'Dosya: "Çevre Krizi"'

Prof. Seyyid Hüseyin Nasr: “Çevre Krizi, Manevi Düzendeki Krizin İşareti”

İslam felsefesi, tasavvuf ve karşılaştırmalı dinler tarihi alanlarında dünyanın önde gelen isimlerinden Prof. Seyyid Hüseyin Nasr, çevrenin korunabilmesi için doğaya dinî bir anlayışla yaklaşmanın önemine değiniyor. Profesör Nasr ile İslam, çevre krizi ve Müslümanların bu krizde karşısındaki tutumunu konuştuk.

Fotoğraf: Sabah Ülkesi

Çevre krizine dinî bir perspektiften bakmak niçin önemli?

İlk olarak dinin, çevre krizinin üzerine eğilmek noktasında çok önemli bir görevi olduğunu düşünüyorum. Çünkü tüm bu çevre krizi din sorusundan ve insanların niçin dinî inançlarını yaşadıkları sorusundan ayrı anlaşılamaz. Bu sadece İslam için değil; dünyadaki diğer dinler için de geçerli. Dindarlar için din, harekete geçmeden önce onlara ne yapmaları gerektiğini gösteren bir yoldur. Bu tabii ki doğaya karşı davranışları da kapsar.    

Hâlihazırda yaşadığımız ekolojik krizin modern insanlar için aynı zamanda manevi bir kriz de olduğunu söylüyorsunuz. Burada nasıl bir manevi kriz söz konusu ve sizce bunun üstesinden nasıl gelinebilir?

Bu ilginç bir soru; çünkü çevre krizi manevi düzendeki bir krize işaret ediyor. Arabanız bozulduğu zaman bu arabanızın fiziksel olarak bozulduğu maddi bir krizdir. Çevre krizi ise maddi bir semptomla kendini gösteren, fakat her şeyden önce manevi bir krizdir; çünkü bu krizin temel sebebi bizim Allah’a ve onun yarattıklarına karşı tavrımızdır ve bu tavır yanlıştır. 

Doğaya karşı yaklaşımımızda geleneksel dinî anlayışa geri dönmeliyiz. Bu tavır, Allah’ın yarattığı, kendi ritmi ve güzelliği olan, uyum içinde var olan bir doğa ve bizim de onun yarattıklarının emanetçileri olarak Allah’a karşı sorumlu olduğumuz anlayışına dayanır. Kur’an’da, İncil’de ve dünya üzerindeki tüm büyük dinlerde bu sorumluluktan bahsedilir ve sadece insan türünü değil, çevremizdeki her şeyi kapsar.

Çevre Krizini Doğu’daki İnsanlar Başlatmadı

seyyid hüseyin nasr ekolojik kriz 3

Müslümanlar iklim değişikliği ve daha genel olarak da çevre krizi konusunda bahsettiğiniz bu ideal tavrın neresinde sizce?

Çevre krizinin başladığı yer modern endüstrileşmiş Batı’ydı. Bu kriz aslında 18. yüzyılda başladı; ancak o zamanlar “kriz” olarak değerlendirilmedi. Endüstrileşme ve modern teknoloji yayıldıkça, çevre krizi de Batı’nın geneline yayıldı. Batı dünyanın geri kalanını sömürgeleştirdikçe ve etkiledikçe de bu kriz dünyanın diğer kısımlarına ulaştı. Çevre krizini Doğu’daki insanlar başlatmadı; ama Batılı düşünce biçimini, yaşam tarzını, üretme ve tüketme biçimlerini o kadar taklit ettiler ki, bunun bir parçası oldular. Bunu bugün her yerde görebiliyoruz.

İslam dünyası çevre krizinin farkına ancak Batı bu krizin farkına vardıktan sonra vardı. Yani çevre felaketinin farkındalığı krizin başladığı yerde başladı. İslam ülkelerinde çevre krizine gösterilen ilgi de esas olarak 90’larda başladı ve bu farkındalık o zamandan beri büyüdü. 

Batı, doğa noktasındaki mirasını Rönesans döneminde yitirdi. İslam dünyasında ise bu daha geçtiğimiz yüzyılda oldu. Burada miras derken Kur’an’ın, hadislerin ve tüm geleneğimizin tabiata karşı sorumluluklarımız hakkında söylediklerinden, denklemin neresinde durduğundan bahsediyorum. Fakat bu durum da şimdi değişti. Mısır’da, İran’da, Pakistan’da, Endonezya’da çok kuvvetli çevre hareketleri var. Burada bahsedilmesi gereken önemli bir nokta bu hareketlerin hepsinde kadınların çok önemli bir rol üstlenmesi. Bu ülkelerin neredeyse hepsinde çevre hareketinin öncülerinin çoğunu kadınlar oluşturuyor. Özellikle de genç kadınlar bu meseleyle yakından ilgileniyor.

Çevre konusunda tüm İslam dünyası için geçerli olacak tek bir örnekten bahsetmek mümkün değil. Suudi Arabistan mesela tam bir felakettir. Mekke’ye, Medine’ye, klasik mimariye yaptıkları tam bir felakettir. İslam dünyasında Karaçi, Tahran ve Kahire gibi şehirler çevrenin bozulmasından çok etkilendi. Yani durum tek bir örneği tüm İslam dünyası için genelleyemeyeceğimiz kadar karmaşık.

“İslam Yeşil Bir Dindir”

Teoride baktığımız zaman İslam’ın “yeşil” bir din olduğunu görüyoruz. Müslümanların hayatına baktığımız zaman ise teoriyle pratik arasında büyük bir uçurum var. Bu uçurumun sebebi sizce nedir?

