Dosya: "Aşırı Sağın Gölgesinde AP Seçimleri"

AP Seçimlerinde Aşırı Sağ Tüm Rekorları Geride Bırakabilir

Mayıs ayında düzenlenecek Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde Fransa, İtalya, Avusturya, Polonya, Macaristan ve hatta İspanya gibi ülkelerde aşırı sağın şimdiye kadar elde ettiği tüm rekorları geride bırakacağı kaygısı hâkim.

Fotoğraf: Dursun Aydemir - AA.

Mayıs ayında düzenlenecek Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde Fransa, İtalya, Avusturya, Polonya, Macaristan ve hatta İspanya gibi ülkelerde aşırı sağın şimdiye kadar elde ettiği tüm rekorları geride bırakacağı kaygısı hâkim.

Avrupalı seçmen, Avrupa Birliği’nin (AB) direkt olarak halk tarafından belirlenen tek organı olan Avrupa Parlamentosu’nun (AP) yeni üyelerini seçmek üzere 23-26 Mayıs tarihlerinde sandık başına gidecek. AP seçimleri 5 yılda bir yapılıyor ve 751 üyeden oluşan parlamento, AB’nin yasama, denetim ve bütçe alanlarında belirleyici organı olarak işlev görüyor. Brexit’in gerçekleşmesi durumunda AB üyesi 27 ülkenin toplam temsilci sayısı 705’e düşürülecek.Avrupa kamuoyu, son üç yıldır İngiltere’nin birlikten ayrılması tartışmalarıyla paralel bir biçimde AB’nin geleceğinin tehlikede olduğu diskurunu daha çok duymaya başladı. Küresel gelişmelere ve bu gelişmelerin Avrupa’daki yansımalarına kayıtsız kalamayan Avrupalı, özellikle AB’nin altın çağını yaşadığı 2004 öncesi döneme özlem duymaya başladı. 15 üye ile güçlü ekonomilerden oluşan Birlik, 2004 sonrası Balkan ve Eski Sovyet ülkelerinin katılımı ile mali, siyasi ve sosyal sorunlarla karşılaşmış, siyasi etkisini artırmanın yanında, diğer alanlarda sorunlar yumağına gömülmüştü.

Doğu’da Çin ve Hindistan’ın yükselişi, 90’lardan itibaren Rusya’nın kıta üzerinde etkisi ve tehdidini artırması, ABD’nin Donald Trump yönetimi ile birlikte artık yeni bir döneme girmesiyle birlikte; Avrupalı seçmen, kıtanın geleceği hakkında yeni arayışlara ve soru işaretleri ile dolu gelecek planlarına öncelik vermek zorunda kaldı. 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da “savaşsız dönemi” sağlama başarısı gösteren AB, 21. yüzyıl ile birlikte yeniden şekillenen dünya düzeninde ayakta kalmaya çalışıyor.

İletişim ve teknolojideki gelişmeler, çok sayıda alanda Berlin ile Ankara’yı, Paris ile İslamabad’ı, Amsterdam ile Kahire’yi eşit şans seviyesine getirdi. Avrupa artık yeniliğin, refahın, gelişme ve yayılmanın tek merkezi değil. İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı ile zaten yorulmuş ve yavaşlamış olan Avrupa’da korunmacı ve bencil söylemler gittikçe artmaya, arttıkça da taraftar kazanmaya başladı.

Avrupa Birliği’nde Aşırı Sağ Dalga

Avrupa’da aşırı sağ partilerin 1960’lı yıllardan itibaren ortaya çıkmaya başladığını bilsek de bu partilerin AB genelinde etkili olma veya seslerini duyurma süreci 1990’lardan itibaren başlamıştır. Aşırı sağ partiler, önceki dönemde dar bir alanda ve belirli bir sınıfta etkili olurken, soğuk savaşın sona erişi ve Sovyet bloğunun çöküşü sonrası hedef kitlesini merkeze sabitlemiştir. Aslında bu iki olayla birlikte ABD’deki 11 Eylül saldırıları, Irak’ın işgaliyle birlikte düşünürsek Suriye krizi, Avrupa’da aşırı sağın organizasyon ve yayılışında dönüm noktaları olarak gösterilebilir.

Avrupa aşırı sağı bugün yabancı düşmanlığı, ırkçılık, İslam karşıtlığı gibi artık sıradanlaşan söylemler ile egemenlik, popülizm, AB’ye mesafeli durmak ve tamamen karşı olmak gibi başlıklarda birleşerek etkisini artırıyor. Son yıllarda Avrupa aşırı sağının sistematik hâle gelen çağrıları ise iki kaynaktan besleniyor: İslam karşıtlığı ve göçmenler. Aşırı sağ partiler, ekonomik sorunlar ve güvenlik politikalarını kullanarak Avrupa siyasetinin merkezine yerleşmeyi başardı.

Fransa’da baba-kız Le Penlerin liderliğini yaptığı, daha sonra Ulusal Birlik (RN) adını alan Ulusal Cephe (FN), 2014’te yapılan son AP seçimlerinden birinci parti olarak çıktı. Almanya İçin Alternatif (AfD), 2017’deki genel seçimlerde bir önceki seçimde %4,7 olan oy oranını 12,6’ya çıkardı. İtalya’da Kuzey Ligi (LN) ve İtalya Kardeşliği (FdI) koalisyonu geçen yıl yapılan genel seçimlerde %22,3 oranında oy alarak iktidara geldi. Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) 2016’da başkanlık seçimini az bir farkla kaybetmesine rağmen, 2017’de yapılan genel seçimlerde %26 oranında oy alarak koalisyon ortağı oldu. Ülkede önemli bakanlıkları FPÖ yürütürken, gittikçe artan aşırı sağ politikalar da göze çarpıyor.

AB’nin büyük ekonomilerinde durum böyleyken, Macaristan’da aşırı sağın oy oranı %19,6, Slovakya’da %16,6, Polonya’da %13,5, İsveç’te %17,6, Danimarka’da ise %21,1 olarak kayıtlara geçti. Hollanda’da aşırı sağın oy oranı 2017 rakamlarına göre %13’ten fazla.

Avrupa Parlamentosu ve Aşırı Sağ

Sanılanın aksine Avrupa Parlamentosu’nda milletvekilleri geldikleri ülkelere göre değil, mensubu oldukları siyasi gruplara göre ayrışıyor. AP’de şu anda 8 siyasi grup bulunmakta. Merkez sağı temsil eden Avrupa Halk Partisi (EPP) yani Hristiyan Demokratlar en çok üyeye sahip grup unvanını taşırken, Sosyal Demokratlar (S&D) üye sayısı bakımından ikinci sırada yer alıyor.

Bu büyük grupların dışında 41 üyeli “Özgürlükler Avrupası ve Direkt Demokrasi” (EFDD) ve 37 üyeli Uluslar ve Özgürlükler Avrupası (ENF) açık şekilde AB karşıtı görüşlere sahip üyeler tarafından oluşturulan siyasi gruplar olarak dikkati çekiyor. AP’de ayrıca, büyük çoğunluğunu aşırı sağcı üyelerin oluşturduğu ve AB jargonunda “non-inscrits” diye geçen “bağımsızlar” da 22 üyeyle yer alıyor.

Fransız Ulusal Birlik, İngiliz UKIP, İtalyan Kuzey Ligi, Belçikalı Flaman Çıkarı (Vlaams Belang) ve Hollandalı Özgürlük Partisi (PVV)’nin üyelerinin oluşturduğu aşırı sağ gruplar, AP’de ırkçı, yabancı karşıtı, İslamofobik ve AB karşıtı söylemlerin savunuculuğunu üstleniyor.

AP’de Mayıs Tehlikesi

Mayıs sonunda yapılacak seçimlere İngiltere’nin katılıp katılmayacağı henüz netlik kazanmadı. Anlaşmalı bir Brexit’in iki taraf için de kaçınılmaz olduğunu söyleyen uzmanlar, aksi takdirde hem siyasi hem de ekonomik alanda büyük zararları olacağını, bu karmaşadan Avrupa veya genel anlamıyla Batı’nın kayıplarla çıkacağını kaydediyor.

Avrupa kamuoyu AP seçimlerine hazırlanırken, AB’nin motor gücü iki ülke Almanya ve Fransa’da birliğin geleceği ile ilgili kafa karıştıran adımlar atıldı. Angela Merkel’in siyasete veda etme kararıyla Almanya’da kulisler hareketlenirken, Fransa’da ise Emmanuel Macron’un hâlâ bir ağırlık kazanamamış Cumhuriyetçi Yürüyüş Hareketi’nin AP’de hangi gruba yakın olacağı hâlâ netlik kazanmadı. Merkel’in partisi Avrupa Parlamentosu’nda EPP grubunun can damarı işlevini görürken, Macron’un henüz kemikleşememiş hareketi liberallerle dirsek temasında ısrar ediyor.

Merkel’in, daha doğrusu Almanya’nın göç, güvenlik, genişleme ile ilgili çekinceleri diğer üye ülkelerde şüphe uyandırırken, Macron’un Avrupa Ordusu açıklaması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) koltuğunu AB’ye devretme teklifine karşı tavrı büyük resmi görenler için sürpriz gelişmeler olarak kaydedildi.

Göç, Güvenlik, İslamofobi

Kamuoyu araştırmaları özellikle son yıllardaki göç, güvenlik, İslam karşıtlığı ve ekonomik sorunlar soslu kampanyalar nedeniyle Avrupa sağının gittikçe aşırı sağa yakınlaştığını söylüyor. Artık merkez sağ bir siyasi, aşırı sağ siyasilerden duymaya alıştığımız ve kınanan görüşleri hiç çekinmeden sarf edebiliyor. Merkez sağ aşırı sağa yakınlaşırken, aşırı sağda büyük oy patlaması yaşanacağına dair anket sonuçları mevcut. Brüksel kulislerinde şu günlerde Fransa, İtalya, Avusturya, Polonya, Macaristan ve hatta İspanya gibi ülkelerde aşırı sağın şimdiye kadar elde ettiği tüm rekorları geride bırakacağı kaygısı hâkim. 

Aşırı sağın yanında merkez partilerde oluşmaya başlayan AB karşıtı ve ulusal egemenlikleri önceleyen akımlar, birliğin geleceğine dair planları etkiliyor. Göçmenlere ve Müslümanlara karşı pervasızca saldırıların artık sıradan hâle geldiği Avrupa ülkelerinde toplumsal sorunlarla baş edemeyen siyaset popülist söylemlere sarılıyor. Popülist partiler AB’de daha çok söz sahibi olma yolunda ilerlerken, sağ popülist liderler medyada ve meydanda daha görünür, sözü daha dinlenir hâle geldi. Avrupa solu ve merkez sağının sembol liderleri güç kaybedip gözden düşerken Le Pen, Salvini, Orban gibi isimler karizmatik lider kimlikleriyle öne çıkıyor.

Avrupa kıtasında dünya savaşları sonrası bir barış ve refah projesi olarak ortaya çıkan Avrupa Birliği, 21. yüzyıl ile birlikte güncellenen yeni dünya düzeninde ayakta kalmaya çalışıyor. AB’nin Batı’da ABD, Doğu’da ise Rusya-Çin baskıları altında ezilme tehlikesine karşı aşırı sağ ve popülizm çaresine başvurarak direnme çabaları ise, en çok kendi geleceğini tehlikeye atıyor. Popülist partilerin “Brükselfobi” olarak adlandırabileceğimiz gittikçe büyüyen AB karşıtı hamleleri de AP seçimlerinde karşılığını bulacak. Zira kendi iç hesaplaşmaları içinde kaybolmuş bir sol, gittikçe sağa kayan bir merkez sağ ve radikalleşen aşırı sağ, seçmene istikrarlı bir gelecek vadetmiyor.

Ömer Aydın

Ömer Aydın, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Çeşitli basın organlarında Paris ve  Strasbourg temsilcisi olarak görev yaptı. Diplomasi, göçmenler, yabancılar ve AB kurumları gibi konularda çalışmalar yapıyor.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler