratmak amacıyla Beyrut’a kadar uzanacak bir kara harekâtını destekliyorlar. Bu, yüksek riskli bir plan olsa da amaç İran’ın liderliğindeki “Direniş Ekseni”ni zayıflatmak ve bu süreçte Tahran’la doğrudan çatışmaya yol açabilecek bir ortam oluşturmak. Ancak bu yaklaşım, geniş çaplı ve çok cepheli bir savaş riskini doğuruyor ve ABD’nin ciddi askerî ve siyasi desteğini gerektiriyor.
Beyrut’a kadar genişletilecek bir kara harekâtı, İran’ı hedef alan daha büyük bir stratejinin parçası olarak görülebilir. Bu plan, İsrail için en acil tehdit olarak görülen Hizbullah’ı etkisiz hâle getirmeyi hedeflerken, aynı zamanda İran’ın bölgedeki etkisini ve nükleer hedeflerini de zayıflatmayı amaçlıyor. Netanyahu anılarında, İsrail’in en büyük tehdidinin Arap devletleri değil, İran olduğunu vurgulamış ve İran’ın nükleer silah elde etmesini önlemek amacıyla geleneksel savaşta karşı karşıya gelmeye hazır olduğunu pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda, Lübnan’daki savaş, bölgesel güç dengesini değiştirmeyi amaçlayan daha büyük bir İran çatışmasına zemin hazırlayabilir.
Chatham House Orta Doğu ve Kuzey Afrika Programı Direktörü Sanam Vakil’e göre İsrail’in üç ana hedefi var. İsrail ilk olarak, Gazze ve Hizbullah cephelerini birbirinden ayrı tutmayı amaçlıyor. Vakil, İran ve Hizbullah, Hamas ve Yemen’deki Husiler gibi milis gruplarının bu durumu, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri üzerinde baskı kurmak için bir fırsat olarak gördüklerini belirtiyor. İkinci olarak, İsrail’in saldırılarının Hizbullah’ı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına uymaya zorlamayı hedeflediğini ifade ediyor. Üçüncü olarak ise Vakil, İsrail’in dikkatleri Gazze’den uzaklaştırmak için Lübnan’a odaklanabileceğini öne sürüyor.
Gazze’de hâlâ 90 rehine tutulurken, İsrail’in uzun vadeli planı belirsizliğini koruyor. İsrail halkı, hükûmetin krizi yönetme şekline giderek daha fazla tepki gösteriyor ve Netanyahu üzerinde rehinelerin serbest bırakılması ve ateşkes müzakerelerinin başlatılması için baskı yapıyor. Bazı uzmanlar, İsrail’in kuzeyindeki durumu istikrara kavuşturmanın bu baskıyı hafifletebileceğini düşünse de Lübnan’da olası bir kara harekâtı hâlâ belirsizlikle karakterize.
Bununla birlikte, Beyrut’a yönelik bir kara harekâtı, İsrail kaynaklarını zorlayacak, bölgeyi istikrarsızlaştıracak ve İsrail’i sürekli füze saldırılarına maruz bırakacak çok cepheli bir savaş ihtimalini beraberinde getiren ciddi risklere sahip. Ayrıca bu harekât, İsrail’in uluslararası itibarını zedeleyebilir ve iç ve dış baskılar nedeniyle ülkeyi erken bir ateşkese zorlayabilir. Buna rağmen, Netanyahu hükûmeti, Gazze’deki başarısızlıkları gizlemek amacıyla Lübnan’daki gerilimin tırmanmasını memnuniyetle karşılayabilir. Gazze’deki sivil kayıplar nedeniyle eleştirilen ve Hamas’ı askerî olarak yenilgiye uğratamayan İsrail, Lübnan’daki gerilimlerle dikkatleri başka yöne çekebilir. Ek olarak, Lübnan ile yaşanacak bir tırmanış, İsrail’in mağduriyet imajını yeniden canlandırabilir ve Netanyahu’nun iktidarda kalmasını sağlayarak savaş suçu davalarından kaçınmasına olanak tanıyabilir.
Nasrallah’ın Ölümü Bir Dönüm Noktası mı?
Hizbullah’ın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın 28 Eylül 2024’teki bir hava saldırısında suikasta uğraması, çatışmada potansiyel bir dönüm noktasına işaret ediyor. 1992’den beri Hizbullah’ın lideri ve stratejik aklı olan Nasrallah, örgütün simgesi hâline gelmişti. Onun ölümü, Hizbullah’ın bütünlüğünü ve İsrail’in saldırılarına karşı etkili bir yanıt verme kabiliyetini zayıflatabilir. Ancak bu, Hizbullah’ın misilleme saldırılarını da tetikleyebilir.
Heinrich Böll Vakfı Ortadoğu ve Afrika Bölümü Direktörü Bente Scheller’a göre, Hizbullah komutanlarının ve savaşçılarının kaybı örgütü zayıflatacaktır. Ancak Scheller, İsrail’in uzun vadeli güvenliği için hayati önemde olan müzakerelerin nasıl yürütüleceği sorusunun hâlâ yanıtlanmadığını vurguluyor.
