Dosya: "İklim Göçü"

İklim Kaynaklı Göç, İç Göç ve “Hareketsizlik” Olgusu

İklim göçü, yalnızca uluslararası düzeyde değil, aynı zamanda yoğun bir iç göç hareketliliği olarak gerçekleşmekte. Bu olguyu ele alırken göz ardı edilen önemli bir boyut ise kötü koşulların göçe zorladığı birçok topluluğuğun yoksulluk, sosyal bağlar veya kültürel nedenlerle hareket etme imkânına sahip olmaması.

Harita: Dimitrios Karamitros - Shutterstock. Değişiklikler: Perspektif.

İnsan topluluklarının dünya üzerinde yayıldığı alan aslında oldukça sınırlı bir düzeyde. Tahminlerin oranı değişmekle beraber dünyanın yalnızca yüzde 15’i insanlarla meskun. İnsan kaynaklı iklim değişimi, insanları yavaşça kuzeye iterek bu oranı daha da düşüreceğe benziyor: Birleşmiş Milletler Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) göre Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde 2050 itibarıyla yılın 12 ayında su kıtlığı sorunu baş göstermiş olacak. Bazı bilimsel tahminlere göre önümüzdeki 50 yıl içinde bir milyardan fazla insan göç etmek zorunda kalacak.

İklim Değişimi ve Göçe Dair Gelecek Projeksiyonları

Ekonomi ve Barış Enstitüsü, 2050 yılına kadar iklim değişikliği ve buna bağlı afetler nedeniyle dünya genelinde 1 milyar 200 milyon insanın yerinden olacağını tahmin ediyor. Eğer dünyanın toplam nüfusu projekte edildiği gibi 2050 yılında 9 milyar 900 milyon seviyesine ulaşırsa, bu dünyanın yüzde 12’sinin iklim göçmeni olacağı anlamına geliyor. Ancak tahminlerin projeksiyonları farklılaşıyor ve bazı kurumlar iklim değişiminin etkisini küçümsememekle beraber öngörülen göçmen hacmini daha düşük saptıyor. Örneğin Dünya Bankası 2021 yılının ekim ayında, önümüzdeki otuz yıl içinde 200 milyondan fazla çevre göçmeni olacağını tahmin eden bir rapor yayımladı.

Uluslararası Para Fonu (IMF) bünyesindeki göç eğilimleri verilerine dayanan güncel bir çalışma, değişen iklim koşullarından (sıcaklık, yağış, kuraklık ve aşırı yağışlar) etkilenecek küresel göç trendlerinin önümüzdeki on yıllara göre dağılımını tahmin etmekte: Araştırma ekibi, dünya genelinde göçmen sayısının 2030-2039 döneminde 73 ila 91 milyon arasında; 2040-2049 döneminde 83 ila 102 milyon arasında; 2050-59 döneminde 88 ila 121 arasında ve 2060-2069 döneminde 87 ila 133 milyon artacağını öngörüyor.

Kıtalara ve bölgere göre bakılacak olursa araştırma ekibi, Afrika’dan diğer tüm hedef kıtalara doğru göç akışının arttığını tespit ediyor. Afrika’dan Avrupa’ya öngörülen göç hareketleri, şu anki seviyesi olan 3.4 milyondan 2030’da iki katına çıkarak 7 milyona ulaşacak. Asya ülkeleri arasındaki göç akışları yaklaşık yüzde 50 oranında artarak 30 milyonu aşacak. Buna karşılık, Asya’dan Avrupa’ya 2010’da 5.7 milyon seviyesinde olan akış 2030’da 4.3 milyona düşecek. Benzer şekilde, Latin Amerika’dan Avrupa’ya yönelen akışlar 3.4 milyondan 2.1 milyona inecek. Bunun yerine Latin Amerika’dan Kuzey Amerika’ya göçmen akışı yaklaşık yüzde 50 oranında artacak: Bu da 10 milyonu aşan bir rakam anlamına geliyor.

Akut belirtileri artan bu sorun karşısında devletlerin koordinasyonunu arttırmak isteyen Birleşmiş Milletlere göre bilimsel çalışmaların öngördüğü göç, hâlihazırda başlamış durumda. Söz konusu veri ve projeksiyonlar ne kadar endişe verici olursa olsun, iklim değişiminin kısa vededeki akut etkilerine oldukça açık ve maruz durumdaki hassas bölgelerde yaşayan insanların ezici çoğunluğu aslında doğrudan bir başka ülkeye göç etmiyor. Sadece 2022 yılında, afetler sonucunda yaklaşık 32 milyon 600 bin kişinin ülke toprakları içinde bir iç göç gerçekleştirdiği tespit edildi. Bu sayı sellerden, muson yağmurlarından ve diğer şok olaylarından kaçmak zorunda kalan insanları kapsıyordu. Deniz seviyesinin yükselmesi, kıyı erozyonu, aşırı sıcaklar, orman yangınları ve iklim kaynaklı bozulmalar gibi giderek kötüleşen çevresel koşullar nedeniyle evlerinden ayrılmak zorunda kalmış insanların sayısı ise bütünüyle kayıtlara geçmiş olmasa da bazı göstergelere artık sahibiz.

2008-2023 Döneminde İklim Mültecilerinin İç Göç Tablosu

Dünyanın farklı -güney- bölgelerindeki duruma ve geleceğe dair projeksiyonlara kısaca göz atmak gerekirse karşımızda şöyle bir tablo var: Dünya Bankası tarafından yayımlanmış 2018 tarihli bir raporda Sahra Altı Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika’da 143 milyon insanın iklim değişikliği nedeniyle yerinden edileceği tahmin edilmişti. Ülke İçinde Yerinden Edilme İzleme Merkezi (IDMC) de bu öngörüyü destekliyor. IDMC’nin 2008-2023 dönemindeki verilerine göre kötüleşen iklim koşulları ve doğal felaketler nedeniyle evlerini terk etmiş insanların ülkelere göre dağılımı şu şekilde:

  • Hindistan: 56.500.000
  • Pakistan: 25.500.000
  • Bangladeş: 18.800.000
  • Vietnam: 5.500.000
  • Etiyopya: 4.300.000
  • Kenya: 2.400.000
  • Nijer: 2.200.000
  • Sudan: 2.000.000
  • Afganistan: 1.500.000
  • Yemen: 933.000

Ancak iklim göçünün dünyanın bu bölgelerine özgü bir kriz olmadığını ve olmayacağını net bir şekilde hatırlamak gerekiyor. Amerika Birleşik Devletleri, iklim kaynaklı felaketler nedeniyle ülke içinde yerinden edilen insanlar bakımından bu listedeki birçok ülkenin önünde: Yine 2008-2023 zaman diliminde -aynı zamanda kasırgalar, fırtınalar, seller ve orman yangınları ülkesi olan- ABD’de 11 milyon 300 bin insan aynı sebeplerden ötürü evinden ayrılmak zorunda kaldı. 2023 yılında oldukça geniş çaplı bir deprem felaketiyle sarsılan Türkiye’de ise bu rakam 4 milyon 500 bin olarak tespit edildi.

Evlerinden Ayrılamayanların Durumu

Göç, çevresel tehditlere karşı doğal bir tepki gibi görünse de, gerçek çok daha karmaşık. İklim değişikliği ve göç arasındaki ilişki doğrusal değil; etkileri büyük ölçüde değişken ve herkesin hareket etme imkânı veya arzusu yok. Bazı bireyler kendi toplulukları içinde değişen koşullara uyum sağlayabilirken, diğerleri göçü etkileyen önemli engellerle karşı karşıya.

