Görmezden Gelinen Trajedi: Libya’da Göçmen Gözaltı Merkezleri
BM dahil bir çok uluslararası gözlemcinin yaptığı çalışmalar Libya göçmen gözaltı merkezlerindeki insan hakları ihlallerini açıkça ortaya koymaktadır.
Bilhassa Suriye İç Savaşı’nın çıktığı 2011 senesi sonrası, ülkelerinden kaçan binlerce bölge halkı, özellikle Ege Denizi ve Balkanlar üzerinden Avrupa’ya varmayı başardı, ama özellikle Avrupa Birliği’nin Türkiye ile imzaladığı anlaşma, bu konuda dönüm noktası oldu. Anlaşmanın yürürlüğe girmesinin öncesindeki 8 aylık dönemde 865.425 olan Yunan adalarına varan yasa dışı göçmen sayısı, anlaşma sonrasındaki 8 ayda 22.838’e düştü. Ege Denizi’ndeki geçişlerdeki bu keskin düşüş ve başta Macaristan olmak üzere Orta Avrupa ülkelerinin göçmenlere karşı sert tutumu ile özellikle Orta Doğu ülkelerinden gelen göçmenlerin Batı Avrupa ülkelerine varmak için yoğunlukla tercih ettiği Balkan rotasında geçişler bir hayli zorlaştı. Bu durum, göçmenler için Türkiye gibi bir diğer transit ülke olan Libya’ya olan ilginin daha da artmasına sebep oldu.
İstikrarsızlık Krizi Büyütüyor
Yoğun göç aslında ülkenin karşılaştığı yeni bir problem değil. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tahminine göre, toplam nüfusu 6,5 milyon olan Libya’da iç savaşın başladığı 2011 senesinde, düzenli ve düzensiz toplam 2.5 milyon civarında göçmen vardı. Bu rakamın oluşmasındaki temel etkenler, Libya’nın petrol rezervleri açısından zenginliği ve bunun neticesinde iş fırsatları sunması ve Kaddafi’nin Pan-Afrikan tutumu neticesinde çevre Arap ve Sahra altı ülkelerden birçok göçmeni ekonomik nedenlerden dolayı üzerine çekmesiyle oldu. Libya’nın bugün göçmenler tarafından dikkat çekmesinin asıl nedeni ise ülkenin iç savaş sonrası sınır güvenliğini neredeyse tamamen kaybetmesi ve İtalya’ya yakın olmakla beraber, yüz ölçümüne oranla çok fazla kişinin yaşamadığı kuzeyindeki sahillerin, oldukça geniş ve ıssız durumda olması neticesinde insanlara botlarla Akdeniz’e açılmak için uygun bir coğrafya sunması ile açıklanabilir. Bu da başta Suriye, Eritre, Etiyopya, Sudan, Nijer hatta Bangladeş gibi ülkelerden gelen göçmenlerin Avrupa’ya geçmesi için uygun bir fırsat yaratmaktadır. Avrupa Birliği’nin Göç, İçişleri ve Vatandaşlıktan Sorumlu Komiseri Dimitris Avramopulos, bu sene başında yaptığı açıklamada, binlerce kişinin geçişine rağmen, hâlâ Avrupa’ya geçme hazırlığındaki 300.000’den fazla göçmenin Libya kıyılarında olduğunu belirtmişti. İnsan kaçakçıları ile anlaşan bu göçmenlerin İtalya’nın Lampedusa ve Sicilya adaları kıyılarına varmaları ise oldukça zorlu bir yolculuğu göze almalarını gerektirmektedir. Nitekim 2014 senesinden beri, 10 binin üzerinde yasa dışı göçmen Avrupa kıyılarına ulaşmak isterken, Akdeniz’de kaybolmuş ya da ölmüştür. Bu rakamın büyük bir çoğunluğunu ise Libya’dan İtalya kıyılarına ulaşmak isteyen göçmenler oluşturmaktadır.
İkili Anlaşmalar
Bununla beraber, AB ve Kuzey Afrika ülkeleri, bu ülkelerin sınır yönetimi kapasitelerini güçlendirme ve insani yardım sağlama gibi konularda birçok anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmalar ile, Avrupa Birliği’nin Türkiye ile anlaşması sonucu Ege Denizi’nden geçişlerin azalması ve Balkanlar üzerinden geçişlerin zorlaşması ile kıtaya gelen göçmen akının en fazla olduğu Orta Akdeniz rotasındaki göçmen geçişinin azaltılması hedeflenmektedir. Bunun dışında, İtalya, Libya’daki Birleşmiş Milletler destekli Trablus hükûmeti ile, kıtaya geçmek isteyen göçmenleri Libya’da tutmayı amaçlayan bir dizi anlaşma imzaladı. İtalya ayrıca, Libya sahil güvenliğine yardım ederek, Akdeniz’deki yasa dışı göçmenlerin geçişini önlemek için ülkeye devriye botları gönderdi. Avrupa Birliği ve İtalya’nın Trablus hükûmetini finansal olarak desteklemeyi amaçlayan tüm bu anlaşmalar, Libya’daki göçmen gözaltı merkezlerinde alıkonulan kişilerin sayısının artmasına sebebiyet vermiştir. Ama, bu merkezlerin, gerekli alt yapıları olup olmadığı gibi konular ve birliğin, göçmenleri uluslararası gözlemciler tarafından “berbat” ve “kabul edilemez” olarak görülen bu merkezlerde tutmaya çalışması, iddia edilen Avrupa Birliği değerlerinden vazgeçtiği konusunda da ayrıca tartışmalar sürmektedir. Nitekim bu merkezlerin vahameti ise, bu tür iddiaları haklı çıkaracak gerekli argümanları sunmaktadır.
Berlusconi ve Muammer Kaddafi ilişkilerinin güçlü olduğu dönemde, İtalya ve Avrupa Birliği, “beyaz ve Hristiyan Avrupa’nın, aç ve cahil Afrikalılarla” dolup taşmaması adına Libya ile müzakereler yapmış ve göç yönetimi konusunda bir takım çalışmalar başlatmışlardır. Nitekim, toplu çıkarmalar ve İtalya’ya giden botların Libya’ya geri gönderilmesi gibi durumlar, Akdeniz’de birçok gizli ölümün olabileceğini göstermektedir. Bununla beraber, bu süreç Libya’da göçmen gözaltı merkezlerinde artışa ve neticesinde dünyadaki en tehlikeli gözaltı sistemlerinden birisinin oluşmasına neden olmuştur.
Libya “Göçmen Merkezleri”
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) raporlarına göre, Libya’da bazılarına UNHCR’ın hâlâ erişim sağlayamadığı toplam 34 göçmen gözaltı merkezi bulunuyor. Bu merkezler genellikle ülkenin kuzeyindeki Sabratha, Trablus ve Bingazi gibi şehirlerde yoğunlaşmıştır. Bu şehirler, insan kaçakçılarının ve çeşitli ülkelerden gelip Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenlerin yoğunlaştığı geçiş noktalarında bulunmaktadır. Ülkede politik çift başlılığın olması, yerel yönetimlerde birbirleri ile rekabet hâlindeki kabilelerin sözlerinin geçmesi ve silahlı militanların politik boşluktan yararlanarak bu gibi şehirlerde ciddi şekilde örgütlenmesi gibi problemler ise ayrıca geçmiş senelerde bu göçmen gözaltı merkezlerinin denetiminin ve yürütülmesini zorlaştıran belli başlı faktörlerden olmuşlardır. Bu merkezlerin açılmaları ise, mülteci krizinin en ağır şekilde yaşandığı 2011 senesi sonrasından ziyade, 2000’lerin başlarına dayanmaktadır.