Nasrallah’ın ölümü, Hizbullah içinde bir liderlik boşluğu yaratarak grubun iç istikrarını tehdit edebilir. Ayrıca, kalan liderliğin nasıl tepki vereceğine dair belirsizlikler de mevcut. Ölümünün ardından gerilim azalacak mı yoksa misilleme yolu mu seçilecek henüz belirsiz. İsrail, çağrı cihazı saldırısı gibi çok sayıda operasyonla Hizbullah’ı önemli ölçüde zayıflatarak tüm askerî liderliğini ortadan kaldırdığını iddia ediyor. Bu durum, kimlerin ateşkes müzakerelerine katılabileceği konusunda belirsizlik yaratıyor ve İsrail’in şu an için bir ateşkese ilgi göstermediği izlenimini veriyor. Nasrallah’ın ölümünün ardından İsrailli bir askerî sözcü, daha büyük bir tırmanışa hazırlıklı olduklarını açıklamıştı.
Lübnan’ın en güçlü figürlerinden biri olarak kabul edilen Nasrallah, bazı İsrailliler tarafından bile rasyonel bir stratejist olarak görülüyordu. Suikasti, uluslararası toplumun Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda da uyardığı büyük bir tırmanışa işaret ediyor. İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırıları devam ederken, Hizbullah İsrail’e roket fırlatmayı sürdürüyor ve Nasrallah’ın ölümünün intikamını alma baskısıyla karşı karşıya. Hizbullah’ın gelecekteki liderliği ve stratejisi önümüzdeki günlerde daha da netleşecek. Savaş patlak verebilir ya da Hizbullah iç istikrara öncelik vererek gerilimi azaltmayı seçebilir.
Hamas liderinin Tahran’daki ölümü ve Hizbullah’ın üst düzey liderlerinin kaybının ardından İran’ın nispeten temkinli davranması, İran’ın müttefiklerini terk ettiği iddialarına ve İsrail-İran iş birliği hakkında komplo teorilerine yol açtı. Ancak Nasrallah’ın suikastı, bu kez İran’dan daha güçlü bir yanıtı tetikleyebilir. Tüm bu gelişmelere rağmen, İsrail’in uzun vadeli güvenliği için kritik önemde olan müzakerelerin nasıl yürütüleceği sorusu hâlâ cevapsız.
Nihai Hedef Ne?
Netanyahu hükûmeti Lübnan’a olası bir kara harekâtı hazırlığı yaparken, gerilim hiç bu kadar yüksek olmamıştı. İsrail hava saldırıları Hizbullah hedeflerini vurmaya devam ederken, askerî yetkililer önümüzdeki aylarda çatışmaların daha da tırmanabileceği sinyallerini veriyor. Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’ye göre, İsrail’in son operasyonları Hizbullah’ı tamamen yok etmeye yönelik daha geniş bir stratejinin parçası. Halevi’nin ifadesine göre amaç, Lübnan sınırından tahliye edilen 60.000 İsraillinin güvenli bir şekilde geri dönmesini sağlamak.
Ancak Lübnan’da uzun süreli bir çatışma, bölgeyi istikrarsızlaştırabilir, İran’ı savaşa çekebilir ve İsrail’i birden fazla cephede saldırılara açık hâle getirebilir. Nasrallah’ın ölümü Hizbullah’ı zayıflatmış olsa da örgüt tamamen ortadan kaldırılmış değildir. Asıl soru, İsrail’in hedeflerine uzun ve maliyetli bir savaşa girmeden ulaşıp ulaşamayacağıdır. Bu çatışma sadece İsrail’in sınırlarını korumanın ötesine geçmekte; bölgesel güç dengesini de değiştirebilecek potansiyele sahip. Netanyahu’nun stratejisinin başarılı olup olmayacağı ya da daha fazla tırmanışa yol açıp açmayacağı belirsiz olsa da bu çatışmanın bir sonraki aşamasının hem İsrail hem de Ortadoğu için önemli sonuçlar doğuracağı kesin.
Mevcut tablo Gazze için hâlâ olumsuz. Lübnan’daki eskalasyona rağmen İsrail’in Gazze’deki askerî operasyonları kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Hizbullah’ın zayıflamasıyla birlikte Netanyahu önemli bir uluslararası engeli ortadan kaldırdı. Amerika Birleşik Devletleri ve diğer küresel güçler, özellikle Lübnan’ı da kapsayacak daha geniş bir bölgesel çatışmayı önlemek amacıyla ateşkes müzakereleri çağrısında bulunsa da Hizbullah’ın zayıflatılmış hâli bile çatışmalara yol açabilir ya da reaksiyonu başlangıçta korkulandan daha küçük bir ölçekte kalabilir. İran’ın gösterdiği itidal de durumu sınırlı tutmaya yardımcı olabilir. Bu nedenle Netanyahu, uluslararası baskının azalmasıyla Gazze’deki eylemlerini sürdürme konusunda kendini daha özgür hissedebilir.