Avrupa’da En Hafife Alınan Seçim
AB'de seçmenler AP seçimleri için sandık başına gidecek. Seçim sonuçları, AB'nin ne kadar demokratik, vatandaşa yakın, çözüm odaklı ve eylem gücüne sahip olup olmayacağını da belirleyecek.
AB’de seçmenler AP seçimleri için sandık başına gidecek. Seçim sonuçları, AB’nin ne kadar demokratik, vatandaşa yakın, çözüm odaklı ve eylem gücüne sahip olup olmayacağını da belirleyecek.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bir kez daha, tüm Avrupa seçim sonuçlarının yanı sıra seçmen katılımına da bakacak. Zira bir önceki Avrupa seçimlerinde yüzde 50’nin bir hayli altında katılım sağlanmış olması, AB vatandaşlarının Avrupa Parlamentosunun önemini yanlış değerlendirdiğini ve dolayısıyla AB’nin demokratik eksikliklerini bilinçsizce pekiştirdiklerini ortaya koyuyor.
Yanlış Anlaşılan Bir Kurum: Avrupa Parlamentosu
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde düşük katılım gösterilmesi ve bu kuruma gösterilen ilgisizlik, zamanla AB’nin ana kurumu hâline gelen bu kurumun önemini yansıtmıyor. Parlamento AB’nin demokratik olarak meşrulaştırılan tek kurumu değil. Daha çok günümüzde, Avrupa’daki yasama işlemlerinin büyük çoğunluğunda, Bakanlar Kurulu ile eşit bir yasama organı olarak karşımıza çıkıyor. Bu da demek oluyor ki, Avrupa Parlamentosunun katılımı ve onayı olmadan günümüzde hiçbir yönerge ve hiçbir yönetmelik yürürlüğe giremez. Demokratik anlamda da Avrupa Parlamentosu kendisine reva görülen itibardan çok daha fazlasını hak ediyor. Gerek AB vatandaşlarının endişelerini parlamenter sürece dâhil edebilmesi için var olan çok yönlü kurumsal kanallar, gerekse lobicilerin, eğer AB politikasına etki etmek istiyorlarsa yerine getirmek durumunda oldukları yüksek şeffaflık gereksinimi. Bazı ulusal parlamentolar bu anlamda AB’yi örnek alabilir. Bu demokratik kalite AB vatandaşları tarafından görülmediği gibi, Brüksel ve Strazburg’daki elitler de bunu aktarmakta güçlük çekiyor.
AB’nin Acil Eylem Gerekliliği
Avrupa Parlamentosu sadece demokratik hususlardan dolayı değil, politik şekillendirme potansiyelinden ötürü de kamuoyu önüne daha fazla getirilmeli. Çünkü parlamentonun önemi AB’nin günümüzde karşı karşıya olduğu acil görevlerle ölçülüyor ve vatandaşlar parlamenter temsilleri ile bunların çözümüne etki etmiş oluyor.
Bu acil görevlerin ilki, reform hareketsizliğinin üstesinden gelinmesi ve Brexit sonrası AB’nin yeniden canlandırılması. İkincisi; artık gereksiz denilebilecek, birçok kez “AB dayanışma toplumu” olarak gündeme gelen hususun aslında ne olduğu, diğer üye ülkelerden ne kadar dayanışma beklenebileceği ve ne kadar dayanışma içerisinde olunması gerektiğini ortaya koyacak politik bir açıklama. Çünkü bu sorunun altında sadece yaşanmakta olan avro krizinin üstesinden gelinmesi değil, aksine Avrupa’nın sınır ötesi yük paylaşımı yapabilmesi için, geleceğe yönelik ortak bir mülteci ve iltica politikası tasarlama durumu da yatıyor. Üçüncüsü ise, iç ve dış güvenliği sağlama, dijital dönüşümü şekillendirme ve beraberinde getirdiği olumsuz etkileri hafifletme ve de sürdürülebilir enerji, iklim ve çevre politikalarının takibatı gibi ciddi zorluklara karşı verilen gecikmiş cevaplar.
Avrupa, dışa yönelik de bazı zorluklarla karşı karşıya ve bunların üstesinden gelmek için de eylem ehliyetine sahip olmak zorunda. Bu zorlukların birincisi; Çin, Hindistan ve ABD ile küresel rekabette en azından aynı hizada yarışabilmek için yenilikçiliği ve rekabetçiliği teşvik etme gerekliliği. İkinci olarak, ortak dış ticaret politikası çerçevesinde, dünya ticaretindeki korumacı eğilimlere açık bir tepki olarak kararlı yaklaşım sergilenmesi gerekiyor. Buna ilintili olarak, üçüncüsü, AB’nin jeostratejik çevresinde otoriter gelişmelere, genişlemeci eğilimlere ve devlet bölünmelerine karşı etkili ve kabul edilebilir bir şekilde yanıt vermek adına dış, güvenlik ve savunma politikalarının daha güçlü koordinasyonu. Nitekim son zamanlardaki göç olayları, Avrupa’daki refah seviyesi ve istikrarın Avrupa’ya uzak ve yakın çevre ülkelerdeki yaşam koşullarıyla ne kadar bağlantılı olduğunu ortaya koydu.
Tüm bu sorular, Avrupa Parlamentosu’nda kesin ve öncelikli olarak gün yüzüne çıkarılması gereken siyasi cevapları mecburi kılıyor. Sırf bu sebepten bile, parlamentonun oluşumunu ve dolayısıyla politik çizgisini etkilemek için seçim hakkını kullanmak AB vatandaşlarının en temel yararına olacaktır.
2019 Avrupa Seçimleri – Bir Kader Seçimi
2019 Avrupa seçimleri gelecekteki Avrupa Birliği’nin ne kadar demokratik, vatandaşa yakın, çözüm odaklı ve eylem gücüne sahip olacağına karar verecek. Bu anlamda, üç açıdan bakıldığında, farklı ama önem taşıyan maddeler görülebilir.
İlk olarak: Bu seçimlerde seçime katılım oranı kritik nokta olacak. Katılım oranı, AB’nin temelde demokratik ilkelere göre işleyebilecek durumda olup olmadığını gösterecektir. Halk egemenliğini öngören yönetimlerde, birbiriyle kuvvetler ayrımı ilişkisi içinde olan ve vatandaşlarına katılım için önemli fırsatlar sunan demokratik kurumların varlığı elzemdir. Öte yandan, bu siyasi düzeni kendilerinin seçimi olarak kabul eden vatandaşların, bu düzeni benimsemeleri ve kendilerine açık olan katılım yollarını da göz önünde bulundurmaları gerekir. Kurumsal teklif apaçık ortada ve soru şu: Vatandaşlar bunu kabul edecekler mi? Eğer bu mayıs ayında da, Lizbon Antlaşması sonrası önemi artmış bulunan Avrupa Parlamentosuna ve Avrupa’nın yaygın olarak hissedilen düzenlenme ihtiyacına rağmen bunu reddederlerse, canlı bir Avrupa demokrasisinin vizyonu sonsuza dek bir yanılsama olarak kalacaktır.
İkincisi: AB’nin gelecekteki kurumsal yapılanmasında, “liste başı aday modeli” belirleyici olacak ve dolayısıyla yeni bir AB anayasal uygulaması sağlamlaştırılacak. Bu model, seçimlerden en güçlü çıkan partinin, Komisyon Başkanı’nı çıkarması gerektiğini ifade ediyor. Bunun alternatifi ise, Avrupa devlet ve hükûmet başkanlarının kendi aralarında bu makam için bir aday seçmesi (ve bunu oylama için Parlamento’ya sunması). Liste başı aday modelinin çekici yanı, Avrupa Parlamentosu ve dolaylı olarak Avrupa seçimleri için ek bir demokratik değerlendirme olması. Bu, vatandaşların sadece Parlamento’daki koltuk dağılımı için değil, aynı zamanda doğrudan Avrupa Komisyonu Başkanı’nın belirlenmesi için de oy vereceği anlamına geliyor. Sonuçlar, bir yandan Komisyon Başkanı’nın daha yüksek güvenirliğe sahip olması ve bir yandan da (bir sonraki) Avrupa Seçimlerine ilişkin yenilenmiş bir sinyal olması açısından da çok önemli.
Üçüncüsü, bu seçimlerle Avrupa Parlamentosunun siyasi yapısı şekillenecek. Popülist, radikal ve aşırılık yanlısı partilerin ve hareketlerin üyelerinin oranı tekrar artarsa Parlamento’nun eylem gücü azalır; çünkü bu kesim daha çok engelleyici bir yol izliyor. Diğer bir ifadeyle bu, siyasete yön verme etkisi bulunan isimlerin yer aldığı oluşumların eriyeceği anlamına geliyor. Böyle bir düzende, etki edebilecek çoğunluklara ulaşmak için, parlamenterlerin kendi partilerinden öte, “büyük koalisyonlara” geçmeleri gerekecektir. Bu tarz geniş iş birliklerinde yüksek uzlaşma ihtiyacı bulunur ve bu da kaçınılmaz olarak, en iyi çözüme ulaşmak için açık politik rekabetin oluşmamasına neden olur. Ancak bu, parlamento aşamalarını canlandıracak ve kamuoyunun dikkatini üzerine çekecek bir değişim olacaktır. Ancak “büyük koalisyonlar” şartları altında, siyasi alternatifler ve karar alma süreçleri vatandaşlar için anlaşılmaz kalıyor ve Avrupa Parlamentosu yekpare, şeffaf olmayan ve bağımsız bir arena gibi görünüyor. Dahası, çoğunluk kararları ya çok yavaş alınacağı ya da hiç alınamayacağı için, Parlamento kendisini felç etme eğiliminde olacaktır. Parlamento’nun böyle bir felç durumu geçirmesi, Avrupa siyasetine yönelik iplerin Konsey’de ve dolayısıyla Avrupa’nın büyük güçlerinin ellerinde kalması anlamına gelir. Bunun ise, Avrupa parlamentarizmi ideali ile pek de örtüştüğü söylenemez.
Parlamento’nun Dizayn Gücü & AB’ye Peşin Rağbet
AB’nin geleceği için, Avrupa Parlamentosunun vatandaşlara bağlı bir dizayn gücüne sahip olması çok önemli. Avrupa ancak bu şekilde belirtilen zorluklara karşı sürdürülebilir ve problem odaklı çözümler geliştirebilecek ve uygulayabilecektir. Aynı şekilde popülist eğilimlere karşı, dıştan fark edilebilir bir dizayn iradesi ile en iyi şekilde karşı koyulabilir.
Peki Avrupa seçimleri bağlamında bu ne ifade ediyor? Avrupa için tehlikede olan çok şey var. Örneğin demokrasi, vatandaşlara yakınlık ve AB’nin eylem gücü. Her biri, bir seçmenin oy vermesine değecek konular. Burada AB’ye genel bir rağbet göstermek çok da mühim değil. Verilen oylar daha çok, AB’nin ve AB siyasetçilerinin politikalarının daha da geliştirilmesi için rekabet eden siyasi fikir ve konseptlerin ortaya çıkması adına kullanılmalıdır. Nitekim uygun çözümler ancak siyasi rekabetle birlikte gün yüzüne çıkar ve bunun için en uygun sahne parlamentodur. Bu durum hem ulus devletler hem de AB için geçerlidir.