Balkanlar: Hristiyanların Doğusu, Müslümanların Batısı
Saraybosna Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi ve Hukuk Fakültesi profesörü, Zemzem ve İslam Düşüncesi dergilerinin editörü Enes Karić sorularımızı yanıtladı.
İslam’ın Balkanlar’da yayılmasına dair farklı fikirler var ve bu fikirler üzerinden siyasi pozisyonlar savunulabiliyor. Boşnaklar İslam’ı nasıl kabul etmiştir?
Bosna’da başlangıçta İslam’a dalga dalga geçiş olmamıştır. Bu aslında, modern ulusal ihtiyaçları karşılamak ve bugünkü Boşnak millî pragmatiğimizi geliştirmek için bizim sonradan, 20. ve 21. yüzyılda yapılandırıp yaydığımız bir görüş. Bir diğer yanlış anlaşılma da bizim İslam’ı çok kısa bir sürede kabul etmiş olmamız ya da daha önce de tek Tanrılı inançlara meyilli insanlar olduğumuzdan, Sultan’ın askerleri ve yönetimi geldiğinde otomatik olarak kendimizi Müslüman olarak görmeye başladığımız düşüncesidir. Bu aslında böyle değildi. Her şeyden önce Osmanlı belgeleri bu düşünceyi doğrulamamaktadır. Gerçek şu ki, 14, 15 ve 16. yüzyıllarda Bosna Hersek’te dinî yapı karışıktı. Katolik ve Ortodoksların kurmuş olduğu birkaç cemaat bulunuyordu, örneğin Doğu Hersek’te, ayrıca Saraybosna’da Boşnak Kilisesi mensubu bir kesim de vardı. Bosna’ya Roma, Macaristan ve Sırbistan olmak üzere dışarıdan da dinî yönlendirmeler yapılıyordu. Osmanlı yönetiminin başlamasıyla İslam gelişmeye başladı ve bu gelişme yüz elli yıldan fazla sürdü. İslam’a çağrı ülkenin her bölgesinde etkisini gösterse de Bosna nüfusunun sadece bir bölümü buna olumlu yanıt vermiştir. Bosna’da İslam’ın kabul edilişinin açıklanabilmesi için Bosna Hersek’te İslam öncesi din boyutunun bilinmesi önemlidir. Dedelerimizin dedelerinin bazıları İslam’ı gerçekten hissederek kabul etmişlerdir. Fakat Bosna’da İslam’ın kendiliğinden yayılmasının yanında, Osmanlı Devleti’ne dâhil olmak aynı zamanda İslam’ı da kabul etmek anlamına geliyordu. Dönemin insanlarının bazıları ise din ile ekonomik kaygıları birleştirerek İslam’ı kabul etmiş ve böylece daha iyi iş fırsatları bulmuşlardır. Diğer bir kesim de büyük ve güçlü devlet kurumlarının hizmetine girerek bir süre sonra Osmanlı gelenekleri doğrultusunda İslam’ı kabul etmişlerdir.
Bu söylediklerimin oluşturabileceği kafa karışıklığını önlemek için şunu eklemek gerek: Büyük dedelerimizin İslam’ı kabul etme nedenleri ne olursa olsun, biz bugün gerçek birer Müslümanız ve dinimizi seviyoruz. O bizim Allah ile aramızdaki samimiyette manevi bağımız. İslam medeniyetine birçok değerle; dinî tezler, teolojik çalışmalar, edebi eserler, İslam motifleriyle zengin şiirler, mimari eserler ve güçlü yaşam kültürümüzle katkıda bulunduk. Fakat Balkanların İslamlaşma fenomenini açıklarken orta yolun bulunması gerek.
Bosna nüfusunun büyük bölümü hiçbir zaman İslam’ı kabul etmemiş, Hristiyan ve Katolik olarak kalmıştır. Bosna hiçbir zaman tek bir dine ve bir inanca sahip bir ülke olmadı. Bazı olayların Bosna Hersek’te Müslüman sayısını arttırdığı da görülmektedir. Örneğin Budin ve Slovenya düştükten sonra buralardan sınır dışı edilen Müslümanlar Bosna’ya gelmiştir, böylece Bosna’daki Müslümanların sayısı artmıştır. Ama Bosna Hersek’in diğer dönemlerinde her zaman bir dinî çeşitlilik hâkimdir. Osmanlı yönetimi, nüfusunu “etnik kökenlerine” göre değil de inançlarına göre ayırmıştır. Millet sistemi dinlerin çeşitliliğine göre kurulmuştur. Bosna Hersek’te modern halk kesimleri Avrupa etkisinde 19. yüzyıl ortalarında ya da sonlarında oluşmaya başlamıştır. O dönemde Bosnalı Katolikler Hırvat, Bosna Hersek’te yaşayan Sırplar Ortodoks, Müslümanlar da kendilerini daha sık Müslüman olarak ifade etmeye başlamışlardır. Bunun birçok nedeni vardır, fakat şu kadarını söylemeliyim ki, o dönemde Bosna Hersek’teki Hırvatların ve Sırpların milliyet fikri Boşnak Müslümanlara karşıydı.
Avusturya-Macaristan Maliye Bakanı Benjámin Kállay’ın 1882 yılından itibaren Bosna Hersek’teki bütün dinî inançları “Boşnak Ulusu” adı altında toplama projesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Çünkü Katoliklerin Hırvatistan’a, Ortodoksların Sırbistan’a yönelmelerinde o zamana kadar büyük yol alınmıştır. Az önce de söylediğim gibi, Bosna Hersek Müslümanları da her geçen gün İslam’ı daha çok benimsemişlerdir. Avusturya–Macaristan yönetiminin son yirmi yılında Boşnaklık bilinci her geçen gün daha çok güç kaybetmiş, Boşnakça ise yasaklanmıştır. Bu dönemde Müslümanlık Boşnakların gizli diniydi. Türkiye’ye, Orta Doğu ülkelerine göç edenler kendilerini Boşnak olarak tanıtmaya devam etmişlerdir. Bugün de biz “Boşnağız”; Hırvat ve Sırp politikasında, yabancı medyada, Bosna Hersek’in anayasalarında, uluslararası belgelerin çoğunda böyle anılıyoruz.
İslam’ın Avrupa’daki aydınlanmaya büyük katkılar sağladığı sıkça dile getirilir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Avrupa’yı bir kıta olarak dikkate alırsak Hristiyanlık’tan önce İslam’ın yayılmaya başladığı yerler var. Bu konu ile ilgili Tübingen Üniversitesi’nden Prof. Stefan Schreiner araştırmasında Hz. İsa’dan sonra 7. yüzyılda İslam’ın bugünkü Avrupa kıtasındaki etkisini göstermiştir. Ama bu konuda da gerçekçi olmak gerek. Avrupa’da İslam bir kültür, inanç ve medeniyet göstergesi olarak değil de, bir imparatorluk formunda ortaya çıkmıştır. Müslümanlar İspanya’da 15. yüzyıla kadar, ardından belli bir dönem Sicilya ve Güney İtalya’da yönetici, vali konumundaydı. Balkanlar 16. yüzyılın sonuna kadar bunun en güzel örneğidir. İslam Bosna’da da 1878 yılına kadar “devlet kademesinde” etkisini hissettiriyordu. Bu dönemlerde İslam dünyası ile Avrupa arasında kültür alışverişi de söz konusuydu. Bugün de Türkçe ve Arapça dilinde “yabancı” kelimeler birçok Avrupa dilinde hâlâ kullanılmaktadır. Örneğin cep (džep) kelimesi, Arapça kökenli (ceyb) bir kelimedir; bugün de Sırpça, Hırvatça ve Boşnakça dillerinde kullanılmaktadır. Aynı şekilde Türkçe kökenli “boya” kelimesi bütün Balkan ülkelerinde kullanılmaktadır. Bunun gibi binlerce örnek var. Kültürel ve bilimsel alandaki etkiler üzerine sayısız araştırma yapılmıştır. Araştırmacılar Orta Çağ’da İslam âleminin Avrupa’dan daha gelişmiş olduğunu düşünmektedir. İslam’ın Rönesans’ın doğuşuna katkıda bulunduğuna dair bilimsel bir kabul vardır.
Fakat ben her alanda olduğu gibi konu Rönesans ve İslam’ın bağlantısı olunca da orta yolun seçilmesi taraftarıyım. Zira Avrupa Rönesans’ının dini reddeden “radikal, laik dürtüleri” vardı. Düşüncem o ki, bu açıdan burada İslam’ın etkisi aranamaz. Ayrıca, Rönesans sanatının çoğunun İslam ile bir ilgisi yoktur. Bunun yanında Rönesans, insanı dünyanın merkezine yerleştirmektedir. İslam insanın diğer insanlarla yardımlaştığı, Allah ile insanlar arasında güçlü bağları olan bir hümanizmi desteklemektedir. Rönesans hümanizmi ise Tanrı’ya, kiliseye ve kurallara karşı çıkmaktadır. Bu durumda da İslam’ın etkilerini pek arayamayız.
Bugün Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlara karşı tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
1945’te faşizmin yıkılmasından sonra özellikle batı Avrupa’nın ekonomik ve demokratik kalkınma sürecinde bu coğrafyaya milyonlarca Müslüman göç etmiştir. Genel olarak Batı Avrupa’daki Müslümanlara bakacak olursak, durumları diğer ülkelerdeki Müslümanlardan çok daha iyidir. Buna İslam’ı yaşayış ve uygulayış şekilleri de dâhildir. Buna mukabil Avrupa’daki Müslümanlar maalesef parçalanmış durumda. 2008–2009 akademik eğitim yılının tamamını Münih’te geçirdim. Orada birbirinden bağımsız, parçalanmış dört ayrı Boşnak cemaati vardı. Hiç kimse beni onları Almanya’nın ayırdığına inandıramaz.
Popüler tabirle “İslam Avrupa’ya ait mi” sizce?
Bugün Avrupa’nın birden fazla kimliği var. Avrupa’nın güçlü bir Hristiyanlık kimliği olduğu konusunda hiçbir şüphe yok. Müslümanların buna saygı duymaları gerek. Fakat günümüzün Avrupa’sına batı Yahudiliği ve doğu Müslümanlığı da yayılmıştır. Aynı şekilde Yakın ve Orta Doğu’nun köklerinde de Hristiyan kimlikler vardır. Ayrıca güçlü bir Hristiyan Doğu da vardır. Bu Hristiyan Doğu’nun Avrupa ve Amerika tarafından ne kadar tanındığı ikinci bir sorudur. Tek bir Avrupa kimliğinin değil, bugünün Avrupa kimliklerinin araştırılması gerektiğini düşünüyorum. Batı Avrupa II. Dünya Savaşı sonrasında yüksek kalitede ve müreffeh bir barış sağlamayı başarmıştır. Milyonlarca Müslüman bu barışta huzurun keyfini çıkarıyor. Bu tarz olumlu unsurlara değer verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bugün İslam düşmanlığı ortalama bir Avrupalı Hristiyan ile bir Müslüman arasındaki ilişkiye nasıl etki ediyor sizce?
Batı Avrupa’nın tümü genel bir İslamofobi ikliminden etkilenmiş değil. Elbette Avrupa’da İslamofobiye yelken açan, düşmanlığı kışkırtan sağcı gruplar var. İslamofobik basın organları da mevcut. Bunun önlenmesi için Avrupa’da Müslümanların her seviyede elitlerinin ve farklı tabakalara hitap eden medya araçlarının olması gerek. Nasıl ki Yahudiler Avrupa’da antisemitizm ile savaşıyorsa Müslümanların da İslamofobi ile savaşmaları gerek. Müslüman elitlerin kamu alanına girmeleri, sivil platformlara katılmaları, orada kalıcı pozisyonlara sahip olmaları şart.
İslam’ın Avrupa’daki kurumsallaşmasında nasıl bir yol öneriyorsunuz?
Her şeyden önce farklı ülkelerin Müslüman diasporalarının (Boşnak, Arap, Türk, Pakistanlı, Endonezyalı, Bangladeşli) Avrupa Birliği’nde Avrupalı müftülerinin olması gerekiyor. Günün birinde Avrupa’nın genelinde Müslümanlar arasında daha rahat bir atmosferin sağlanması başarılırsa, Avrupa’da İslam’ın kurumsallaşması üzerine daha iyi fikirler üretilebilir. Mevcut durumda Avrupa’daki Müslümanlar arasındaki ilişkiler ne yazık ki iyileştirilemeyecek seviyede bölünmüştür. Bazı dönemlerde kavgalı, bazen ise milliyetçi, mezhepçi, kabileci süreç ve yaklaşımlar olabiliyor. Maalesef Müslümanlar arasında Yakın ve Orta Doğu’da yaşanan katliamlar, Batı’daki Müslüman azınlığın adımlarını yerle bir edebilmektedir.
Bugün çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerdeki kaos ve gevşekliğe yorumunuz nedir?
Ne yazık ki asırlardır İslam dünyasından çirkin resimler geliyor. Bunların ilacı nedir, çıkış yolu nedir? Sadece Kur’an ayetlerini tekrarlayıp, “İslam her şeyi çözer!” demek ya da Hz. Peygamber’in hadislerine göndermede bulunup ardından “İslam her şeyi çözmüş!” demek yeterli değil. İnsanların özverisi ve Kur’an’dan aldığı ilham olmadan sorunlar çözülemez. Müslümanlar Kur’an’ı örnek almalı, fakat bunun yanı sıra bugünkü dünya ve gelişmelerden haberdar olup, İslam bağlamındaki sorunları çözeceğine inandıkları metotların takipçisi olmalıdırlar.
Bir örnek vereyim: 2005 yılında Viyana’da bir konferansa katıldım. Orta Doğu’dan gelen katılımcıların hepsi saatlerce Kur’an, ayet ve hadisler aktarıp, oradan çıkan sonuca göre Müslümanların adaletsizlik ve sosyal eşitsizlik üzerine en kaliteli çözümlere sahip oldukları aktardılar. Fakat kimsenin aklına, “Neden dünya genelinde bu kadar aç Müslüman var? Neden İslam âleminde bu kadar savaş çıkıyor?” sorusu gelmedi.
Müslümanların iyi şeyler yapmaya başlamaları ve dünya genelinde bu eylemleriyle tanınmaları gerekiyor. Yıkılan cami ya da kilise resimlerinin, iyilik ve refah resimleriyle değiştirilmesi gerekiyor. Müslümanların yapmaları gereken bir şey daha var. Diğer ülkelerin sosyal farklılıkları nasıl ortadan kaldırdıklarını, nasıl etkili üniversitelere sahip olduklarını, insanlara ve vatandaşlarına hizmet eden yönetime nasıl sahip olduklarını öğrenmeleri gerek. Bir ülkeyi sadece “İslam ülkesi” olarak adlandırmak, binaların, kurumların üzerine tabela asmak yeterli değil. Önemli olan İslam’ın kendisini iyilik, refah, özgürlük ve esenlikle hissettirmesidir.
*Anes Cunuzoviç sordu.
(Söyleşinin Boşnakçası Magazin Diwan’da yayımlanmıştır.)
Fotoğraf: ©Enes Karic