“Anlaşmaların Amacı İş Birliğini Uzlaşma Zemininde Sağlamlaştırmak”
Münster Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Anayasal Din Hukuku uzmanı Prof. Dr. Gernot Sydow ile Almanya’daki devlet anlaşmalarının yasal ve tarihsel zemini üzerine konuştuk.
Dinî cemaatlerle yapılan anlaşmalar Almanya’ya mahsus bir şey mi? Bu anlaşmaların tarihî arka planını biraz açıklayabilir misiniz?
Dinî cemaatlerle devlet anlaşmaları Almanya’ya has bir şey değil. Roma-Katolik Kilisesinin temsilcisi olarak Papalık makamı Orta Çağ’dan beri birçok ülke ile anlaşmalar imzalamıştır. 1801 yılında Napolyon idaresindeki Fransa ile Papalık arasındaki anlaşma buna bir örnektir. Gregoriana Katolik Yüksekokulu Kilise Hukuku Enstitüsü, Katolik Kilisesinin hâlihazırda 24 Avrupa ülkesi ve Avrupa dışından 34 ülke ile devlet anlaşmaları imzalamış olduğu bilgisini bize veriyor. Bugün Katolik Kilisesinin bu ülkelerle imzalamış olduğu toplamda iki yüzü aşkın konkordato, yani Papalık makamıyla başka hükûmetler arasında yapılan anlaşma bulunmaktadır.
Almanya’yı bu alanda özel kılan ise eşitlik prensibi uyarınca benzer anlaşmaları hem Protestan hem de Katolik kiliseleriyle yapması, ayrıca Yahudi cemaati ve gittikçe yaygınlaşan oranda Müslüman cemaatlerle de anlaşmaların yapılıyor olması.
Peki Almanya’da bu anlaşmaların yasal zemini nedir ve bu anlaşmalarla hangi hususlar düzenlenmektedir?
Devlet Hukuku yetki hususunu devlet cenahından düzenler, bu tür anlaşmalarla düzenlenen birçok husus eyaletlerin sorumluluğundadır. Bu bağlamda anlaşmalar da federal hükûmet kanalıyla değil, eyalet hükûmetleri kanalıyla imzalanır. Anlaşmanın maddeleri ise prensip olarak düzenlenmesi mantıklı olan her husus olabilir, bilhassa devlet ile İslami cemaatlerin yoğun bir şekilde istişare etmesi gereken İslam din dersi, ilahiyat fakülteleri, devlet kurumlarında manevi rehberlik gibi hususlar bunlara örnek olarak sayılabilir. Duruma göre dinî cemaatlerin bazı görevleri yerine getirmede devletten finansal destek alması, tarihî binaların korunmasında iş birliği yapılması gibi hususlar da anlaşmaya dâhil edilebilir.
Devlet anlaşmalarının temel hedefi nedir?
Bu anlaşmalardan maksat iş birliğini uzlaşma zeminine oturtarak sağlamlaştırmaktır. Esasen devlet bu anlaşmalarda mevcut olan maddeleri tek taraflı olarak da düzenleyebilirdi. Ama Alman Anayasal Din Hukuku devlet tarafından tek taraflı olarak yapılan düzenlemelerdense uzlaşı çerçevesinde yapılan düzenlemelerin daha doğru olacağını öngörmektedir. Bu uygulama yalnızca dinî cemaatler ile olan ilişki hususunda değil, aynı zamanda diğer alanlarda da sivil toplumdan aktörlerle iş birliği yapmaya hazır bir devleti işaret eden içselleştirilmiş bir uygulamadır.
Dinî yaşantı bağlamında hem ferdî hem de kolektif yasalar anayasada zaten mevcut. Buna rağmen devlet anlaşmaları gerekli mi?
Mecburi bir durum söz konusu değil. Zira sizin de dediğiniz gibi esas teşkil eden hususlar bilhassa inancın özgürce yaşanması çerçevesinde anayasada düzenlenmiş durumda. Dinî cemaatler geçmişte olduğu gibi temel özgürlük haklarının tanınması için devletle anlaşma yapmak mecburiyetinde değil, bunlar zaten garanti altına alınmıştır. Fakat devlet okullarında İslam din dersinin dinî cemaatlerin sorumluluğunda nasıl okutulacağı veya hangi devlet üniversitesinde ilahiyat fakültesi açılacağı gibi hususlarda uzlaşı yazılı bir anlaşma çerçevesinde daha iyi tesis edilir. Bu noktada devlet anlaşması faydalı bir araç olarak göze çarpmaktadır.
İdeal olan müzakerelerde her iki anlaşma tarafının da kendi çıkarlarını mümkün mertebe dengede tutabilmek için aynı göz hizasında bulunması. Devletin daha yüksek bir konumda olduğu gerçeğinden hareketle sizce bu ideal tehlikede değil mi?
Her iki tarafın da kazançlı çıkacağı bir anlaşma yapılması için anlaşma tarafları arasında bir denge olması gerektiği fikri bana doğru gelmiyor. Medeni Hukuk çerçevesinde yapılan anlaşmalar da birbirinden çok farklı konumlarda bulunan taraflar arasında yapılmaktadır. Bir anlaşmanın faydalı olması hususunda belirleyici olan sözleşme özgürlüğüdür. Buna göre kimse bir sözleşme yapmaya zorlanamaz ve mecbur edilemez. Önemli olan iki tarafın da bağlayıcı sözler vermeye hazır olmasıdır.
Müslümanların Almanya’daki mevcudiyeti on yıllara yayılmışken Müslümanlarla devlet anlaşmaları henüz oldukça yeni. Devlet anlaşmaları neden bu kadar gecikti?
Almanya esasında “misafir işçi” alımında bulunduğunu düşünüyordu. Almanya’da çok sayıda Müslüman’ın, aynı zamanda çoğunluğu Hristiyan olan İtalya, İspanya veya Yunanistan gibi devletlerden birçok yabancının bulunması o zamanlar uzun süreli bir şey olarak planlanmamıştı. Almanya’nın bir göç ülkesi olma gerçeğini ve toplumdaki çeşitliliği algılaması biraz uzun sürdü. Geçtiğimiz on yıllardaki sorumluların itham edilmesinin doğruluğundan şüpheliyim. Geleceğin iyi öngörülemediğini kesinlikle söyleyebiliriz, fakat bundan sonra yapılması gereken bu durumu yeniden gözden geçirip düzeltmektir.
Aşağı Saksonya örneğinde görüldüğü üzere devlet anlaşmalarında Müslümanlardan güncel siyasi konjonktürün de bir getirisi olarak şiddetle aralarına mesafe koymaları ve anayasaya bağlılıklarını dile getirmeleri talep ediliyor. Zaten apaçık olan bu gibi tabiiliklerin diğer dinî cemaatler ile olan anlaşmalarda söz konusu edilmediğini görüyoruz. Bu durumda bu devlet anlaşmaları bir nevi güvenlik veya uyum anlaşması hüviyetine bürünmüyor mu?
Ben şahsen, Müslümanların büyük bir kısmı barıştan yana olmasına rağmen teröristlerin İslam ile anılıyor olduğu gerçeğinden hareketle Müslümanların çoğunluğunun terörle arasına açık bir şekilde mesafe koyması gerektiğini düşünüyorum. Bu bana Müslümanların kendilerine dair tasavvurları çerçevesinde gerekli bir adımmış gibi geliyor. Bu durumda kişi zaten kendini biliyor ise bunu bir anlaşma çerçevesinde resmiyete dökmekten de geri durmayacaktır. Ben devletin bu beklentisini uygunsuz bir istek olarak değerlendirmiyorum, bence bu bir gereklilik. Ayrıca Alman dernekler Katolik mercilerden de gençlere açık çalışmalarda cinsel istismarın önlenmesi bağlamında yazılı güvencede bulunmalarını talep ediyor. Kilisenin gözünde bugün bu tabii bir gereklilik. Bundan önce Katolik Kilisesinde vuku bulmuş istismarlar göz önünde bulundurulduğunda toplumun genel kanısında Katolik Kilisesinin cinsel istismar için değil bu istismarın önlenmesi için çalıştığı algısı yerleşene kadar, Katolik Kilisesinin iş birliği yaptığı kurumun bu hususta sözleşme ile güvence vermesi tabii bir gereklilik. Aynen bu şekilde Müslümanların büyük çoğunluğu da İslam’ın terör ve şiddetten yana olmadığını göstermek için her türlü imkânı kullanmaktan geri durmamalıdır. Bunun bir devlet anlaşmasında yer alması kanaatimce uygunsuz bir istekten ziyade şans olarak görülmelidir.
Fotoğraf: ©Gernot_Sydow