'Dosya: "Fransa Müslümanları ve Hak Arayışları"'

“Fransa’daki Müslüman Karşıtı İklimin Mimarı Fransız Elitleri”

Cezayir Kökenli Fransız gazeteci Hassina Mechaï Fransa’da göçmenlere dair sosyal ve siyasi tartışmaları yakından takip eden bir isim. Mechaï ile Fransa’da Müslümanlara yönelik algıyı ve göçmen kökenli bir gazeteci olmanın ne anlama geldiğini konuştuk.

Hassina Mechaï

Kısaca kendinizden ve ailenizden bahsedebilir misiniz? Fransa’da nasıl bir ortamda büyüdünüz ve gazeteci olmaya nasıl karar verdiniz?

Cezayir’de, Kabylie bölgesinde doğdum. Babam Fransa’daydı, Paris’te çalışıyordu. Daha iyi bir gelecek için ekonomik bir göçtü bu. Aile birleşimi sayesinde babam annemi ve biz çocukları Fransa’ya getirdi. Fransa’nın doğusunda, İsviçre sınırında büyüdüm. Ailem eğitim vasıtasıyla toplumsal yükselişin çok bilincindeydi ve bu nedenle bizi her zaman okul eğitimi konusunda teşvik ettiler. Kitaplara saygı duyulurdu, bilgi kutsaldı. Gazeteci olmaya ise çok küçük yaşta karar verdim çünkü ailem sürekli haber bültenlerini izliyordu ve babam nasıl okuduğumu ölçmek için okuduğu gazetenin uluslararası haber sayfalarını okuturdu bana.

Fransa Avrupa’daki en fazla Müslüman nüfusa sahip ama aynı zamanda katı laiklik anlayışıyla Batı Avrupa ülkeleri içerisinde dinî özgürlüklerin en fazla kısıtlandığı ülke. Sizce Fransa’da birçoğu bilhassa İslam’ı ve Müslümanları hedef alan yasakların ardında seküler kaygılardan ziyade, bazılarının iddia ettiği gibi bir kültür savaşı olduğu söylenebilir mi?

İlginç bir soru bu. Fransa’da olup bitenlerin pek çok bileşeni var aslında. İlk olarak, Cezayir meselesi hassas okumalar gerektiren bir konu olmaya devam ediyor. Fransa bu kaybın tesellisini hâlâ bulamadı ve bu savaşı da her şeyden önce bir aşağılama ve gücünün yanı sıra uluslararası statüsünün de kaybının başlangıcı olarak görüyor. Ama tabii bu benim kişisel analizim. Ayrıca, Fransız tarihine dinî ve siyasi iç savaşlar damga vuruyor. Bu, kendi içindeki düşmanları hızlı bir şekilde tespit edebilen Fransız ruhuna işaret ediyor. Bunun yanında sol cenahta, Katolik Kilisesi’nin sınırsız etkisine muhalefetten doğan geleneksel bir din karşıtı akım var. Fransız devletinin bu dinî güce karşı kurulmuş olmasının da bir etkisi var. Bunlara ülkedeki ırkçılığı, söylenenin aksine çok iyi entegre olmuş Müslüman toplumun önemini ve küreselleşme bağlamında kimlik sorununu da eklediğinizde Fransa’da olup bitenlerin izahına yaklaşmışsınız demektir. Ama bu konulardan da bir bıkkınlık gözlemliyorum; Fransızlar da gerçek sorunlarının azalan kamu hizmetleri, sosyal adaletsizlik ve daimî yoksulluk olduğunu görüyor. Dolayısıyla sürekli ısıtılan güvenlik ve İslam konuları da giderek daha fazla yorucu oluyor. Zemmour bu saplantının zirvesi ama aynı zamanda belki de en dip noktası.

En son Fransa’da aralarında Greenpeace gibi uluslararası örgütlerin de bulunduğu 25’ten fazla dernek ve sivil toplum kuruluşu, dernekleşme özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle “Ayrılıkçılık Yasası” olarak da bilinen tartışmalı “Cumhuriyet Değerlerine Saygıyı Güçlendiren Prensipler” yasasının iptali için Danıştay’a başvurdu. Bir gazeteci olarak bu yasa sizi mesleki açıdan nasıl etkiliyor?

Bu yasa beni doğrudan etkilemiyor ama beni endişelendiriyor, çünkü garanti altında olduğu düşünülen kamu özgürlüklerine yönelik bir saldırı. Kamuoyu tarafından, hatta medya tarafından daha fazla endişe ile karşılanmamasına şaşırıyorum. Sadece sivil toplum kuruluşları ve hukukçular yasanın özgürlükleri ihlal eden yapısını anlamış görünüyorlar. Fransa’da sanki kabul edilemez şeyleri kabul ettirmek için bir yasayı “İslamcılıkla savaş” kisvesi altında sunmak yeterliymiş gibi görünüyor.

