İptal Kültürü (Cancel Culture) Nedir?
Son yıllarda sıkça duyduğumuz “iptal kültürü” (İng. “cancel culture”), sosyal medyanın hayatımızda kapladığı yerin büyümesiyle daha da popülerleşti. Peki, bu kavram nasıl ortaya çıktı ve “iptal etmek” tam olarak neye hizmet ediyor?
İngilizce tabirle “cancel culture”, yani “iptal kültürü” terimi, kavramın kendisinden anlaşıldığı üzere “cancel” kelimesine dayanıyor. “İptal etmek” ya da “geçersiz kılmak” anlamına gelen bu kavram, bir durumu ya da kişiyi artık desteklememek, ondan uzaklaşmak anlamında kullanılıyor. İlk olarak 1990’ların sonunda popülerleşen bu terim, zamanla sosyal medya aracılığıyla daha da yaygın hâle geldi.
Özellikle “Black Twitter” olarak bilinen, siyah toplulukların sosyal medya platformlarındaki etkileşimlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte, ırkçı ifade ya da eylemleri olduğu düşünülen kişilerin “iptal edilmesi” bir pratik hâline dönüştü. Siyah topluluğun, kendilerine karşı yapılan haksızlıklara seslerini yükseltmek için bir araç olarak kullandığı “iptal” pratiği de bu yönüyle sosyal bir hareketin parçası olarak karşımıza çıkmaya başladı.
İptal Etme Sürecinin Bileşenleri
Yani bugün gördüğümüz şekliyle “iptal” eyleminin köklerini, sosyal medyanın ilk yıllarında arayabiliriz. 2000’lerin başında, bazı ünlü kişilerin skandallar yaşaması ve bu skandalların sosyal medyada hızla yayılarak geniş kitlelere ulaşması, iptal kültürünün temellerini atmaya başladı. O dönem sosyal medyada bir kişiyi “iptal” etme süreci, genellikle belirli bir kişinin veya kuruluşun davranışlarına yönelik toplu tepkiyi organize etme ve onları kamusal alanda “iptal” etme çabasıyla kendisini gösteriyordu.
“Cancel süreci” diyebileceğimiz bu süreç bugün, genellikle bir kişinin, grubun veya markanın toplumda kabul görmeyen bir davranışta bulunmasıyla başlıyor. Bu davranış, ayrımcılık, ırkçılık, cinsiyetçilik veya geçmişte yapılmış yanlış bir hareket gibi unsurlar içerebiliyor. Bir sosyal medya kullanıcısı tarafından ortaya çıkarılan olayda ilgili kişinin sözleri veya eylemleri kanıt olarak paylaşılıyor.
Bu “kanıtların”, yani video, ekran görüntüsü ya da alıntıların sosyal medyada hızla yayılıp viral olmasıyla birlikte olay daha büyük kitlelere ulaşıyor. Kitlenin büyümesiyle birlikte hasthag’ler oluşturuluyor ve söz konusu iptal pratiği sosyal medyada bir harekete dönüşüyor. Bu esnada ortak bir duyarlılık oluşurken, iptal edilen kişinin iş ortakları, sponsorluk anlaşmaları ya da çalıştığı kurumlar da baskıyla karşılaşıyor. Sosyal medya kullanıcıları, bu şirketlere yönelik “bu kişiyle ilişiğinizi kesin” çağrısı yapıyorlar. Neticede bu kuruluşlar da ilgili kişiyi ya projelerinden çıkartarak ya da desteklerini keserek yanıt veriyorlar. Tepkilerin büyümesiyle birlikte, iptal edilen kişi ya özür dileme yoluna gidiyor ya da kendini savunarak direniyor. Her hâlükârda iptal edilme deneyimi, bir kara leke olarak kişinin biyografisinde çakılı kalıyor. Tepkiler sonucunda işini kaybeden, sosyal çevresinden dışlanan, yani “iptal edilen” kişi, toplumun gözünde olumsuz bir imaja sahip oluyor.
İptalin Bir Kültüre Dönüşmesi
İptal etmenin bir “kültür”e dönüşmesi de bu sürecin tekil bir olayla sınırlı kalmadan tekrarlanan, toplumsal olarak benimsenmiş bir davranış modeline dönüşmesiyle yakından ilgili. Buradaki “kültür” ifadesi, “iptal etme” pratiğinin toplum içinde yaygınlaşması, hatta bir norm hâline gelmesine vurgu yapıyor. Bu yönüyle “iptal kültürü” toplumun kabul ettiği değerlerin, norm ve ahlaki beklentilerin bir ifadesi. Bu “kültür”, belirli davranışların toplum tarafından kabul edilemez görüldüğü ve bu normlara uymayanların iptal edildiği bir döngüyü tanımlıyor. Bu süreçte “iptal”, kültürel bir anlaşmanın bir parçası gibi işliyor; yani toplumun büyük bir kesimi bazı etik normları benimsediğinde, iptal etme bu normların korunmasını sağlamak için kullanılıyor. Verilen toplu tepkiyle insanlar, başkalarını davranışlarından sorumlu tutma konusunda, yani “toplumsal ve etik bir amaç etrafında” ortak bir tavır geliştiriyorlar. Bu sayede “daha adil bir toplum için mücadele eden” bireyler bir araya gelerek bir kolektif oluşturma imkânına kavuşuyorlar.
