'Dosya: "Etnopluralizm Yeni Sağın Entelektüel Kılıfı"'

Etnik Çoğulculuk ve Avrupa’daki Radikal Sağ İdeolojisi

Yeni Sağ akımıyla birlikte ortaya çıkan etnik çoğulculuk fikri, günümüzde birçok radikal sağ hareket tarafından kullanılmakta; parti ve grupların söylemlerinin zeminini oluşturmakta. 

@ Shutterstock.com değişiklikler: Perspektif

Kültürel farkçılık düşüncesiyle de benzerlik gösteren etnik çoğulculuk, dünyanın belirgin ulusal ve kültürel gruplara ayrıldığı inancına dayanır. Bu düşünceye göre kimliklerinin ve homojen yapılarının muhafaza edilebilmesi için bu ulusal ve kültürel grupların birbirinden ayrı tutulması gerekir. Ulusu oluşturan farklı gruplar, kültürlerini korumak ve kültürel anlamda ayakta kalmak isterler. Fakat bu grupların kendi aralarında kaynaşması kültürel olarak korunma isteklerine tehdit oluşturmaktadır. Bu düşünceye bağlı olarak gruplar, kendi özgünlüklerini koruma ve savunma hakkına sahip olduklarını iddia ederler. 

Yeni Sağın, farklı kültürlerin farklılıklarını ifade etme hakkına dayanarak, kendilerini özgürleştirme hakkına sahip olduğu fikrini kabul etmeleri, ideolojilerinde sola doğru bir kaymaya yol açmıştır. Özellikle de Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemdeki faşist sağın ve ilerleyen dönemlerdeki muhafazakârların aksine, ırkçılık ve emperyalizm karşıtlığına evrilen bir kaymaydı bu. Ancak radikal sağ, bu düşünceyi liberal çokkültürlülüğü ve çağdaş çok etnikli/ırklı/kültürlü toplumların gerçekliğini de reddetmek için kullandı. Şimdilerde de önerildiği üzere Avrupa, diğer kültürleri ve grupları kültürel olarak özgürleşme arayışlarında desteklemeli; fakat yalnızca kendi asıl yer ve ortamlarında olmak koşuluyla. Kısaca burada coğrafi ayrılık esastır: her kültür, belirli bir yere bağlı bir topluluk tarafından paylaşılan bir değerler kümesini temsil etmektedir.

Etnik çoğulcular, savaş sonrasında Avrupalı ulusal gruplara hâkim olan liberal bireycilik modelini, kolektif ulusal kimlik ile ilişkilendirerek, ulusal özgüllüklerin koruması gerektiğini savunmaktadır. Buna göre göçmenler, ulusal ve Avrupaî farklılıklar açısından önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Etnik çoğulculuk fikri, kültürel çeşitliliği ancak bu farklı kültürler kesin çizgilerle sınırlandırılmış ve izole edilmiş biçimde kaldığı takdirde olumlu bir olgu olarak görmektedir; kitlesel göç hareketleri ve çokkültürlülüğe sert bir biçimde karşı çıkmaktadır. 

Etnik Çoğulculuğun İdeolojik Kaynakları

Bir ideolojik platform olarak etnik çoğulculuk, Fransa’da genellikle 1960’ların sonu / 70lerde ortaya çıkan Yeni Sağ (Fr. “Nouvelle Droite”, ND) ile ilişkilendiriliyor. ND’nin en önemli kuramcısı Alain de Benoist, radikal devrimci sağın ancak savaş sonrası Avrupa’da ideolojik anaakımı geri kazanarak başarılı olabileceğine inanıyordu. Bunun için ise radikal devrimci sağın siyasi saygınlık elde etmesi şarttı. Böyle bir saygınlığı elde edebilmek için De Benoist, ırkçılığı, Yahudi düşmanlığını ve “medeniyetlerin çatışması” gibi fikirleri reddetti. Bunun yerine kültürel farkçılık ve etnik çoğulculuk doktrinini, savaş sonrası Avrupa toplumlarına Yeni Sağın yeni bir ideolojik platformu olarak sundu. 

De Benoist’e göre dünya genelindeki kültürler ‘farklı’ olarak görülmeli; ancak birbirinden üstün ya da aşağı olarak görülmemelidir. Batılı liberal küreselleşmenin ilk amansız eleştirmenlerinden biri olarak de Benoist, ulusal kültürlerin geleceğinin, liberalizm ya da sosyalizmden türetilen ilkelerden değil, kendi geçmişinden türetilen geleneksel norm ve değerlerden kaynaklandığını savunuyordu.

Tüm bunların yanı sıra birçok kişi ırkçılığın, Yeni Sağın etnik çoğulculuk söyleminin temelini oluşturduğunu dile getirmiştir. Geleneksel Avrupalı kültürlerin dünyanın diğer bölgelerine kıyasla üstün olduğuna dair düşünce buna örnek olarak gösterilebilir. Zira bu fikir, radikal sağın göçmen ve özellikle Müslüman karşıtı söylemlerinin ana fikri hâline geldi. Göçmenlerin kültürel kimlikleri hakkında düşmancıl ve ırkçı fikirler yaymak amacıyla etnik çoğulculuğun post-ırkçılık ilkelerini istismar etti.  

Hollanda Özgürlük Partisi lideri İslam’a karşı defalarca “şiddetli” ve “barbar” ifadelerini kullandı. Hollanda değerlerinin, hem Hollanda’da yaşayan Müslüman azınlıklar hem de Müslüman ülkelerden gelen göçmenler tarafından tehdit edildiğini iddia etti. Tüm bu söylemleriyle Wilders, Yeni Aşırı Sağın İslam’ı sözümona medeniyetsiz, asimile edilemeyen ve bu nedenle çağdaş Avrupa’da yıkıcı kültürel bir varlık olarak gösterdiği iftirasının bir amblemi hâline geldi. 

Radikal Popülist Sağ ve Etnik Çoğulculuk İlişkisi

Etnik çoğulculuk, radikal popülist sağın göçmen karşıtı, yabancı düşmanı ve İslamofobik ideolojisini meşrulaştıran güçlü söylemlerini meşrulaştırmasını sağlayan argümanlarıyla bu grubun imdadına yetişti. Anaakım saygınlığını kazanma çabası, bu düşünceyi savaşlar arası dönemin zehirli mirası olan faşizmden ve 1945 sonrası yeni faşist akımlarından ayırıyordu. 

Etnik çoğulculuk düşüncesi, sağın popülist söylemlerinin etkin bir biçimde, göç, küreselleşme ve çokkültürlülük konularındaki toplumsal kaygılarla uyum sağlamasına olanak tanıyarak, halk arasında hem toplumsal hem de seçimlere yönelik albenisini artırmıştır.  Tüm bu modern eğilimler (göç, küreselleşme, çokkültürlülük vb.) artık ulusal kültürlerin kültürel özgünlüklerine ve önde gelen ulus-devletlerinin bekasına ortak bir tehditmiş gibi lanse edilmektedir. 

Aşırı sağ özellikle göçü, uyumsuz görünen grupların kaynaşması ve  kontrol edilemeyen bir süreç olarak sunmaktadır. Bu nedenle göç olgusu, farklı kültürlerin katı coğrafi sınırlarla ayrılması gerektiği ve farklı kültürel grupların aynı toplumda yer almasının toplumsal bütünlüğe zarar verdiği düşüncesini savunan etnik çoğulculuk fikrine ters düşmektedir.  Ancak, radikal popülist sağ özellikle etnik çoğulculuk ideolojisini, toplumun giderek artan kesimlerinin kaygılarıyla birleştirmiş ve bunda başarılı olmuştur. 

Kemer sıkma politikalarının, işsizliğin ile yaşam standartlarındaki düşüşün (hissedilen ve gerçekte olan) yaşandığı bir zamanda göçmenlere dair bakış açısı da etkilenmiştir. Zira göçmenlerin ulusal çoğunluk mensuplarını istihdam ve sosyal yardımlardan mahrum bıraktığı düşüncesi, etnik çoğulculuk ideolojisinin farklı halkların aynı toplumda bir arada yaşamasının toplumsal bütünlüğe zarar verdiği argümanının geçerliliğinin doğrulanmasında kullanılıyor. 

Ek olarak, göçmenlerin suçla ve yakın zamanda terörle ilişkilendirilmesi, etnik çoğulcuların dilinden düşürmediği, ‘farklı kültürlerin yeni kültürel ortamlara uyum sağlamasının imkânsız olduğu’ ve ‘ev sahibi ülkelerin refahını tehdit ettiği’ söylemlerini güçlendirmektedir. Son olarak aşırı sağın, Müslüman ülkelerden Avrupa’ya doğru giderek artan göç akışıyla Batılı toplumların ‘İslamileşmesi’ hakkındaki kıyamet senaryoları da bu anlamda önem arz etmektedir. Zira bu senaryolar, etnik çoğulculuk ideolojisinin, ‘gelecekteki göçleri kısıtlayarak ulusal kimliğin korunması’, ‘mecburi asimilasyon politikaları’ ve hatta ‘göçmenlerin topluca sınır dışı edilmesine’ yönelik taleplerinin meşrulaştırılmasında kullanılmıştır. 

Anaakım Olma Yolunda Etnik Çoğulculuk

Etnik çoğulculuk günümüz Avrupası’nda, radikal sağın ana ideolojik ve siyasi ilkelerinin zeminini oluşturuyor. 2008’deki küresel finansal kriz ve Avrupa’daki son dönemlerde gerçekleşen mülteci krizi, etnik çoğulculuğun aşırı sağcı popülist partilerin ideolojilerinde etkisini daha da artırdı.  

Son yıllarda Macaristan, İtalya, Fransa, Hollanda ve dünyanın başka ülkelerinde bu tür partiler tarafından sürekli gündeme getirilen ‘Avrupa’nın göçmenler (aslında Müslümanlar kastediliyor) tarafından istilası’ argümanı etkisini, etnik çoğulcuların ‘Avrupalı olmayan kültürler, Avrupa’ya ait değildir ve ev sahibi ülkelerin kimliğine ve bütünlüğüne tehdit oluşturuyor’ fikrine borçludur. 

Yabancı düşmanlığı, göç ve göçmen karşıtlığı ve İslamofobi, daha geniş bir pan-Avrupa (Avrupa ülkü Birliği) söyleminin temelini oluşturuyor. Bu söylem, radikal popülist sağın birbiriyle alakasız olan güçlerini, etnik çoğulculuk zihniyetinin dışlayıcı gelecek vizyonu temelinde birleştirmesine zemin hazırlamıştır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki aşırı sağ partilerin seçimlerdeki etkisi, bu fikirlerin hâkim toplumda artan albenisinin kesin bir göstergesi değildir. 

Düzen politikalarına duyulan güvensizlik ve göçün etkilerine dair endişeler, popülist sağın –her ne kadar seçimlerdeki oy oranları aksine işaret etse de – toplum üzerinde daha fazla etkili olmasına zemin hazırlamıştır. Dahası, “saygın” radikal sağ ile anaakım siyasi partiler arasında artmakta olan boşluk, göçmen karşıtı fikirlerin anaakım siyasi partilerce daha fazla kabul görmesine yol açmıştır. Bu nedenle, etnik çoğulculuk radikal popülist sağ ideolojisindeki birincil konumunu korurken, bu ideolojinin söylemleri yumuşatılmış ve siyasi anaakım güçlerince benimsenmiştir. 

Anaakım siyasi partilerin, ‘radikal sağın halk desteğinden mahrum kalması için’ ‘radikal sağın argümanlarını alıntılama ve kullanma stratejisi’ şu ana kadar popülist partilerin yükselişini durduramamıştır. Bu partilerin bazıları hâlen iktidarda (örn., İtalya, Danimarka, Avusturya) ya da yakın geçmişte iktidarda idiler (örn., Hollanda). Ancak daha önemlisi, bu strateji, aşırı sağcı fikir ve gündemlerin topluma ve anaakım siyasete yakınlaşmasına neden oldu. 

Viktor Orbán yönetimindeki Macaristan örneği, bir sağ anaakım siyasetçisinin, göçmenlerin “yabancı istilasını” bertaraf eden, etrafı duvarlarla çevrili etnokratik (yani belirli bir etnik topluluğun hâkim olduğu yönetim şekli) bir Macaristan vizyonunu normalleştirerek, göçmen karşıtı ve İslam-karşıtı kamuoyu dalgasını nasıl yaratabileceğini gözler önüne seriyor. Halbuki, çok değil yalnızca birkaç sene önce, bu tarz söylemler sadece aşırı sağcı ideoloji ve partilerle ilişkilendirilebilirdi.

Aristotle Kallis

Birkeşik Krallık’taki Keele Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olan Prof. Aristotle Kallis’in ağırlıklı çalışma alanları Avrupa’da faşizm ve sağ hareketlerdir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler