Yasla Nasıl Başa Çıkabilirim? Bir Örnek Olarak Hz. Muhammed
Peygamberimiz, çocukları da dahil olmak üzere hayatında pek çok sevdiği insanı kaybetti. Bu acılar karşısında nasıl teselli buldu ve biz bundan ne gibi dersler çıkarabiliriz? Dr. Zeyneb Sayılgan yazdı.
Hz. Muhammed (s.a.v.) altı çocuğunu toprağa verdi. Üçü bebekken, üçü de genç yetişkinlik çağlarındayken öldüler. Hayatta kalan tek çocuğu olan kızı Fatıma ise kendisinden altı ay sonra vefat etti. Evlatlarını kaybetmeden önce de Hz. Muhammed (s.a.v.) ölüme yabancı değildi. Babası o doğmadan önce, annesi ise o henüz altı yaşındayken ölmüş ve onu yetim bırakmıştı. Kendisinin gözetimi altında olduğu çok sevdiği dedesi Abdülmuttalib de kısa bir süre sonra vefat etti. Yine çok sevdiği eşi Hatice ve amcası Ebu Talib de birbiri ardına aynı yıl içerisinde vefat edeceklerdi. Ebu Talib, Mekkelilerin zulmüne karşı onun tek koruyucusuydu. Araştırmacılar Hatice’nin muhtemelen Mekkeli müşriklerin Müslümanlara uyguladığı üç yıllık boykotun bir sonucu olarak yetersiz beslenme nedeniyle öldüğünü tahmin ediyorlar.
Genç Müslüman toplumu bu korkunç dönemde açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Bu ıstırap dönemi İslam tarihinde “yas yılı” olarak bilinir. Peygamber’in en sevdiği amcası Hamza savaşta öldürülmekle kalmadı, aynı zamanda cesedi de utanç verici bir şekilde parçalandı. Peygamber’in birçok arkadaşı ve sahabesi de onun gözleri önünde işkence gördü. Muhammed (s.a.v.), İslam öncesi dönemde kız çocuklarının öldürülmesine ilişkin iğrenç uygulamaya da tanık olmuştu. Kur’an’ı Kerim’de (İsra Suresi, 31) nihayet bu zalim gelenek kınamış ve yasaklamıştır. Yedinci yüzyılın modern öncesi sert çöl ortamında ölüm oranı oldukça yüksekti.
Ölüm Her Yerde
Bu nedenle ölüm, Hz.Peygamber için her yerde mevcuttu. Keder onun hayatının değişmez bir parçasıydı. Yetişkin bir adam olarak, onu onurlandırmak ve hatırlamak için sık sık annesinin mezarını ziyaret ederdi. Arkadaşları onun ağladığını gördüklerinde gözyaşlarına boğulmuşlardı. O zamanki ve şimdiki Müslümanlar için Hz. Peygamber duygusal bir rol model, adalet için bir rehber ve kendi acılarının ve derin kederlerinin ortasında bir teselli kaynağı olmaya devam ediyor.
Oğlum Seyda henüz bebekken öldü. Üç yaşındaki kızım Meryem ise bir kamyon şoförü tarafından trajik bir şekilde öldürüldü. Bunu asla atlatamayacağım. Kendi çocuğunun ölümüne tanık olmak hayal edebileceğiniz en büyük acı. Yönünüzü tamamen kaybediyorsunuz. Yürümeyi yeni baştan öğrenmek zorundaymışsınız gibi bir his bu. Dünyanız altüst olurken, geçmeyen bir özlem ve kalp ağrısı size her yerde eşlik ediyor; çocukların yokluğu her yerde hissediliyor. Bu trajediyi hayatıma entegre etmeyi yavaş yavaş öğreniyorum. Çocuğunun yasını tutan Müslüman bir anne olarak, daimi kederim içinde Hz. Muhammed’e (s.a.v) bakıyorum. Onun örnekliğinin aydınlığına ve bir baba olarak kendi ıstırabını anlattığı kutsal geleneklerine dönüyorum.
Erkek çocukların -özellikle de oğulların- onur ve takdir kaynağı olarak görüldüğü bir toplumda, aşağıdaki olay özellikle travmatikti. Uzun zamandır beklenen manevi varis umudu vefat eden son çocuğuyla birlikte ölmüştü. Peygamberimizin iki yaşındaki oğlu İbrahim’in ölümünün yaklaştığını anlatan bu rivayet beni her zaman gözyaşlarına boğmuştur:
Peygamber bu haber karşısında o kadar sarsılmıştı ki, dizlerinin artık kendisini taşıyamayacağını hissetti ve Abdurrahman ibn Avf’tan tutunmak için elini vermesini istedi. Hemen meyve bahçesine doğru yola çıktı ve annesinin kucağında ölmek üzere olan oğluna veda etmek için tam zamanında yetişebildi. Hz. Muhammed (s.a.v.) çocuğu kucağına aldı ve onu bağrına bastı. Kalbi bu yeni felaketle parçalanmıştı ve yüzündeki ifade içindeki acıyı yansıtıyordu. Kederden boğularak oğluna, “Ey İbrahim, Allah’ın takdirine karşı sana hiçbir faydamız ulaşmaz” dedi ve sonra sustu. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Çocuk giderek kötüleşti ve annesi ile teyzesi durmadan ağlarken Peygamberimiz onlardan ağlamayı bırakmalarını istemedi. Oğlu İbrahim ölüme teslim olduğunda, Peygamberimizin kısa bir süre için onu teselli eden umudu tamamen paramparça oldu. Gözlerinde yaşlarla ölmüş çocuğa bir kez daha seslendi: “Ey İbrahim, eğer sonuncumuzun ilkine katılacağı gerçeği kesin olmasaydı, sana şimdi olduğundan daha fazla yas tutardık.” Biraz sonra ise şöyle ekledi: “Göz yaşarır, kalp üzülür, ama biz Rabbimizi hoşnut etmekten başka bir şey söylemeyiz. Gerçekten de ey İbrahim, senin aramızdan ayrılışına üzülüyoruz.”
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatına dair bu ve diğer pek çok görgü tanığının anlattıklarıyla düzenli olarak meşgul olmak bir anne olarak beni birçok açıdan teselli etmeye ve acımı hafifletmeye devam ediyor. Bu normatif hadis koleksiyonları, her zaman herkesin erişimine açık olan kamusal belgeler niteliğinde ve yas tutmanın kamusal bir mesele olduğunu gösteriyorlar. Keder insani ve evrensel bir duygudur; tedavi edilmesi ya da vurgulanması gereken tıbbi ya da doğal olmayan bir durum değil. Bir insan olarak, bir erkek olarak, bir baba olarak, Allah’ı içtenlikle ve derinden seven bir mümin olarak, Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisine kederini hissetme ve ifade etme izni vermişti. Halkın içinde gözyaşı dökmüş ve kederinden bahsetmişti. Bir defasında, yakın arkadaşlarından biri Hz. Peygamberi ağlarken gördüğünde şaşırınca, ona gözyaşı dökmenin Allah’ın merhametinin bir ifadesi olduğunu söylemişti. Şefkatli ve yumuşak bir kalp Allah’ın bir lütfudur. Onun kutsal ve güçlü erkeklik anlayışı, savunmasız olma cesaretini de içeriyordu. Gerçek erkekler ağlayabilir. Güçlü bir imana ve vaat edilen ahiret gününe sarsılmaz bir inanca sahip olan insanlar gözyaşı dökebilirler.
Hz. Muhammed Tüm Duygulara Yer Açtı
Hz. Muhammed (s.a.v.) insanlığını bütünsel olarak yaşamaktan korkmamıştır. Tüm duygulara yer bırakarak, gerçek insan doğasının özünü doğruladı: İnsan muhtaç ve zayıftır; bu nedenle merhameti her şeyi kuşatan Yaratıcı, sınırsız iyiliği, cömertliği ve her şeye yeten gücüyle insana yönelir. O mutlak sığınak, güvenlik ve güç kaynağıdır. En sevgili çocuğumu, beni ve tüm varlıkları ilk kez yaratan, şüphesiz hepsini ikinci kez yaratmaya da kadirdir. Kur’an’da şöyle vaat ediliyor: “Diyecekler ki: “Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?” De ki: “Sizi ilk defa yaratan.” Bunun üzerine başlarını sana (alaylı bir tarzda) sallayacaklar ve “Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” (İsra Suresi, 51).
Peygamberin mateminde ılımlı bir tutum görürüz: Öfke yok, aşırı feryat yok, şüphe yok, soru yok. Ölen kişilerin ruhu orada hazır bulunur ve sevdiklerinin duygusal tepkilerini görürler. Yaratıcılarına huzur içinde dönmek isterler ve aşırı matem gösterileri ölenleri gereksiz yere üzer. Kederli bir anne olarak, Hz. Peygamber’de mutlak bir teslimiyet, Allah’a sonsuz bir güven, ilahi kaderi kabulleniş ve huzur görüyorum. Bunlar kendileriyle iç huzuru bulmak ve insanın kontrolü dışında gelişen yaşam koşullarına kanaat etme gibi Müslümanların sahip olmak için çabaladığı tutumlar.
Altı çocuğunun ölümünü tecrübe etmek zorunda kalmanın verdiği tüm o korkunç acılara rağmen, her şeye merhamet eden bir Yaratıcı’ya olan inancı ve ahirete olan imanı sarsılmadı. Müslümanlar, Hz. Peygamber’in gece yolculuğu (miraç) sırasında cennetin çeşitli aşamalarından geçtiğini ve ahiretin varlığına kendi gözleriyle tanık olduğunu tasdik ederler. Peygamberimiz bu semavi gece yolculuğu sırasında, Hz. İbrahim’i (a.s) cennet bahçelerinde oynayan binlerce ölmüş küçük çocukla çevrili olarak gördüğünü aktarır. O bu semavi yolculuktan umut ve yeni bir geleceğin müjdesini getirmek üzere dönmüştür.
Ölüm Bir Geçiştir – Son Değil
Çocuklarımız hayatta ve güvendeler. Cennetteki evlerine dönmeyi dört gözle bekliyorlar. Yaslı ebeveynler olarak onları tekrar kucaklayacak ve onlarla yeniden bir araya geleceğiz. Ölüm bir geçiştir – son değil. Müslüman alim Bediüzzaman Said Nursi bunu şu sözlerle ifade ediyor:
Ölüm idam değil, hiçlik değil, fânilik değil, son bulma değil, sönme değil, ebedî ayrılık değil, yokluk değil, tesadüf değil, failsiz bir yok oluş değil… Aksine, her şeyi sonsuz bir hikmet ve merhametle yapan Yaratıcı tarafından bir terhis etme, bir mekân değiştirmedir. Ebedî saadete, cinlerin ve insanların asıl vatanına bir sevkiyattır. Dostların yüzde doksan dokuzunun toplandığı berzah âlemine kavuşturan bir kapıdır. (Mektubat, 20. Mektup, 7. Kelime)
Bunlar, benim gibi kederli Müslüman ebeveynleri acı deneyimlerinde ayakta tutmaya devam eden Peygamber öğretileridir. Torunları Gazze’de öldürülen dede Halid Nabhan gibi Müslümanların hâlâ sevinç duyabilmelerinin ve başkalarına ışık olabilmelerinin nedeni bunlardır. Müslüman baba Dr. Abdul Munim Jitmoud da Peygamberimizden aldığı bu ilhamla oğlunun katilini affetmekle kalmayıp onu mahkeme salonunda kucaklayabildi. İşte bu insanlar gibi Müslümanlar sayesinde Peygamber ahlakının ve rol modeliliğinin güzelliğini ve manevi etkisini daha iyi kavrayabiliyoruz.
Dünyevi standartlara göre, Hz. Muhammed (s.a.v.) içler acısı bir hayat sürdü. Yetimdi, fakirdi ve kendi halkı tarafından alaya alındı, zulüm ve baskı gördü. Açlığa, kaçışa ve savaşlara katlanmış ve ölümü pek çok acı yönüyle tecrübe etmişti. Buna rağmen Müslümanlar arasında Allah’ın Sevgilisi (Habibullah) olarak bilinir. Onun ahlaki ve manevi mirası (sünneti) bugüne kadar ulaşarak milyonlarca insana iyi bir yaşam sürmeleri için ilham vermektedir. Hz. Muhammed’in (s.a.v) örnekliği, yaşam ve ölüm arasında yol almak için sonsuz bir kutsal ilham kaynağıdır. Merhum İmam ve Müslüman ruhani danışman Sohaib Sultan’ın ifadesiyle, Peygamberimiz takipçilerine sadece hayatlarını nasıl yaşayacaklarını değil, aynı zamanda zarafet ve haysiyetle nasıl ölüneceğini de göstermiştir.