Birçok insan için yoksulluk birincil engel. Uzmanlar Zambiya gibi bölgelerde, daha zengin kısımlarda iklim kaynaklı göç yaşanma olasılığı daha yüksekken, daha yoksul bölgelerde genellikle hareketsizlik görüldüğünü tespit ediyor. Benzer şekilde, Batı Afrika’da kuraklıkla karşı karşıya kalan çiftçiler zaten kıt olan kaynaklarını göçe yatırmak yerine temel hayatta kalma pratiklerine yönlendiriyorlar.

Fiziksel ulaşım engelleri ya da sosyal bağlar gibi diğer toplumsal faktörler de göç etme ya da etmeme kararlarında önemli bir role sahip. Bir araştırma, Vietnam’ın Mekong Deltası’nda, aile veya iş bağlantıları gibi sosyal ağların yokluğunu, göçün önünde finansal maliyetlerden daha önemli bir engel olarak tespit etmişti. Uzak bölgelerdeki insanlar için, Tacikistan’da gözlemlendiği gibi, sel veya çığ nedeniyle yolların kapanması gibi fiziksel engeller onları daha da izole ediyor ve hareketi engelliyor.

Buna ek olarak, belirli gruplar kendilerini oldukları yerde hapseden yüksek hassasiyetlerle karşı karşıya kalıyor. Yaşlılar ve engelliler afetler sırasında genellikle daha az tahliye edilebiliyorlar. Örneğin Japonya’da 2011 yılında meydana gelen tsunamide ileri yaştaki birçok Japon ka çma imkânına hiç sahip olmadı çünkü afet gündüz vakti aile üyelerinin evde olmadığı bir zamanda meydana geldi. Daha küçük ölçekli benzer bir vaka 2021 yılında Almanya’da yaşandı: Sinzig kentinde sosyal bir kurumda yaşayan 12 engelli insan, zamanında tahliye edilmedikleri için selde boğularak can verdi.
Hareketsizlikte toplumsal cinsiyet dinamikleri de rol oynuyor. Sri Lanka’daki 13 tahliye kampını kapsayan bir araştırma, 2004 Hint Okyanusu tsunamisinin olduğu sabah, kapalı alanlarda ve evlerde bulundukları için kadın ve çocukların orantısızca öldüğünü göstermiştir. Doğal fekaketlerin periyodik bir şekilde insanları yerinden ettiği Bangladeş’te kadınların ekstrem hava olayları sırasında evlerine, hayvanlarına ve ailelerine bakmak için genellikle geride kaldığı ifade ediliyor. Bunun gerekçesi olarak da insanların toplandığı barınakların güvenlik sorunları öne çıkıyor.

Her Şeye Rağmen Kalmayı Tercih Edenler

Elbette hareketsizlik kapsamına giren tüm durumların zorunlu olduğunu düşünmemek gerek. Birçok insan, topraklarına olan kültürel, ailevi veya manevi bağları nedeniyle risk altındaki bölgelerde kalmayı aktif olarak tercih edebiliyor. Deniz seviyesinin yükselmesi tehdidi altındaki Kiribati ve Tuvalu gibi Pasifik Okyanusu’ndaki ada ülkelerinde de liderler ve topluluklar yer değiştirmeye direndi ve çevresel risklere rağmen kalmayı tercih ettiler. Bu ve benzeri kalma kararı alan topluluklar genellikle kültürel kimliklerine, kutsal addedikleri mekânlara ve anavatanlarıyla olan bağlarına verdikleri önem nedeniyle göç etmeyi tercih etmedi.

Dahası, hareketsizlik her zaman durgunluk anlamına da gelmiyor. Göç etmeyen insanlar, para kazandıkları işleri için gidip gelmek veya döngüsel göç gibi yerelleştirilmiş hareketlere katılmaya devam edebiliyor. Gündelik hayatın her kötü koşula rağmen sürdürüldüğü böylesi durumlar, insanların kalıcı olarak ayrılmadığı ancak değişen koşullara uyum sağlamak adına oluşturdukları -hareketsizlik gibi görülen- yereldeki küçük ölçekli mobilitenin karmaşıklığına işaret ediyor.

 

Kaynaklar

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler