Köleliği Yeniden Üretmek: Zorla Çalıştırma ve Modern Dünyada Esaret
Kölelik tarih mi oldu; yoksa sadece şekil mi değiştirdi? Düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, borç kıskacı, bireysel özgürlük vaadi ve başarı beklentileriyle modern dünyada kölelik nasıl yeniden üretiliyor?

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), köleliği “cezai yaptırım tehdidi altında zorla çalıştırılma veya hizmet sunma durumu” olarak tanımlıyor. Modern kölelik ise, bir bireyin kişisel veya ticari kazanç amacıyla başkaları tarafından kandırılarak, zor ya da tehdit kullanarak sömürülmesi olarak açıklanıyor. İnsan kaçakçılığı, zorla veya borç karşılığı çalıştırma, cinsel sömürü ve zorla evlilik gibi uygulamalar modern köleliğin yöntemleri olarak biliniyor.
Şu anda dünya genelinde neredeyse 50 milyon insan ILO tanımına göre kölelik altında yaşıyor ve bunların yaklaşık dörtte birini çocuklar oluşturuyor. Zorla evlendirilen 22 milyon insanın beşte ikisi çocuklardan oluşurken, zorla çalıştırılan yaklaşık 28 milyon insanın 17,3 milyonu özel sektör, 4 milyonu ise devlet otoriteleri tarafından çalıştırılıyor. 6,3 milyon insan ise ticari cinsel sömürüye uğruyor.
Köleliğe, refah düzeyine bakılmaksızın her ülkede rastlanırken, zorla çalıştırılma vakalarının yarısından fazlası (yüzde 52) ve zorla evlendirmelerin dörtte biri, orta-üst veya yüksek gelirli ülkelerde gerçekleşiyor.
Modern Kölelik ve Zorla Çalıştırma
Modern köleliğin günümüzdeki en yaygın türlerinden biri işçi sömürüsüdür. Ağır koşullar altında, uzun saatler boyunca düşük ücretlerle çalıştırılan işçiler, sermaye ve gücü elinde tutan küçük bir azınlığın hizmetindeki modern köleler olarak tanımlanabilirler. Üstelik şartlar ne kadar ağır olursa olsun, daha kötü durumda olan ve bu işçilerin yerini almaya hazır başkalarının bulunması, işverenlere işçilerini düşük maaşlarla çalıştırma veya işten çıkarmakla tehdit etme imkânı veriyor.
Böylece birçok insan, başka bir mali güvencesi olmadığından geçinebilmek için yapmak istemediği işleri kabul etmek zorunda kalıyor. Bu nedenle modern kölelik, çoğu zaman göz önünde olmasına rağmen kolaylıkla fark edilemiyor. Tekstil ve hizmet sektöründe, tarım alanında veya fabrikalarda çalışan işçiler, hatta temizlikçi veya bakıcı olarak ev içi işlerde çalışan insanlar çoğu zaman bu sistemin içinde yer alıyorlar. Modern köleliğin mağdurları şiddet veya tehditlere maruz kalabiliyor ya da yabancı statüsündelerse pasaportlarına el konularak sınır dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya kalabiliyorlar.
Buna bir örnek olarak Körfez ülkelerinde evlerde temizlik ve çocuk bakımı alanında çalışan, çoğu Güney Asyalı göçmenlerden oluşan işçilerin durumu gösterilebilir. Bu ülkelerde çalışan pek çok yabancı işçinin pasaportlarına el konularak ülkelerine dönmeleri veya iş değiştirmeleri engelleniyor. Bazen maaşlarına da el konularak, kötü şartlar altında, hiçbir işçi güvenliği olmadan yıllarca çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Bu işçiler sıklıkla şiddete ve tacize maruz kalıyorlar.
Modern köleliği dar bir çerçevede tanımlamak, zorla çalıştırma suretiyle uygulanan ağır sömürünün hukuken modern bir kölelik türü olarak tanınmasını ve dolayısıyla bununla mücadeleyi zorlaştırıyor. Oysa geleneksel kölelik yöntemlerinin azalarak yerini özel sektörde işçilerin zorla çalıştırılmasına bıraktığı uzun zamandır tartışılan bir gerçek. İşçi Sendikası Kongresi’nin (TUC) köleliğe dair bilgi notunda, geleneksel kölelik ve devlet destekli zorla çalıştırma azalırken, insan kaçakçılığı ve özel sektör tarafından dayatılan zorla çalıştırma uygulamalarının arttığı belirtiliyor.
Özel sektörün bu sistemdeki rolüne dair hapishanelerdeki mahkûmların özel şirketler için çalıştırılması uygulamasını gösterebiliriz. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi bazı ülkelerde hapishanelerin özel şirketler tarafından işletilmesi, mahkumların ucuz iş gücü olarak kullanılmasına yol açtı. Hapsedilme oranlarının artması, en çok toplumun yoksul ve dezavantajlı kesimlerini etkilerken, en küçük suçların bile cezalandırılarak insanların hapsedildiği ve büyük şirketler için çalıştırıldığı belirtiliyor.
Göçmen İşçiler ve İnsan Kaçakçılığı
2022 Küresel Modern Kölelik Tahminleri, göçmen işçilerin özel sektörde zorla çalıştırılma ihtimalinin yerel işçilere kıyasla üç kat daha fazla olduğunu ortaya koyuyor. Ülkelerindeki yoksulluk, siyasi ve ekonomik güvencesizlikten kaçarak ailelerini geçindirebilmek için yabancı ülkelere işçi olarak göç eden bu insanlar, zorla çalıştırma tuzağına düşüyor ve bu sistemin içinden kolay kolay çıkamıyorlar.
Sosyolog Susan Ferguson ve siyaset bilimci David McNally, “Kapitalizmin Özgürlüğü Elinden Alınmış Küresel İş Gücü” adlı makalelerinde, sermayenin göçmen iş gücünü kullanarak yeni sömürü biçimleri yarattığını dile getiriyor:
“Günümüz dünyası, özgür olmayan emeğin geçmişte kalmış bir şey olmadığını açıkça gösteriyor. Sermaye, tam vatandaşlık hakkına sahip olmayan ve farklı derecelerde özgürlükten yoksun küresel iş gücünü kullanmaya devam ediyor.”
Göçmenler ayrıca, göç yolculukları sırasında insan kaçakçılığına maruz kalma açısından da en savunmasız grubu oluşturuyor. Göç yasaları insanların yasal yollarla hareket etmesini zorlaştırdığında, insanlar düzensiz göç yollarına başvurmak zorunda kalıyorlar. Bu ise onları insan kaçakçılarının ve kimi zaman insan tacirlerinin kucağına iterek, onları modern köleliğin farklı türlerine maruz bırakıyor. Kısacası, hükûmetler göç yasalarını sertleştirdikçe, insan kaçakçılığı daha kârlı bir iş hâline geliyor.
Neoliberal Dünyada İşçi Sömürüsü
Neoliberal kapitalist düzenin, güvencesiz çalışma koşullarının yaygınlaşmasına, sosyal yardım ve kamu hizmetlerinde kesintilere, işçi haklarının azaltılmasına, kamu kaynaklarının özelleştirilmesine, artan borç yüküne ve işçi sendikalarının zayıflatılmasına yol açtığı biliniyor. Bu unsurlar, işçi sömürüsünün neoliberal düzen içinde nasıl gerçekleştiğini anlamak açısından önem arz ediyor.
Eleştirmenler modern köleliği tanımlayan mevcut çerçevenin, küresel düzeyde neoliberal kapitalist sistemin ürettiği ve işçilerin özgürlüklerini kısıtlayan modern kölelik sistemini anlamaktan uzak olduğunu savunuyor. Zira kapitalist işgücü piyasasının esasen “özgür” olduğu varsayımıyla hareket eden bu yaklaşım, mağdurların sömürünün esas olduğu bu piyasaya geri kazandırılmasını “özgürleşme” olarak tanımlıyor.
Modern çalışma düzeni insanları sadece geçinmek için para kazanmaya değil aynı zamanda aşırı ve gereksiz tüketime yönlendiriyor. Kapitalist sistem içindeki üretim ve tüketimin birbirini beslediği sonu gelmeyen bu döngü insanlara ihtiyaçları olmayan şeylere “sahip olmayı” bir gereklilik gibi sunarken, insanlar belirli bir yaşam standardını koruyabilmek adına yeni borçların altına girip daha fazla çalışmak zorunda kalıyorlar.
Kendi Kendisinin Kölesi Olan İnsan
İnsanları bu döngüye farkında olmadan sokan para kazanma ihtiyacı dışındaki en belirleyici bir diğer şeyin ise toplum içinde kabul görmek için başarılı olma ve sürekli daha fazla üretme baskısı olduğu söylenebilir. Byung-Chul Han, Yorgunluk Toplumu (2010) adlı kitabında, modern kapitalizmin bireyleri sürekli üretkenliğe zorladığını ve bunun sonucunda tükenmiş, kaygılı ve depresif bir toplum yarattığını savunuyor. Han’a göre günümüz insanı, özgürleştiğini zannederken aslında kendini sömüren bir özneye dönüşüyor.
Han, modern kapitalizm toplumunu klasik disiplin toplumlarından[1] ayıran temel farkı ise bireylerin artık dışsal bir baskıyla değil, içsel bir motivasyonla farkında olmadan sömürülmeye razı olması olarak tanımlıyor. İnsan, kendi içindeki başarı baskısıyla, özgür olduğunu düşünerek çalışır ve bu yüzden durmaksızın üretmeye devam eder. Han, başarı toplumunda bireyin kendini “bir özgürlük öznesi” olarak gördüğünü, “oysa gerçekte kendi kendisinin kölesi” olduğunu ve modern kapitalizm tarafından özgürlük vaatleriyle kandırarak üretkenlik zorunluluğunun içine hapsolduğunu belirtiyor. Böylece insanlar, disiplin toplumundaki gibi sert kurallarla yönetilmek yerine, başarı ve kendini aşma söylemleriyle sistemin birer parçası hâline getiriliyor.
Bu nedenle Han, modern insanın karşı karşıya olduğu en temel sorunun, disiplin eksikliği ya da yasaklara başkaldırı değil, kendini aşırı çalışmaya zorlamaktan kaynaklanan bir tükenmişlik olduğunu savunuyor. Kapitalizmin dayattığı “sınırsız başarı” ideali, insanları bitmek bilmeyen bir yarışa sokarken, üzerlerinde hissettikleri bu baskı kaçınılmaz olarak günümüzün en yaygın hastalıkları olarak bilinen depresyon ve tükenmişlik sendromuna sebep oluyor:
“Günümüz toplumunun temel patolojisi artık viral hastalıklar değil, depresyon, tükenmişlik sendromu ve dikkat dağınıklığı gibi nörolojik hastalıklardır. İnsanlar artık yasaklarla karşılaşmadıkları için değil, sürekli kendilerini aşmaları gerektiğini düşündükleri için hasta oluyorlar.”
Kaynaklar:
- John Westmoreland, 2016: Modern slavery finds its roots in capitalism. https://www.counterfire.org/article/modern-slavery-finds-its-roots-in-capitalism/
- Akshat Sogani, 2019: Capitalism and the Rise of New Slavery: From Slave Trade to Slave in Trade. https://www.e-ir.info/2019/02/02/capitalism-and-the-rise-of-new-slavery-from-slave-trade-to-slave-in-trade/
- Susan Ferguson, 2015: Capitalism’s unfree global workforce. https://www.opendemocracy.net/en/beyond-trafficking-and-slavery/capitalisms-unfree-global-workforce/
- Global Estimtes of Modern Slavery. Forced Labour and Forced Marriage. https://cdn.walkfree.org/content/uploads/2022/09/12142341/GEMS-2022_Report_EN_V8.pdf
- Han, Byung-Chul. Müdigkeitsgesellschaft. Matthes & Seitz, 2010
Dipnot:
[1] Disiplin toplumu” terimi ilk kez Michel Foucault tarafından, sürekli gözetim altında olma ya da gözetim tehdidi nedeniyle bireyin itaatkâr bir bedene dönüştüğü bir toplum modelini tanımlamak için kullanılmıştır.