Cinsiyet eşitliği ve ırkçılıkla mücadele eden topluluklar için iptal kültürünün kendi seslerini duyurma aracı olduğunu söyleyebiliriz. #MeToo hareketi, bu konuda en bilinen örneklerden biri. Kadınlar cinsel taciz ve saldırıya uğradıklarında, bu durumları ifşa ederek toplumsal bir farkındalık yaratmayı başardılar. Bu hareket, birçok ünlü kişiyi, sanatçıyı ve iş insanını etkiledi ve bazıları işlerini kaybetmek zorunda kaldı. Ancak bu durum, daha büyük bir farkındalığın ve toplumsal değişimin kapısını açtı.
Bir diğer olumlu örnek ise, iklim değişikliği ve çevre sorunlarına karşı yapılan çağrılar. Genç aktivistler, çevreyi koruma amacıyla çeşitli kampanyalar düzenleyerek, çevre kirliliği yaratan şirketlerin uygulamalarını eleştirdi ve bu şirketleri “iptal” etme yoluna gittiler. Bu sayede, birçok şirket daha sürdürülebilir uygulamalara yönelmek zorunda kaldı.
İptalin Lince Dönüşmesi
Bununla birlikte, yukarıda hatları çizilen ve genelde çok hızlı bir şekilde gelişen iptal süreçleri, her zaman adaleti tesis etmiyor ve her ne kadar olumlu amaçlara hizmet ettiği düşünülse de aslında iptal kültürü oldukça tartışmalı.
Eleştiri ve “iptal etme” eylemi, bazen haksız yere bireyleri veya toplulukları hedef alabiliyor. Özellikle sosyal medyada yapılan hızlı yargılar, masum insan ve kurumları da etkileyebiliyor. Dahası muktedirlerin elinde “iptal kültürü”, toplumda zaten güce sahip olmayan kesimler üzerinde kendisini gerçekleştirme ve istenmeyen grupları hizalamanın bir aracına dönüşebiliyor.
Yani iptal kültürü, haksızlığa uğramış insanların seslerini duyurmanın bir yolu olarak görülürken, diğer yanda ifade özgürlüğüne ve çeşitliliğe zarar da verebiliyor. Oluşturulan korku ortamı, farklı görüşlerin, hatta tam olarak da toplumun “temel normu” olarak görülen ama bir yönüyle sorgulanması gereken konularda dönüşüm isteğinin dile getirilmesini zorlaştırabiliyor. Ayrıca insanların geçmişte yaptıkları hatalar yüzünden günümüzde dışlanmasına yol açarak hata yapmanın ve hatadan öğrenmenin önüne geçiyor ve insanın kusurlarına yönelik katı ve sert bir anlayışsızlık geliştirilmesini sağlıyor. Hızlı bir şekilde oluşturulan yüzeysel bir eleştiri kültürünün, derinlemesine tartışmaları zayıflatıp kutuplaşmayı artırabileceğini de söyleyebiliriz.
“İptal”in “linç”e dönüşmesi sürecinde neyin kabul edilebilir davranış olduğu ve kimlerin yargı yetkisine sahip olduğu sorusu da şüpheli bir soru olarak karşımızda duruyor.
Azınlıklar ve İptal Kültürü
Tüm bunlara rağmen “iptal kültürü”nün, azınlık grupları için hem bir koruma hem de bir platform olarak önemli bir role sahip olduğunu eklemekte fayda var. Azınlıklar, geleneksel medya ve adalet sisteminde yeterince temsil edilmediklerinden, iptal kültürü ve sosyal medya gibi platformlar, onların seslerini duyurmak ve karşılaştıkları adaletsizlikleri gündeme getirmek için önemli araçlar hâline gelebilir. Bu bağlamda iptal kültürü, toplumda güçlü olan kişi, kurum ya da sistemler karşısında genellikle savunmasız kalan azınlık grupları için, güçlü figürlerin haksız uygulamalarını ifşa etme ve bu kişilerin toplum nezdinde hesap vermesini sağlama aracına dönüşebilir.
Maruz kalınan ayrımcılık ve ötekileştirmeyi görünür kılmak, eşitlik taleplerini güçlendirmek ve toplumda marjinalleştirilen grupların yaşadıkları adaletsizliklerin daha geniş bir kitleye iletilmesi iptal kültürünün sağlayabileceği “fırsatlar” arasında. Sosyal medya platformlarında azınlıkların sorunları hakkında kamuoyunun bilinçlenmesine katkıda bulunmak, ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi konularda toplumun hassasiyetlerini artırarak daha kapsayıcı bir kültürel yapı oluşturulmasını sağlamak gibi fonksiyonları da iptal kültürünün hanesine yazabiliriz. Azınlıkların kendi sesleriyle kendi hikâyelerini anlatmaları ve bu anlatının sonunda yalnız olmadıklarını hissetmeleri bile, başlayan iptal kampanyalarında yapıcı bir faktör olarak karşımıza çıkabilir.
Ancak bu avantajların yanı sıra, iptal kültürünün azınlıklar için de riskler taşıdığı belirtilmeli. Örneğin, yanlış bilgiye dayalı kampanyalar, yanlış anlaşılmalar veya azınlıkların kendileri içinde yaşanan görüş farklılıkları, iptal kültürünün yeni ayrışmalara ve baskılara dönüşebileceği bir zemin hazırlayabilir.
Hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğuran bu kültür, toplumsal adalet taleplerini dile getirmek için bir araç olarak kullanılsa da dengeyi sağlamak önemli. İfade özgürlüğü ile toplumsal sorumluluk arasında bir denge kurmak, bu süreçte lincin yıkıcı etkisine girmeden adaletsizliğin dile getirilmesi adına kritik bir öneme sahip.
İptal kültürü, sadece bir moda değil; değişen toplumsal normların ve değerlerin bir yansıması. Bu nedenle, bu kavram üzerine düşünmek, tartışmak ve anlamak, hepimiz için önemli bir gereklilik hâline geliyor.