Dosya: "İklim Göçü"

“İklim Kaynaklı Yerinden Edilme Sadece Küresel Güney’e Özgü Değil”

Potsdam İklim Etkileri Araştırma Entitüsü’nden Dr. Fanny Thornton’a çevresel faktörlerin yol açtığı göç hareketleriyle ilgili yanlış kanıları, yasal zorlukları ve göz ardı edilenleri sorduk. Dr. Thornton, uluslararası iklim finansmanı tarafından desteklenen yerelleştirilmiş çözümlere duyulan ihtiyacı vurguluyor.

Görsel: Dr. Fanny Thornton - Research Gate. Değişiklikler: Perspektif.

İklim kaynaklı göç, medya ve uluslararası kuruluşlar tarafından daha fazla ele alınıyor olsa da hâlâ doğru anlaşılmayan bazı konular olduğu söylenebilir. Örneğin, kamuoyu genellikle iklim kaynaklı göçü öncelikle Küresel Güney’in bir sorunu olarak algılıyor gibi görünüyor. İklim değişikliği ve göç üzerine çalışan bir akademisyen olarak sizin görüşünüzü almak isterim.

Evet, bilimsel bakış açısından anladığımıza kıyasla kamuoyu algısındaki bazı sorunlu yönlerden kesinlikle bahsedebilirim. Anlatı genellikle iklim kaynaklı göçü Küresel Güney’e özgü bir mesele olarak çerçeveliyor ve iklim değişikliğine bağlı kitlesel göçler olacağı varsayılıyor. Medya bazen bunu abartarak, bu bölgelerden insanların eninde sonunda iklim mültecileri olarak Küresel Kuzey’e sığınacakları bir senaryo olarak sunuyor.

Konuyu bu şekilde çerçevelemek birkaç nedenden dolayı yanıltıcıdır. İlk olarak, Avrupa da dâhil olmak üzere küresel çapta iklimle ilgili olaylar nedeniyle insanların yerlerinden edildiğini görüyoruz. Örneğin, yakın zamanda İspanya’nın Valensiya kentinde meydana gelen önemli sel felaketi ve Almanya’da yaşanan büyük sel felaketleri ölümlere ve yerinden edilmelere yol açtı. Bu meseleyi Küresel Güney ile sınırlandırmak doğru değil. Bununla birlikte, özellikle Afrika ve Asya’nın bazı bölgelerinin bu etkilere karşı daha savunmasız olduğunu da biliyoruz. Ancak iklim kaynaklı yerinden edilmenin sadece bu bölgelere özgü olmadığını kabul etmek de çok önemli.

Bir başka yanlış kanı da iklim değişikliğinden etkilenen insanların öncelikle Avrupa’ya ya da uyumlu ülkelere gittiğini düşünmekten kaynaklanıyor. Avrupa genellikle kendisini göçmenler için bir mıknatıs olarak görse de, gerçek şu ki iklim olaylarından etkilenen birçok insan genellikle kendi bölgeleri içinde yer değiştiriyor. Ülkeler arası uzun yolculuklara çıkmak yerine yakın kasabalara veya şehir merkezlerine gidebilirler.

Bilim camiasında dikkatimizi çeken son bir nokta da “hareketsizlik” kavramı. İklim değişikliğinin göçü veya yerinden edilmeyi nasıl tetiklediğine çok fazla odaklanıldı, ancak birçok insan yaşadıkları çevrenin artan kırılganlığına rağmen yerlerinde kalmaya devam ediyor. Bu insanlar, kendi yararlarına olsa bile oradan ayrılamıyor ya da ayrılmak istemiyor olabiliyor. İklim kaynaklı göç tartışmalarında bu husus genellikle göz ardı ediliyor.

“Davalar Sembolik Olsa da Yasal Emsaller Oluşturabilir”

Araştırdığınız konular arasında, yasal çerçevelerin iklim göçmenlerini nasıl koruyabileceği sorusu da var. İklim kaynaklı göçmenlerin karşılaştığı zorlukların ele alınmasında hak temelli davalar ne kadar etkili? Sonuçlarının geleceğe etki ettiğini düşündüğünüz önemli davalar var mı?

Gerçekten de belli ölçüde başarıya ulaşmış bazı davalar var. İlgili içtihat hukuku, insanların iklim etkileri nedeniyle mülteci benzeri veya sığınma taleplerinde bulunduğu Yeni Zelanda ve Avustralya’da başladı. Yaklaşık 10-15 yıl önce, bu davaların çoğu başarısız oldu, çünkü Mülteci Sözleşmesi kapsamında iklim değişikliği nedeniyle zulüm gördüğünü iddia etmek zordu.

Örneğin, Pasifik Okyanusu’ndaki küçük adalarından gelen kişiler, iklim değişikliği, deniz seviyesinin yükselmesi ve benzeri etkilerden dolayı korunmaya ihtiyaç duyduklarını savunarak Yeni Zelanda ve Avustralya’da sığınma talebinde bulunmaya çalıştı. Ancak bu durum karmaşık bir soruyu gündeme getiriyor: Yeni Zelanda ve Avustralya’nın yüksek emisyonları göz önüne alındığında kendileri de suç ortağı değil midir? Mültecilere ilişkin mevcut mevzuat ve tanımlar dâhilinde bunu tartışmak zor.