Cezayir kökenli bir Fransız olarak Fransa’da gazeteci olmak hususunda neler söylersiniz? Bunun avantajları ve dezavantajları sizce neler?

Duruma göre değişiyor. Cezayir ya da İslam’la ilgili meselelerde çok ciddiye alınıyoruz, ancak diğer meselelerde durum böyle değil. Kişinin kendisini kanıtlaması gerekiyor. Bir kadın olarak şanslı olduğumu söyleyebilirim, çünkü Fransızların zihninde özgürleşmek için ailelerine karşı savaşmak zorunda kaldığı varsayılan Mağripli kadınlarla ilgili “olumlu” bir algı var. Bu bize bariz bir şekilde Fransa’nın sömürgelerindeki medenileştirme misyonunu hatırlatıyor. Edward Said veya Frantz Fanon bu konuyu benden daha iyi izah ediyorlar. Sorun şu ki, bizi şu an bulunduğumuz yerlere gelmeye ailelerimiz teşvik etti, fakat Fransız kamuoyu bunu göremiyor. Bununla birlikte gazeteci olsun ya da olmasın, Fransa’da Arap kökenli bir erkek olmak ise çok daha zor.

Fransa’da Müslümanlara ve göçmen kökenlilere yönelik gerek hükûmet uygulamaları gerekse resmî kurumlar düzeyinde bir ırkçılığın/ayrımcılığın varlığından söz edebiliriz. Peki bu resmî tutum sokaktaki çoğunluğun Müslümanlara/göçmenlere yönelik tutumuna ne derece yansıyor?

Fransız ikliminin tüm Fransız toplumunu yansıtmadığına, daha çok Fransız elitleri ve seçkinleriyle ilgili olduğuna inanıyorum. Bu tutum aşağıdan yani halk tabanından yukarıya doğru değil, yukarıdan aşağıya doğru. Müslümanlarla ilgili sonu gelmeyen tartışmaların gidişatını belirleyenler bu medya elitleriyle siyasi seçkinler. Bu durum onlara kendilerini daha düşük bir maliyetle “popülerleştirme” ve halka daha yakın görünme olanağı tanıyor ama esasında bu seçkinler toplumdan ve olup bitenden tamamen kopuk durumdalar. Yalnızca Paris’te (ve orada da sadece birkaç semtte) yaşıyorlar ve Fransız sosyal dokusundan bihaberler. Bu bakımdan Macron ve Zemmour, Fransa’nın ne olduğuna dair tamamen hayalî bir balonun içinde yaşıyorlar. Doktorun, fırıncının, sendikacının, çiçekçinin giderek daha fazla Kuzey Afrika göçmen kökenlilerden oluştuğunu gözlemliyorum. Ve kendi etnik kökeninin dışından biriyle yapılan karma evlilikler de Fransa’da oldukça fazla. Bu bazı insanlarda panik yaratsa da sosyal bir gerçek.

Fransa’daki ana akım Müslüman karşıtı söylem, sizin gazetecilik hayatınızda öz sansür uygulamanızda etkili oluyor mu? Bazı konuları hiç ele almamak veya çoğunluk toplumunun hassasiyetleri uyarınca ele almak gibi kendinizi disipline ettiğiniz anlar oluyor mu?

Hayır, kendime asla sansür uygulamam. Eğer bir fikre katılmıyor ve sesimi de duyuramıyorsam orayı terk ederim. Şimdiye kadar da zaten Fransız medyasından çok yabancı basın için çalıştım.

Azınlığa mensup bir gazetecisiniz. Sizce Fransa kökenli gazetecilerle aranızda haber kaynaklarına erişim konusunda fark var mı?

Benim bildiğim kadarıyla yok. Ama dediğim gibi, Mağripli bir kadın gazeteci, Fransa’nın bu özgürleşme veya başarılı entegrasyon perspektifinden her zaman iyi görülür. Bundan dolayı kökenimden ötürü bir kolaylaştırma durumu gözlemlediğimi bile söyleyebilirim.

Sanat ve edebiyatın dönüştürücü bir gücü olduğunu biliyoruz. Peki göçmen kökenli Fransız sanatçılar Fransa’da bu anlamda sizce nasıl bir etkiye sahip?

Spike Lee’nin “Do the Right Thing (Doğru Şeyi Yap)” filmineki, ırkçı bir adamın idollerinin hepsinin siyahi olduğunu anladığı sahneyi bilirsiniz. Fransa’da da durum biraz böyle. Zidane hâlâ Fransızların en beğenilen şahsiyetlerinden biri, kuskus çok sevilen bir yemek, göçmen kökenli figürler toplumsal hayatta giderek daha belirleyici rol oynuyor. Evet, bu bir paradoks ama gelecek için umut veriyor. Zaten çok kültürlü bir toplumda yaşıyoruz ve gözlemlediğimiz şey bu gerçeğin inkârı ve bu gerçeklikten duyulan korku.

