Ya FransAlmanya, Ya AB’nin Çöküşü
Almanya ile Fransa arasında imzalanan Aachen Sözleşmesi'nde en dikkat çekici madde, iki ülkeden birine saldırı olduğunda diğerinin ona yardım edeceği vaadi ve iki ülkenin hakimiyet alanlarının sınırlarını, AB sınırları olarak belirlemeleri.
Geçtiğimiz salı günü Almanya’nın Aachen şehrinde Fransa ve Almanya arasında imzalanan, resmi adıyla “Fransa ve Almanya arasındaki iş birliği ve uyum anlaşması” oldukça dikkat çekti. Birinci ve İkinci Dünya savaşında farklı cephelerde karşı karşıya gelen, her iki savaşta da galip tarafta yer alan Fransa ile savaşların mağlubu olan Almanya arasındaki anlaşma, iki komşu ülke arasındaki bir anlaşma olarak değerlendirilebilir. Ancak her iki ülkede son dönemde yaşanan gelişmeler, her ikisinin AB’nin karar mekanizmasında önemli ülkeler olması ve Brexit süreci dikkate alındığında anlaşma, üzerinde konuşulması gereken önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor.
Her iki ülkede de 2017’de seçimler yapılmış, Fransa’da Macron, aşırı sağ Front National adayı Le Pen’in önünde ancak ikinci turda seçimi kazanmış, Almanya’da ise Merkel ve büyük koalisyon önemli oranda oy kaybederek iktidarda kalmıştı. Le Pen’i alt eden Macron, Fransa’da “yeni Napolyon” olarak ortaya sürülmüş ancak, 2018 sonunda sarı yeleklilerin protestoları sonucunda siyaseten giyotini boynunda hissetmiş, Merkel ise 2018 yılında yapılan eyalet seçimlerinde art arda büyük kayıplar yaşayarak partisi CDU’nun başkanlık koltuğunu bırakmak zorunda kalmıştı. 2021 yılına kadar başbakanlığı yürütecek olan Merkel, siyaseten şimdilik ipten dönmüştü.
22 Ocak 2019 Salı günü imzalanan anlaşma sembolik özellikleriyle dikkat çekmektedir. Esasen 2018 Ocak ayında imzalanması planlanan anlaşma, o tarihlerde henüz Almanya’da hükümet kurulmadığı için imzalanamamış ve ileri bir tarihe ertelenmişti. Seçilen tarihin iki ülke arasındaki 1963 tarihli Elysée sözleşmesinin yıl dönümüne denk getirilmesi, sözleşmenin sembol karakterlerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Ancak seçilen yer ise hayli dikkat çekici: Aachen ve Avrupa tarihinde bir çağ başlatan Karolenj hanedanı imparatoru Büyük Karl’ın tahta oturduğu yer. Fransa ve Almanya, MS. 800 yılında kurulan ve Aachen’den başlayarak, hem Almanya’da hem de Fransa’da her alanda yeniliklerin ve gelişmenin yaşandığı Karolenj imparatorluğunun iki çekirdek ülkesi. Hedefte ise yine aynı şekilde yenilik ve ilerleme var.
Anlaşmanın Sembolik Önemi
Elysée sözleşmesinin mimarlarından General de Gaulle “Almanlar sürekli Avrupa’da olacaklar. Ancak Amerikalılar belki” ifadesi ile Almanlarla dostane geçinmek zorunda oldukları gerçeğini dile getirerek 1963 yılında iki ülke arasındaki iş birliği sözleşmesinin önünü açmıştı. Siyasi olarak baktığımızda, General de Gaulle ve Konrad Adenauer arasında başlayan iki ülke yakınlaşması, zaman zaman inişli çıkışlı bir seyir izlemesine rağmen, Mitterand-Kohl, Chirac-Schröder ve Sarkozy-Merkel ikilisi ile 1963 tarihli Elysée sözleşmesi uygulanmaya çalışılmış, ancak Fransız Cumhurbaşkanı Hollande ile iki ülke arasındaki ilişki sekteye uğramıştı. O dönem Fransa’da selefi kadar siyasi gücü arkasında toparlayamayan Hollande, Merkel karşısında etkisi olmayan bir figüran rolüyle hareket etmişti. Özellikle 2008 ekonomik krizi sonrası yaşanan ve avro bölgesini derinden sarsan krizde, hem Fransa, hem de AB Almanya’nın dümen suyuna girmişti. Macron-Merkel ikilisiyle yeniden düzelmeye başladığı düşünülen Fransa ve Almanya arasındaki ilişkilerde Aachen sözleşmesi bu ikili arasındaki sembolik aşkın zirvesini oluşturmakta.
Aachen sözleşmesine baktığımızda içerik olarak pek ele avuca gelir, somut ifadeler olmasa da Elysée sözleşmesinin devam edeceğine vurgu yapılması hayli önemli. İki ülke arasında ekonomik, siyasi ve her şeyden önemlisi askeri ve savunma iş birliğine dair hükümler içeren sözleşmede, Fransa ve Almanya arasındaki sınır bölgelerinde ticaretin geliştirilmesi hedeflenmekte, ancak bunun nasıl gerçekleştirileceği açık olarak belirtilmemekte. Aynı şekilde, iki ülke arasında çok dilli okulların ve eğitim uygulamalarının devam ettirilmesi, sınır bölgelerinde çift dilli ortak ana okulları ve diğer eğitim kurumlarının açılacak olması, kamu yayıncılığında iki ülkenin kültürel sermayelerine önem verileceğinin ifade edilmesi, kültürel alanda dikkat çeken hükümler.
Sözleşmede yer alan güvenlik ve savunma politikalarında iş birliğine ilişkin hükümler ise anahtar bir rol kazanmış durumda. Güvenlik ve savunma politikalarında iş birliğine ilişkin hükümlere baktığımızda genel olarak;
1. Güvenlik ve savunma politakalarında yakınlaşma ve birlikte hareket etme,
2. İki ülke askeri güçlerinin, iki ülkenin ortak kültürleri de dikkate alınarak, birlikte hareket etmek için güçlendirilmesi,
3. Bu bağlamda özellikle, Afrika’da savaşı engelleme ve barışı sağlama şeklinde birlikte askeri operasyonlar yapılması,
4. Ortak savunma programlarının, her iki ülkeyi içine alacak şekilde genişletilmesi,
5. Savunma sanayiinde iş birliği ve yeni projelerin geliştirilmesi,
6. 1988 yılında hayata geçirilen Fransa-Almanya Ortak Güvenlik ve Savunma politikaları konseyinin düzenli bir şekilde en üst düzeyde toplanması,
7. İki ülkeden birinin hakimiyet alanına saldırı olduğunda, birbirlerine askeri olarak yardım edecekleri ve bu bağlamda mevcut NATO ve AB sözleşmeleri kapsamında iki ülkenin hakimiyet sahasının, AB sınırları olduğuna dair vurgu yapılması,
gibi hedefler ortaya koyan Aachen Sözleşmesi, bunların somut olarak gerçekleştirilmesi için iki ülkenin orta vadede çaba sarfedeceğine dair hükümler içeriyor.
Sözleşmede uygulama açısından zor görünen hususlardan biri savunma sektöründe ortak hareket etmeyi ve ortak projeler geliştirmeyi hedefleyen iki ülkenin bunu nasıl gerçekleştireceği sorusudur. Son olarak Paris ile Berlin’in Suudi Arabistan ve Kaşıkçı cinayetiyle ilgili farklı tavırlar sergilemeleri, iki ülkenin bu alanda daha çok konuşacakları olduğunu ortaya koymaktadır.
Dikkat çekici bir diğer husus ise iki ülke parlamentoları arasında iş birliğini sağlayacak ve düzenli toplantılar yapacak ortak bir grup oluşturmak için parlamentolar arası anlaşmanın hedeflenmiş olması. Ancak her iki ülkede yaşanan siyasi çalkantılar ve siyasetteki belirsizlik, iki ülkenin, bu alanda uygulamaya geçmesini ve ortak parlamento grubunun oluşturulmasını zorlaştırmakta.
Aşırı Sağ Partilerden Tepki
Burada en dikkat çekici husus, iki ülkeden birine saldırı olduğunda, diğerinin ona yardım edeceği vaadidir. Sözleşmede, bu hükümle ilgili olarak kafalarda soru işareti yaratan nokta, her iki ülkenin hakimiyet alanlarının sınırlarını, AB sınırları olarak belirlemeleridir. Sözleşme ile iki ülkenin kendi hakimiyet sınırlarını AB sınırları olarak belirlemelerine rağmen, sınırlar içerisinde yer alan diğer Avrupa ülkelerinin savunma hattına nasıl dahil edilecekleri ve Avrupa’nın güvenliğinin nasıl sağlanacağına dair bir ipucu ortaya konulmuyor. ABD’ye ve günümüzde Trump’a güvenilmeyeceğini saklamayan iki ülke, orta vadede bağımsız Avrupa’nın nasıl şekilleneceğini, bunu gerçekleştirirken AB içerisindeki ABD yanlıları ile nasıl hareket edileceğini ve bir yandan da ekonomik olarak bir biriyle sıkı ilişki içerisinde oldukları Atlantik’in karşı kıyısı ile ilişkilerini nasıl geliştireceklerini ortaya koymaktan uzakta. Aynı şekilde, ortak savunma ve iş birliğine diğer Avrupa ülkelerinin nasıl dahil edileceği, askeri açıdan bağımsız bir Avrupa olması durumunda, NATO’nun durumunun ne olacağı askıda kalan sorular olarak karşımızda durmaktadır.
Sözleşme her iki ülkede iktidar cephelerinde oldukça olumlu karşılanırken, muhalefetten de ağır eleştiriler aldı. Aachen sözleşmesine en ağır eleştiriler, her iki ülkenin parlamentolarında aşırı sağı temsil eden partilerinden geldi. Fransa’da aşırı sağcı Le Pen, Aachen sözleşmesinin iki ülke arasında Sedan savaşından beri tartışmalı bölge olan Alsas-Loren bölgesinin Almanya’ya teslimi anlamında geldiğini, vatanını saven her Fransız vatandaşının bu sözleşmeye karşı çıkması gerektiğini ifade etti. Aynı şekilde, Fransa’nın BM Güvenlik Konseyi‘nde “veto” hakkını artık sürekli olarak Berlin ile paylaşacağını ve bu sebeple Fransa’nın artık büyük güç olmaktan çıktığını söyledi. Macron’u Fransa’ya ihanet etmekle suçladı. Bu ifadeler, her iki ülke kamuoyunda kısa sürede pek çok taraftar bulunca, iki ülke hükümeti ayrı ayrı açıklama yapmak zorunda kaldılar. Hatta Fransa’da Le Pen, kamuoyunu yanlış bilgilendirmekle ve yanıltmaya çalışmakla suçlandı.
Almanya’da da Aachen sözleşmesine yine ağır eleştiriler 2017 seçimlerinde Bundestag’a giren aşırı sağcı AfD partisinden geldi. AfD lideri Alexander Gauland, Fransa ve Almanya’nın AB içerisinde “Süper-AB” kurmaya çalıştıklarını ifade ederek, Macron’un, sarı yeleklilerin Fransa’ya verdikleri zararı, Almanya’nın kesesinden onarmaya çalıştığını ve buna müsade etmeyeceklerini söyledi.
İki ülkenin aşırı sol partileri de Aachen sözleşmesine insan hakları ve ortak savunma sanayii projeleri nedeniyle ağır eleştiriler yönelttiler. Alman Sol partisi, Merkel ve Macron’un eseri olan Aachen sözleşmesinin bir silahlanma ve savaş hazırlığı sözleşmesi olduğunu ifade ederek, sözleşmeye karşı olduklarını ifade ettiler.
İki ülke arasında imzalanan sözleşme sonrası yaşanan gelişmelerden biri de, İtalya ve Fransa arasında yükselen gerginlik. İtalya, Afrika’da özellikle Frankofon bölgedeki karışıklıklar sebebiyle, bu ülkelerden gelen göçmenlerin İtalya üzerinden Avrupa’ya geçmek isterken İtalya’da yığılıp kalması nedeniyle Fransa’yı suçluyor. Bu yöndeki açıklamalara bir yenisini ekleyen İtalya, Fransa’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkının Fransa’dan alınarak AB’ye verilmesi gerektiğini ifade ederek gerginliğin dozunu biraz daha arttırdı.
Adenauer ve de Gaulle arasında imzalanan Elysée sözleşmesinden 56 yıl sonra hayata geçirilen Aachen Sözleşmesi, sembolik değerler etrafında gerçekleşen bir sözleşme olarak karşımızda durmakta. Sözleşme, pek çok hükümleri iyi niyet göstergelerinden öte geçemeyen, somut çözümler getirmeyen ve iki ülke arasında düşük hedefli bir iş birliği vizyonu ortaya koymaktadır. Benzer hedefleri ortaya koyan Elysée sözleşmesinden bu yana, iki ülke arasındaki iş birliği ve ticari ilişkilere bakıldığında pek büyük bir gelişmenin olmadığını söylemek mümkün.
Liderlerin Kaderi AB Parlamento Seçimlerine Bağlı
Mayıs ayında yapılacak AB parlamento seçimlerine odaklanan Avrupa’da, sözleşmeyi imzalayan her iki liderin de kaderi esasen bu seçimlere bağlı. İmza töreninde Merkel ve Macron’un ortak cümlelerinden birisi de “iki ülke için tehdidin dışarıdan olduğu kadar, daha güçlü bir şekilde içeriden geldiği” yönündeki ifadeleri, iki liderin de siyasi gelecekleri açısından ne kadar endişeli olduklarını gösteriyor. Fransa’da 2017 başkanlık seçimleri ilk turunda çok az bir farkla seçimi kaybeden aşırı sağcı Front National, Fransa’da çoktan en büyük siyasi güç olmuş durumda. Almanya’da ise AfD ikinci büyük siyasi güç olma yolunda hızla ilerliyor. Sözleşmeyi, iki ülkede de aşırı sağcı partilerin ilerlemesini durdurmaktan öte, bu partilerin popülist söylemlerini destekleyecek yönde, somut hedeflerden uzak bir sözleşme olarak değerlendirmek mümkün. Bu durumda Aachen sözleşmesinin hedeflerinden biri olan, iki ülke arasındaki iş birliği ile AB karar alma mekanizmasında daha etkin ve hızlı karar alınabilmesi düşüncesinin gerçekleşmesi mümkün görünmüyor.
İngiltere’nin “Brexit” sorunuyla ve İtalya’nın ise ağır ekonomik krizle uğraştığı bir dönemde, hem Fransa’nın hem de Almanya’nın imzaladıkları bu sözleşme, AB içerisinde, hem bu iki ülke açısından, hem de AB’nin geleceği açısından fayda getirmekten uzak bir adım olarak karşımızda duruyor. Sözleşmenin iki ülke ve AB ilişkilerine katkı sağlaması durumunda, -ki bu oldukça zor görünüyor- Fransa-İspanya ve Almanya-Polonya şeklinde tarihi süreçte ilişkili olan ülkeler arasında da ikili modellerin geliştirilmesi beklentisi de mevcut. Bu açıdan sözleşme, çok taraflı uluslarası iş birliklerinin tercih edilen bir yapı olmadığını ortaya koyması ve gelecekte çok uluslu sözleşmelerden vazgeçilmesi anlamını taşıması açısından da hayli önemli.
Eğer Aachen Sözleşmesi’nde ifade edilen hususların, somut olarak nasıl hayata geçirileceği yönünde kısa vadede bir yol haritası ortaya konulamazsa, iki ülkenin kırılgan ve her an değişebilecek siyasi yapıları da dikkate alındığında, tarihte iki ülke arasındaki yaşanan yabancılaşmanın yeniden vuku bulması mümkün. Bu durumda, zaten küçük bölgesel odacıklar halinde siyasi bir yapıya bürünen AB ve Avrupa’nın da bu yabancılaşmadan olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz görünüyor.
[Muhterem Dilbirliği Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde çalışmalarını sürdürmektedir]
*Perspektif’te yayınlanan yorum yazıları, dergi redaksiyonunun görüşlerini değil, yazarlarının pozisyonlarını yansıtmaktadır.