Bununla beraber, uluslararası insan hakları örgütlerinin Libya’da, keyfî gözaltılar ve hapishanedeki kişilere karşı fiziksel şiddet uyguladıklarına dair raporlar çok daha eski tarihten beri bulunmaktadır. Tüm bunlar aslında, ülkede uygulanan genel hukuksuzluğun bugün de devam ettiğini göstermektedir. Libya yasaları ise, göçmenler için evrensel yasalarda tanımları belirtilen şekilde mülteci, insan kaçakçılığı mağduru ya da diğer uluslararası koruma gerektiren durumlardaki kişiler için herhangi bir ayrım yapmamıştır. Bu durum merkezlerdeki koruma gerektiren durumlardaki kişiler için ayrıca hukuki bir zorluğa sebebiyet vermektedir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (ONHCR) başta olmak üzere, birçok uluslararası gözlemcinin yaptığı çalışmalar ise ayrıca göçmen gözaltı merkezlerindeki insan hakları ihlallerini açıkça ortaya koymaktadır. Bir kısmının keyfî nedenlerle gözaltına alındığı bu merkezlerde kalan tutuklular, çeşitli kötü muamelelere, işkencelere ve cinsel istismara uğrayabilmektedir. Tuvalet ve yıkanmaya bile erişimin zor olduğu ve resmî kayıt veya legal sürecin işlemediği bu merkezlere ayrıca insan kaçakçıları ve silahlı terör örgütleri kolayca girip çıkabilmektedir.
Son dönemde ayrıca Guardian yazarı Emma Graham Harrison’ın, ülkede açık köle pazarlarının kurulduğu ve bu durumu destekleyen birçok hikâyeyi duyduğuna dair haber oldukça ilgi çekmişti. Özellikle Arap yerlilerin, bu insanları satın aldığı yönündeki haber, günümüz dünyası açısından oldukça dehşete düşürücüdür. Sadece bu bile aslında ülke şartlarının ne duruma geldiğini tek başına özetlemektedir. Nitekim, birçok politik ve silahlı örgütlenmenin yoğunlaştığı, insan kaçırmanın oldukça kolay olduğu bu göçmen gözaltı merkezlerindeki kişilerin köle pazarlarına götürülüp satılması ya da ailelerinden fidye istenmesi gibi vaziyetler oldukça olasıdır. Tüm bunlar, ülkedeki ve bu merkezlerdeki olağan problemlerin çözülmesi için ciddi bir aciliyet gerektiğinin kanıtıdır.
Çözüm İnsan Haklarına Daha Fazla Saygı
Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler, Libya hükûmeti ile beraber çalışıp bu merkezlerde yeterli güvenliği sağlayabilmeli ve göçmenlerin kayıt işlemlerini gerçekleştirmelidir. Böylece, onlara bir an önce temel haklarını kazandırabileceği bir ortamın oluşturulmasının yollarını aramalıdır. Ayrıca Uluslararası Göç Örgütü (IOM) ve UNHCR’nin tüm merkezlere erişimi sağlanmalı, bu süreçte ise Libya’daki sivil toplum olabildiğince güçlendirilmelidir. Ülke, sınır güvenliğinin kaybolduğu, terör ve anarşinin hüküm sürdüğü, hatta köle ticaretinin tekrar canlandırıldığı bir yer hâline gelmişken tüm bunları gerçekleştirmek uluslararası organizasyonlar için gerçekten meşakkatli bir süreci gerektiriyor ama tüm bu sorunların bir çözüme kavuşturulması aciliyetini koruyor.
Nitekim Libya hâlâ açlık, terör, ya da savaşlardan kaçan ve “yeni bir yaşam” hayali kurmakta olan birçok Afrikalıyı kendisine çekmektedir. Ülkedeki durumun iyileştirilmediği her an, Libya sorunların giderek arttığı bir ülke durumuna geçmektedir. Bununla beraber, kaçırılma, gasp, yasa dışı zorla çalıştırılma, fuhuşa zorlanma ve ırkçılık gibi birçok insanlık dışı duruma maruz kalan ya da bu korkuyla yaşayan tutuklular ise tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de ne Libya, ne Avrupa’da, hatta kendi ülkelerinde dahi istenmeyen, artık kaçacak hiçbir yeri olmayan mağdurlar durumuna düşmüşlerdir.