Fransa’da Müslüman kökenli ve diğer göçmen kökenli toplulukların medyada ve edebî ve kültürel yapımlardaki simgesel temsilinde problemler gözlemliyor musunuz?

Çok iyi bir soru. Evet, kesinlikle medyanın, politikacıların ve bazı Fransızların yansıttığı Müslüman resmi tamamen yanlış ve sabit. Örneğin, İmam Chalghoumi Fransız medyasında çok popüler, ancak onun kendilerini temsil etmediğini düşünen Fransa Müslümanları tarafından dikkate alınmayan biri. Fransızcası oldukça zayıf ve Kuzey Afrika kökenli göçmenlerin bugünkü torunlarının imajını doğru şekilde yansıtmayan bir adam. Buna rağmen sürekli medyanın öne attığı, göz önündeki bir isim.  İslam hakkında konuşabilen Kuzey Afrika kökenli Fransız Müslümanlar ise Chalghoumi’nin canlı bir örneğini teşkil ettiği Fransa‘nın Müslümanlara yönelik basmakalıp yargılarından çok uzak oldukları için görmezden geliniyorlar. Örtünme ile ilgili tartışmalar da beni şaşırtıyor; ileri düzeyde akademik geçmişe sahip kadınların gönüllü olarak örtündüklerini anlayabilmek Fransız düşünce yapısı için çok zor bir konu. Zira başörtüsünü kadına erkek bir akrabanın dayattığı bir yükümlülük olarak görüyorlar. Yani bazıları için örtünme ile mücadele bu kadınlara yardım anlamına geliyor; söz konusu kadınlar bunu istemese veya yardıma ihtiyaç duymasalar bile.

Sanat ve edebiyat mecrasında Müslümanların veya genel anlamda göçmen kökenlilerin temsili daha az karikatürik olsa da klişeler mevcut. Marsilya’nın kuzey bölgelerinin ve dolayısıyla sakinlerinin karikatürik bir anlatımı olan Bac Nord filmi buna örnek olarak gösterilebilir. Şimdilerde Zemmour veya Le Pen tarafından bir gerçeklik olarak sunuluyor bu filmde gösterilenler. Aynı şekilde yazar Houellebecq’in başarısı; kitapları sanki bir çöküşün peygamberiymiş gibi saygıyla karşılanıyor ve edebiyat eleştirmenleri onun Fransa’da birbirinin eş anlamlısı olarak kullanılan Arap ya da Müslümanlara yönelik ırkçı ifadelerini okuduklarında şaşkınlık veya tepki göstermiyorlar.

Fransa’nın çoğulcu yapısıyla barışması için atılması gereken yapısal adımlar neler sizce?

Fransız toplumu zaten çoğulcu. Bunu kabul etmesi gerekenler elitler. Fransız halkı bunu zaten biliyor. Ulusal Cephe’nin en güçlü olduğu yerlerin göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı yerler olmadığı biliniyor; aksine göçü sadece televizyon ve siyasi tartışmalardan tanıyanların yaşadığı yerlerde güçlü oy oranlarına sahipler. Bunun yanı sıra kamu hizmetlerinin giderek azaldığı ve gelecek kaygısı taşıyan insanların yaşadığı yerlerde de güçlüler. Bu aşırı sağa verilen oylar ile sosyal devletin söz konusu yitimi arasında bir korelasyon var. Dolayısıyla tüm bunları, zaten var olan bir değişim karşısında yaşanan ahlaki bir panik olarak değerlendiriyorum. Macron’un veya Zemmour’un yitip giden Fransa efsanesi etrafında şekillenen konuşmalarına bakın. Ancak gerçek şu ki bu kayıp göçten değil, Ulusal Direniş Konseyi’nden doğan sosyal devlet anlayışından uzaklaşmaktan kaynaklanıyor.[1]

Dipnotlar:

[1] Ulusal Direniş Konseyi (Conseil national de la Résistance), İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’da sosyal sigortanın, kamulaştırmanın, basın desteğinin, garantili emekliliğin, asgari sosyal koşulların ve kamu hizmetlerini güçlendirmeye yönelik geniş bir programın olduğu refah devletinin temellerini attı.

Meltem Kural

Lisans eğitimini Martin Luther Üniversitesinde Tarih ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinde tamamlayan Kural, Londra Üniversitesi SOAS’ta (School of Oriental and African Studies) Yakın Doğu Çalışmaları alanında yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Kural, Perspektif dergisinin online editörlüğünü yapmaktadır.
Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler