“Sığınmacılara Yönelik Ayrımcı Söylemde Medyanın Rolü Var”
İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Proje Danışmanı Prof. Dr. Ülkü Doğanay, kitlesel bir göçle karşı karşıya kalan ülkelerde ayrımcılık ve nefret söylemlerinin doğmasında medyanın birinci derecede rol oynadığını söyledi.
İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Proje Danışmanı Prof. Dr. Ülkü Doğanay, kitlesel göçle karşı karşıya kalan ülkelerde ayrımcılık ve nefret söylemlerin doğmasında medyanın birinci derecede rol aldığını belirterek, ”Birtakım olaylar medya tarafından ‘gerginlik’ şeklinde haberleştiriliyor. Oysa bunlar gerginlik değil linç girişimi. Bu, çok kritik bir durum. ‘Tehlikeli’ olarak tanımlanan durumun kitlesel bir olaya dönüşmesi bir kıvılcıma bakar.” dedi.
Suriye’de Mart 2011’den bu yana devam eden iç savaş nedeniyle milyonlarca kişi ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. İç savaşla birlikte can güvenliği endişesiyle ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan Suriyelilerin büyük bölümü, Türkiye’de ve Suriye’ye komşu ülkelerde yaşıyor.
“Ayrımcılık ve Nefret Söylemleri Ortaya Çıkabiliyor”
Hem Türkiye açısından hem de küresel açıdan olağanüstü boyutlara ulaşan sığınmacı akını, beraberinde birtakım sorunları da getiriyor. Yoğun göçle karşı karşıya kalan ülkelerde zaman zaman ayrımcılık ve nefret söylemleri ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle söz konusu ülkelerde medya-sığınmacı ilişkileri bağlamında yapılan çalışmalar önem taşıyor. Prof. Dr. Ülkü Doğanay, sığınmacı ve medya ilişkilerini değerlendirerek, Türkiye’de bulunan Suriyeliler konusunda son 6 yılda yazılı ve görsel medyanın tavrının önemli bir araştırma alanı olduğunu anlattı. Doğanay, Türkiye’de bugüne kadar var olan yüksek ama kırılgan toplumsal kabul düzeyinin, medyanın tavrından bağımsız olarak değerlendirilemeyeceğini söyledi.
Türkiye’ye 2011 yılında gelen yoğun göçe, halkın, kamu kurumlarının ve medyanın hazırlıksız yakalandığını vurgulayan Doğanay, ”Sınır komşusu bir ülkede yaşanacak bir savaşın kitlesel bir göçe neden olabileceği beklenebilecek bir durum aslında. Ama hiç kimse bu işin bu boyutlara varacağını düşünmemişti. Elbette yoğun bir göçle karşı karşıya kalan bizler için üzücü bir durum ama özellikle savaştan kaçanlar açısından da son derece üzücü. İlk kitlesel göçle bir şaşkınlık elbette oluştu. Hatırlarsanız gazetelerde, televizyonlar hatta politikacılar, gelenleri ‘misafirler’ olarak adlandırıyorlardı. Dolayısıyla ilk zamanki algı daha olumluydu. Çünkü bu durumun geçici olduğu düşüncesi daha çok hakimdi.” diye konuştu.
“Medya Birinci Derecede Rol Oynuyor”
Kitlesel bir göçle karşı karşıya kalan ülkelerde ayrımcılık ve nefret söylemlerinin doğmasında medyanın birinci derecede rol oynadığını kaydeden Prof.Dr. Doğanay, şunları kaydetti: “Birtakım olaylar medya tarafından ‘gerginlik’ şeklinde haberleştiriliyor. Oysa bunlar gerginlik değil, linç girişimi. Bu, çok kritik bir durum. Mesela ‘tehlikeli gerginlik’ başlıklarını sık görebiliyoruz. Aslında medya da bunun farkında. Tehlikeli olarak tanımlanan durumun kitlesel bir olaya dönüşmesi bir kıvılcıma bakar. Bu durum bizim olduğu kadar ülkemizde yaşayan, öyle ya da böyle kendilerine bir hayat kurmaya çalışan mülteciler için de gerginliği arttırıcı bir durum.”
Prof. Dr. Ülkü Doğanay, ‘İstenmemek’, ‘kabul görmemek’ durumu ile karşı karşıya olan ve özellikle genç yaştaki insanların hayatlarını sürdürmelerinin, başka problemlerin ortaya çıkmasına neden olacağına dikkati çekti. İltica ve Göç araştırmaları Merkezi’nin (İGAM) ”Mülteci Hakları için Medya ve Sivil Toplum İş Birliği Projesi” kapsamında yaptıkları çalışmaları değerlendiren Doğanay, şöyle konuştu: ”Araştırmalarımızın da ortaya koyduğu verilere göre medya açıkça ırkçı ve ayrımcı ifadeleri kullanmıyor. Elbette bu, problem yok anlamına gelmiyor. Esas problem aslında hak odaklı perspektifin henüz medyada inşa edilmemiş olması. Yani mültecilerin maruz kaldıkları hak ihlalleri veya hak talepleri kesinlikle bazı medya kuruluşlarında yer almıyor.”
Prof. Dr. Doğanay, Türkiye’deki Suriyeliler ile ilgili uluslararası medya algısının birbirinden çok farklı olmadığını, Türk medyasının ise olaya daha kültürel ve vicdani bir perspektifle baktığını ifade ederek, sözlerini şöyle tamamladı: ”Mülteciler öldürülmediği, kadınları şiddete uğramadığı, çocuklar yoksulluk içinde hastalanmadığı sürece hiçbir habere konu olmuyor. Halbuki onların da bizler gibi eşit şartlarda hayatlarını sürdürmeleri gereken özneler, aktörler olduğunu görmemiz gerekir. Bu hep arka planda olan bir şey. Dış basında da aynı mantık var. Parametreler aynı eksende dönüyor sadece kültürel farklılıklar var.” (AA,P)