Bununla birlikte, son birkaç yılda bazı ilerlemeler kaydedidi. Özellikle, Avustralya’da yerli bir topluluk olan Torres Boğazı’ndaki adaların halkıyla ile ilgili bir dava BM İnsan Hakları Komitesi’ne ulaştı. Topluluk, Avustralya’nın emisyonlarının ve koruyucu önlemlerin eksikliğinin, Adalar’da yüzyıllar içinde gelişen kültürel uygulamalarını tehdit ettiğini savunuyordu. Komite büyük ölçüde topluluğun yanında yer alarak kültürel korumaya ve yerinde kalmaya vurgu yaptı.

Bir başka örnek de, yükselen deniz seviyesinin evini yaşanmaz hâle getirdiğini ileri sürerek Yeni Zelanda’ya sığınma talebinde bulunan Kiribati’li bir adamla ilgilidir. Talebi başlangıçta reddedilmiş olsa da, BM Komitesi daha sonra iklim değişikliğinin insan hakları ihlallerine yol açabileceğini ve bunun da gelecekte sınır dışı edilmeleri önleyebileceğini kabul etti. Bu davalar biraz sembolik kalıyor olsa da ve çok sayıda insanı etkilemeseler de önümüzdeki yıllarda daha geniş yasal emsaller oluşturabilirler.

İklim Değişikliğine Karşı Direnci Arttırmak

Çevresel faktörlere karşı daha dirençli olmak açısından, yakın zamanda tamamladığınız B-EPICC başlıklı araştırma projeniz Brezilya, Doğu Afrika ve Hindistan gibi bölgelerde iklim direncine odaklandı. Bu bölgelerden ne gibi dersler küresel olarak uygulanabilir?

Projenin odağında “iklim direnci” ve daha doğrusu “iklim kapasiteleri” konuları vardı. Kalkınma bağlamında doğrudan topluluklarla çalışmak yerine yerel bilimsel kuruluşlarla iş birliği yaptık. Amacımız bilimi kullanarak daha iyi karar alma süreçleri için bilgi sağlamaktı. Örneğin araştırmacılarımızdan biri, Hindistan musonunu daha doğru ve daha erken tahmin etmek için bir metodoloji geliştirdi. Hindistan nüfusunun önemli bir kısmının yağmurla beslenen tarıma bağlı olduğu düşünüldüğünde, bu tür bilgiler çok önemlidir. Musonun başlangıcını ve bitişini aylar öncesinden ve bir haftalık doğrulukla tahmin ederek, çiftçiler ekim ve hasadı optimize edebilir ve böylece tarımsal sonuçları iyileştirebilir. Ayrıca küresel etkileri olan El Niño olaylarını tahmin etmek için de çalıştık: Bazı bölgelerde kuraklığa, bazılarında ise şiddetli yağışlara neden oluyor. Erken uyarılar, toplulukların bu değişikliklere hazırlanmasına yardımcı olarak tarımsal kayıpları en aza indirebilir ve afet müdahalesini geliştirebilir.

Mevcut araştırma projeniz (GeoClimRisk) iklim değişikliği ve jeopolitik riskin kesişimini inceliyor. Araştırmanızın ana hedefleri neler?

Bu projede, enerji dönüşümünün iklim kırılganlıklarıyla nasıl kesiştiğini araştırıyoruz. Fosil yakıtlara veya enerji dönüşümüne yatırım yapan ülkelere bakıyor, eylemlerinin enerji, ticaret ve emisyonları nasıl etkilediğini değerlendiriyoruz. Bu ülkeler hem enerji piyasasının önemli oyuncuları hem de kuraklık, sıcak hava dalgaları ve sel gibi iklim etkilerine karşı son derece savunmasızlar; ancak aynı zamanda önemli potansiyel iklim zararlarıyla da karşı karşıyalar. Projemiz bu dinamiklerin karşılıklı etkileşimini ve jeopolitik ilişkilerini inceliyor.

“Yerel İhtiyaçların Uluslararası Fonlarla Uyumlu Hâle Getirilmesi Gerek”

Son olarak, geleceğe baktığımızda, iklim kaynaklı göçmenleri daha iyi korumak için hangi politikaların gerekli olduğuna inanıyorsunuz?

Bence ikili bir yaklaşıma ihtiyacımız var. İlk olarak, ulusal bağlamlara ve geleneklere dayanan, iklim bağlantılı göçün yerelleştirilmiş bir anlayışının tesis edilmesi gerekiyor. Yerel çabalar, iklim krizinden etkilenen topluluklarda yankı uyandıran etkili politika yanıtları oluşturmak için çok önemli.

Bununla birlikte, yerel girişimler genellikle finansal desteğe ihtiyaç duyar. İşte bu noktada uluslararası iklim finansmanı devreye giriyor. Tarihsel olarak, iklim finansmanı esas olarak emisyonların azaltılması ve adaptasyona odaklandı ve iklim kaynaklı göçü çok az dikkate aldı. Ancak yakın zamanda Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında Kayıp ve Zarar Fonu’nun kurulmuş olması, oyunun kurallarını değiştirebilir. Bu fon, iklimle bağlantılı göç, yerinden edilme ve yer değiştirmenin ele alınmasına yönelik hükümleri açıkça içeriyor.

Şimdi yapılması gereken, yerel ihtiyaçları uluslararası fonlarla uyumlu hâle getirmektir. Bu süreç zaman alacak, ancak iklim değişikliğinin yarattığı göç sorunlarına daha kapsamlı bir yanıt oluşturmak için gerekli.

Burak Gücin

Galatasaray Üniversitesinde sosyoloji alanında lisans eğitimi olan Burak Gücin, sonrasında Heidelberg Üniversitesinde kültürel çalışmalar alanında yüksek lisansını tamamlamıştır. Gücin, Perspektif redaksiyon ekibinin üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler