Soru İşaretleriyle Dolu Bir Terkip: “Liberal İslam”
Liberal İslam terkibi, son yıllarda Batı Avrupa'da İslam'a dair tartışmaların merkezinde yer alıyor. Bu terkip problemli yanlarıyla dikkat çekiyor.
“Liberal İslam” Nedir?
Sık sık “liberal İslam” veya “liberal Müslüman” tabirini duyuyoruz. Kendini bu şekilde tanımlayan insanlar “çağ uygun hümanist, modern ve aydınlanmış bir İslam” istiyorlar. Liberal Müslümanların talepleri arasında Kur’an’ın çağdaş ve tarihselci bir anlayışla yorumlanması, hümanist ve bireyi merkeze alan bir ilahiyat anlayışı, erkek ve kadınların saflarda tesettüre gerek kalmadan karışık bir şekilde namaz kılmaları, yerel dilde (Almanca, Flemenkçe, vs.) vaazlar ve kadınların imamlık yapabilmesi gibi talepler bulunmaktadır. Liberal Müslümanlar ayrıca -örneğin Almanya’da- Müslümanların mevcut temsil yapılarına dâhil olmak, hümanist bir din dersi ve şiddet ve radikalizm ile daha çok mücadele edilmesini talep ediyorlar. “Liberal İslam” temsilcilerinin temel meseleleri arasında ayrıca kadın-erkek eşitliği, eşcinsellerin Müslüman cemaat tarafından kabul ve saygı görmeleri de yer alıyor.
Liberal Müslümanlara Dair Bazı Sayı ve Bilgiler
Almanya’da ne kadar “liberal Müslüman”ın bulunduğunu söyleyebilmek zor. 2010’da kurulan Liberal İslam Birliği (Alm. “Liberal-Islamischer Bund”, LİB) az sayıdaki derneklerin ilkidir. Köln, Frankfurt ve Berlin’de bir cemiyeti, Stuttgart, Hamburg ve Ennepe-Ruhr bölgesinde grupları bulunan LİB’in 350 üyesi var. Kıyaslayacak olursak: Almanya’daki dört büyük İslami cemaat 2.500 cami cemiyetinin %85’ini temsil ediyor. Daha somut bir örnek olarak merkezi Köln’de bulunan İslam Toplumu Millî Görüş’ü (IGMG) ele alalım. IGMG, ön kuruluşlarıyla 70’li yıllarda kurulan, 36 bölge (16’sı Almanya’da), 2.300’den fazla şube, 613 cami cemiyeti, 20.500’den fazla fahri yönetici ve yaklaşık 146.000 üyesi olan ve dünya çapında aktif olan bir İslami cemaat.
Liberal Müslüman aktörlerin temel bir iddiası “sessiz çoğunluğun” yani mevcut İslami cemaatler tarafından temsil edilmediğini söyleyen kitlenin sesi olma iddiasıdır. Temsilcilerinden Lamya Kaddor şöyle yazmaktadır: “Biz liberal Müslümanlar, yani sessiz çoğunluk olarak bizler, onları [muhafazakârları, Y.N.] iktidarın paylaşılması, daha dengeli dağıtılması ve uzlaşmaya hazır olmanın netice itibariyle herkes için daha iyi olacağı konusunda ikna etmeliyiz.”
Medyada sıkça rastlanan “liberal Müslüman”lardan Abdel-Hakim Ourghi ise bir adım daha ileri gidiyor. “Seküler Müslümanlar” grubu üyesi ve “İslam’ın Reformu” kitabının yazarı Ourghi muhafazakârlıkla modernizm/hümanizm arasında bir zıtlık olduğu ön kabulünden hareketle “Müslüman çatı kuruluşların devlet ve iki kilise için uygun muhatap olmadıklarını” iddia ediyor. Ourghi’ye göre onlar “muhafazakâr bir İslam’ı temsil ettikleri için modern ve hümanist bir İslam’ın yerleştirilmesini garanti edemezler”miş. Ourghi’nin favorize ettiği modelde “muhafazakâr kuruluşların temsilcileri ile reformcu liberal İslam’ın temsilcileri” bir kurulda toplanmalı.
Kamuoyunda Temsil
Alman siyasetçiler de “İslam’ın tüm yelpazelerini” ortaya çıkarmak için liberal girişimleri destekliyor. Buna şu şekilde birkaç örnek verebiliriz: Demokratik Avrupalı Müslümanlar Birliği’nin (Alm. “Verband Demokratisch-Europäischer Muslime”, VDEM) 2010’daki kuruluş toplantısı Aachen Büyükşehir Belediye Başkanı Marcel Philip’in desteğiyle gerçekleşti. Almanya Müslüman Forumu (Alm. “Muslimisches Forum Deutschland”, MFD) Hristiyan Demokrat Birliği Partisi’ne (CDU) yakın Konrad Adenauer Vakfı’nın mali ve idari desteği ile kuruldu. Köln’deki Barış Yürüyüşü (#Nichtmituns) LİB kurucusu Lamya Kaddor ve aktivist Tarek Mohamed tarafından organize edildi ve üst düzey siyaset ve toplum temsilcileri tarafından yoğun destek gördü. Buna rağmen polis bilgilerine göre yürüyüşe sadece 1000’e yakın kişi katıldı.
Liberal Müslümanların siyaset ve medya tarafından gördüğü aşırı ilginin büyük olmasına rağmen liberal kuruluşların yayınları nitelik ve nicelik itibariyle oldukça zayıf. 2010’da kurulan LİB’in web sayfasında kısa, genel bilgi içeren ve nerdeyse hiç kaynak verilmeyen toplam 7 doküman var. Bu metinlerde ancak çok genel manada ve izahatı yetersiz bir “liberal İslam” anlayışı sunulmaktadır. Bunun yanı sıra şahıslar tarafından deneme olarak yazılmış 40’a yakın “cuma metni” bulunmakta. En aktüel basın açıklaması 2015 yılına ait ve özellikle medyaya yönelik yazılan son metin de 2016 yılında yazılmış. Daha küçük liberal grupların sayfalarındaki durum da bundan çok farklı değildir.
Kitap piyasasında “liberal İslam”la ilgili bazı eserler bulunabilse de bunlar kurumsal değil, fertlerin çalışmalarıdır. Söz konusu kitaplarda konu sistematik ele alınmaktan ziyade yalnızca bazı yönleri işlenmektedir. Bu alanda önde gelen yazarlar arasında Lamya Kaddor, Hilal Sezgin ve Mouhanad Khorchide bulunmaktadır.
“Liberal İslam Düşüncesi”nin Bazı Problemleri-I: Siyasi Bir Kavram
Kendisini “liberal”, “seküler” ve “hümanist” gibi sıfatlarla tanıtan kurum ve kişiler “yüzyıllarca birçok Müslüman düşünür tarafından günümüze aktarılan” bir akımı temsil ettiklerini iddia ediyorlar. Bu iddia birçok açıdan sorunlu.
En başta gelen sorun “liberal İslam” tanımlamasıdır. “Liberal” kavramı modern siyasi bir (mücadele) kavram(ı)dır ve “dışlayıcı” bir özelliğe sahiptir. Çünkü “siyasi veya sosyal bir birlik kendini kavramlar üzerinde kurar, bunlar üzerinden sınırlarını çizer ve başkalarını dışlar, kısacası bunlar üzerinden kendini tanımlar.” Bu sorunun farkında olmalı ki LİB bir dokümanında “liberal kelimesi, sadece siyasi bağlamıyla sınırlı bir kavram değil”, dedikten sonra, liberal kelimesinin her şeyden önce “hür ve ön yargısız” anlamına geldiğini ifade ediyor. Fakat buna rağmen LİB kurucusu Lamya Kaddor “ortodoksi” ile “liberal anlayış” arasındaki farkı mevcut siyasi sistemle kıyaslıyor: “Burada muhafazakârlık, liberalizm ve sosyalizm gibi farklı temel anlayışları görebiliyoruz.”
Liberal Müslümanlar kendilerini kavramsal, siyasi ve teolojik olarak diğer Müslümanlardan farklı tarif etmekte ve İslami cemaatleri “dinî cemaat” olarak değil “çatı kuruluşu” veya dernekler olarak tanımlamaktadır. Abdel-Hakim Ourghi gibi aktörlerde ise bu durum nerdeyse dinî cemaatleri kriminalize etmeye kadar uzanmaktadır. Bunun karşısında dinî cemaatler ise böyle yaklaşımlardan uzak durmaktadırlar. Ourghi cemaatlere nerdeyse yetki ve hatta var olma hakkını bile vermeme teşebbüsünde bulunurken İslami cemaatler, liberal Müslümanlara şimdiye kadar neredeyse hiç karşılık vermediler ve onları dışlayıcı bir pozisyona girmediler. Bunu baştan beri bu tartışmanın yapay bir tartışma olduğunun farkında olup politik bir düşünce şablonu olan liberal-muhafazakâr ikilemine kendilerini sokmamaları olarak da yorumlayabiliriz.
“Liberal İslam Düşüncesi”nin Bazı Problemleri-II: Geleneğe Dayanma Teşebbüsü
Liberal Müslümanlar bir taraftan “geleneksel İslam”dan farklı olduklarını söylerken diğer taraftan da kendilerine İslam geleneğinde dayanak aramaktadırlar. Bu arayışla, modern çağın bir ürünü olma görünümünden uzaklaşmaya çalışılsa da İslam geleneğinde yeri olmayan “liberal” kavramı buna pek müsaade etmemektedir.
Liberal Müslümanlar İslam düşünce geleneğinde kendilerine dayanak ararken Mu’tezile gibi akımlara ve İbn Hazm (ö. 1064), İbn Rüşd (ö. 1198), İbn Arabî (ö. 1240), İmam Şâtibî (ö. 1388), Cemaleddin Afgânî (ö. 1897), Muhammed Abduh (ö. 1905) ve Muhammed İkbal (ö. 1938) gibi âlim ve düşünürlere başvuruyorlar. Çünkü LİB’e göre “liberal İslam” “Batı’nın veya modernitenin bir icadı değil”: “İslam tarihinin her döneminde (İbn Arabî, 1165-1240 gibi) manevi önderler, (Muhammed Abduh, 1849-1905 gibi) âlimler ve (8. yy. itibariyle Mu’tezile gibi) reformist akımlar vardı ki bunlar İslam’ın hürriyetçi taraflarını ön planda tutuyorlardı.” Ancak bu iddiaların altı doldurulmamaktadır. Bununla birlikte, Mu’tezile ve zikredilen âlim ve düşünürlerin ne açıdan “liberal İslam” düşüncesine dayanak gösterilebilecekleri liberal dernekler tarafından nerdeyse hiç işlenmemektedir.
Kaldı ki oluşum döneminde kendine has bir fonksiyon ve önemi olan Mu’tezile gibi geniş bir ekolün günümüz yüzeysel liberal teşebbüslerine nasıl dayanak gösterilebilecekleri de önemli bir sorudur. Mu’tezile’nin genel olarak akla verdiği önemden hareketle böyle bir bağ kurmak çok basit gibi gözükmektedir. Çünkü Mu’tezile için akıl -merkezî ve önemli- bir araçtı ama hiçbir zaman kendi başına bir amaç olmadı. Bundan dolayıdır ki Mu’tezilenin prensipleri arasında “akıl” diye bir prensip bulunmamaktadır.
Ayrıca liberal Müslümanların Mu’tezile’ye olan yoğun ilgileri diğer İslam ekollerinin sanki aklı yok sayarak nasların sadece kelime anlamlarına baktıkları intibaını da bırakmaktadır. Bu dar ve İslam’ın güncel imajından da etkilenmiş olan bakış açısı doğru olmasa da liberal Müslümanların düşünce dünyalarına dair önemli ipuçları vermektedir.
Liberal Müslümanların bazı âlimlere selektif olarak atıfta bulunmalarında da benzer bir durum söz konusudur. Misal olarak eşcinsellikle ilgili bir LİB dokümanında İbn Hazm’a dayanarak eşcinsel eylemleri konu edinen rivayetlerinin “hepsinin tamamen şüpheli olduğu ve güvenilir olmadığı” belirtilir ve şöyle denir: “Livata İbn Hazm’a göre evlilik dışı bir cinsellik formu olarak günahtır. Ancak o diğer âlimlerin kriminalize edici yaklaşımlarını kabul etmeyip bunun İslam’ın kaynaklarıyla uyumlu olmadığını düşünüyor.” Endülüslü fakih ve muhaddis İbn Hazm küçük ve kısa ömürlü Zahiriyye mezhebinin önde gelen âlimlerindendir. Bu ekolün ana özelliği nasların kelime anlamlarına olan keskin bağlılığıdır. Bundan dolayı mesela İmam Şâtibî, Zahiriyye’yi sert bir şekilde eleştirir ve İbn Hazm’ı Haricilere yakınlıkla suçlar, ki Hariciler hiç de “liberal” değillerdir. Dolayısıyla LİB’in noktasal olarak İbn Hazm’a dayanması şaşırtıcıdır ve yalnıza fazla alternatifin bulunmamasıyla açıklanabilir.
“Liberal İslam Düşüncesi”nin Bazı Problemleri-III: Teolojik Konularda Ferdiyetçi ve Metotsuz Yaklaşım
“Liberal İslam” düşüncesinin bir özelliği ve aynı zamanda sorunu da, bir taraftan icma ve hadisi sorunsallaştırmaları ama içtihada çokça vurgu yapmalarıdır. Esasen bu tavır anlaşılır bir tavırdır. Çünkü, hadis ve icmayı dikkate alındığında liberal Müslümanların birçok pozisyon ve talebi teolojik anlamda boşa çıkacaktır. Kaynaklara aşırı ferdiyetçi yaklaşım, bir metotsuzluğu ve dolayısıyla dinî konularda gelişi güzel hükümleri beraberinden getirmektedir. Nitekim içtihat, bir ferdin salt aklını kullanarak Kur’an mealinden hareketle dinî konularda bir sonuca ulaşması anlamına gelmesi ve bununla amel etmesi değildir. Böyle bir anlayışın ne gibi sonuçlara götürebileceği birkaç örnek üzerinden gösterilebilir:
LİB’in bir “cuma metni”nde Katharina F. kurban ve sadaka hakkında bir yazı yazıyor. Ulaştığı neticeyi ise şöyle ifade ediyor: “Bence günümüzde illa bir hayvanın kurban edilmesi gerekmez, asıl maksat kendinden bir şey vermek ve kurbanı başkalarıyla paylaşmaktır. Hibe ettiğim parayla dünyanın bir yerinde kurban kesilmesi ve etinin yoksullara dağıtılması veya bu parayla yardım çalışmaları yapılması arasında aslında fark yok. Her ikisinin de Allah tarafından kurban olarak kabul edileceğini düşünüyorum.” Aynı yazar başka bir metinde ibadette kullanılan dil ile ilgili şu sonuca ulaşıyor: “Kur’an’ın neresinde namazda Arapça okumanın farz olduğu yazıyor ki? Hiç bir yerde. Böyle bir şart yok. Bazı Müslümanların iddia ettiği gibi Kur’an’ın Arapça olduğu için namazda da Arapça okumak gerekir iddiası yanlıştır. Almanca veya başka bir dilde namaz kılmakta hiçbir sorun yoktur.” Böylece Katharina F. durup dururken iki köklü dinî ameli, yani ibadeti sorun hâline getirmektedir. Sonunda da birkaç cümlede kendisi açısından anında makul bir çözüme ulaştırmış olmaktadır.
Gerekli donanıma sahip olup buna yetki kazanınca bazı icmalar sorgulanabilir ve hadis kritiği elbette yapılabilir. Ama bu mesele âlimlerin ve akademisyenlerin işidir. Ancak yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, liberal Müslümanların kabul etmediği keyfîlik burada kendisini göstermiyor mu? Aynı mantıkla beş vakit namazın iki veya üçe indirilmesi, oruç tutmaktan vazgeçilmesi ve başörtüsünün artık gereksiz gösterilmesi kolay olsa gerek. Nitekim Lamya Kaddor da öyle yapmaktadır: “Allah edepli hareket edilmesini istiyor. […] Başörtüsünün benim yaşadığım 21. yüzyılın Almanya’sında yeri yok.”
Hâl böyleyken tüm bu tartışmaların liberal Müslümanların bazı talep ve yaşam tarzlarının teolojik olarak meşrulaştırılması için yapıldığı intibası oluşmaktadır. İsviçre’den bir doküman bunu açıkça ifade etmektedir: “Reformun hedefleri […] İslam’ın günümüzdeki hayatın gerekliliklerine uyarlanması, BM İnsan Hakları Beyannamesiyle uyumlu olması ve vatandaş ve Müslümanların insanlığın gelecekteki sorunların çözümüne katkı sağlamaktır.” Görülüyor ki, bu anlayışa göre din, hayatı kapsayan ve düzenleyen esas değil de gerektiği gibi düzenlenen bir araçtır.
Netice
İslam hiçbir zaman statik değildi. Hele, liberal Müslüman olduklarını iddia edenlerin sandığı gibi hiç değildi. Tabii ki eskiden de hata yapan, İslam’a zarar veren, helali haram, haramı helal sayan Müslüman fert ve akımlar vardı ve hâlâ var. Ama aynı şekilde her dönemde bunları gören, ilim ve takva ile düzeltmeye gayret eden ekol ve âlimler de olmuştur. Bunu yaparken de bu âlimler, Kur’an ve Sünnet’in hikmetlerinden ve derin birikiminden istifade etmişlerdir. Bu minvalde Müslümanlar yaşadıkları dünyayı yeniden kavrayıp Müslümanca yaşayabilmenin ölçülerini belirleyebilmektedirler. Öyleyse İslam’ın, kendini “liberal” olarak adlandıran bir reforma ihtiyacı yoktur. Çünkü İslam zaten her zaman ve her yerde yaşanabilir bir durumdadır.