Yakın geçmişe kadar bu bir sorun değildi. Mesela Müslümanlar çöplerini evlerinin önüne koyardı. Nüfus da bu kadar kalabalık olmadığı için bu durum o kadar büyük bir sorun oluşturmuyordu. Bir sürü bitki ekilirdi, Müslümanlar tarımla oldukça ilişkiliydi. İnsan nüfusu, tarım yapılan arazilerle bir uyum içerisindeydi. İnsanların büyük bir çevre bilincine sahip olmamasına rağmen bu bir sıkıntı oluşturmuyordu.

Kur’an’da doğa, vahye dâhildir. Allah Güneş’in ve Ay’ın üstüne yemin eder. Güneş ve Ay, İslam evreninin bir parçasıdır. Kur’an moleküllerden bahseder; doğanın, ağaçların, hayvanların üstüne yemin edilir; hayatın kutsiyeti vurgulanır. Buradan baktığımızda İslam yeşil bir dindir.

Teoriyle pratik arasında niçin uçurum olduğu sorusuna gelecek olursak modern zamanlara kadar pratiğe ihtiyaç olmadığını söylememiz gerek. Mesela Osmanlı döneminde o zamanın büyük şehirlerinden İstanbul’da, Bursa’da ya da İzmir’de yaşadığımızı düşünelim. Onların “çevre” diye bir sorunları yoktu. Teoriyle pratik arasındaki uçurumun sebebi budur. 

İslam dünyasında güçlü bir doğa düşüncesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu düşünce geçmişte pratikte hiç sınanmadı. Son otuz yıldır dünyanın geri kalanında olduğu gibi İslam dünyasında da çevre kriziyle ilgili büyük bir farkındalıktan bahsedebiliriz.

  

Çevre krizi, kapitalizm ve küreselleşme arasındaki ilişki hakkında neler söylersiniz?

Çevre krizinin tek sebebinin kapitalizm olduğu fikri yanlış bir fikir. Bu fikir de aslında Sovyetler Birliği tarafından desteklendi; ama komünizm de kapitalizm kadar zarar verdi çevreye. Bir anımı anlatayım: 1971 yılında Stockholm’de ilk Dünya Günü kutlandı. Ben de açılış konuşmacısıydım. Dünyanın dört bir yanından delegeler vardı. Çin’den ve Sovyetler Birliği’nden gelen delegeler de gözlemci olarak oradaydı. Onlar çevresel sorunlara kapitalizmin yol açtığını söylüyorlardı. Konuşmam sırasında şakayla karışık olarak Hazar Denizi’ne dökülen Rusya’daki Volga Nehri’nden bahsettim. Hazar Denizi kuzeyinden güneyine, Basra Körfezi’ne kadar kirliydi ve bu kirlilik bilimsel olarak ölçülebilirdi.

Konuşmamda, “Volga Nehri’nden daha komünist bir lağım bilmiyorum.” dedim. Volga Nehri atıkla doluydu ve balıklar bundan o kadar etkilenmişti ki Basra Körfezi’ne inmişlerdi. Hazar Denizi’ni kirleten Batı’nın kapitalizmi değildi. 

Kapitalizmin çevre kriziyle elbette çok ilgisi vardır; ama komünizm için de öyledir. Burada mesele ekonomik ve endüstriyel bir sistem değil; bunların altında yatan doğa anlayışıdır. Batı’da gelişen Marksist ekonomi, liberal ekonomi ya da kapitalist ekonomi gibi modern ekonomi modellerinin hepsi doğanın niteliksel boyutunu tamamen göz ardı eder. Yani burada suçlu olan tek bir sistem değil, bu sistemlerin hepsidir. 

“Müslüman Nesil İslami Geleneğin Farkına Varmalı”

Küresel çevre krizinin aşılması noktasında çok uluslu şirketlerin hasarı karşısında şahsi çabalar naif mi kalıyor sizce?

Çevre sorunu hem makro hem mikro bir sorun. Los Angeles’ta havayı kirleten bir milyon araç varsa bu makro düzeyde tüm şehir için bir sorundur; ama buna yol açan tekil sebeplerdir. Bundan dolayı da sorunu mikro bir bakış açısıyla çalışmak gerekir.

Başbakan, bakan ya da kral olmayan biz sıradan insanların kendi muhasebemizi yapmamız gerek. Ben sadece kendi çevremdeki şeyler hakkında; ne yediğim, ne içtiğim, ne giydiğim, hangi arabaya bindiğim hakkında bir şeyler yapabilirim. Mesele ya/ya da meselesi değildir. “Küresel düşün, yerel davran” sözü çevre meseleleri söz konusu olduğunda çok güzel bir öğretidir.     

İnsanın doğa ile ilişkisinin İslam düşüncesi içinde kadim bir yere sahip olduğundan bahsettiniz. Bu düşünceyi bugün canlandırmak için nelere ihtiyaç var?

Bu hususta tek yapmamız gereken şey günümüz Müslüman neslinin Kur’an’dan şiire kadar İslami geleneğin öğrettiklerinin daha fazla farkına varmasını sağlamak. Türk şiirinin en meşhur mutasavvıf şairi Yunus Emre’nin doğayla ilgili şiirlerine bir bakın. “Şol Cennet’in ırmakları, Akar Allah deyu deyu, Çıkmış İslam bülbülleri, Öter Allah deyu deyu.” Bu çok güzel bir sufi şiiridir; ama doğanın çağrısını duyması anlamında çevreyle ilgili de bir şiirdir. Her şeyden önce yapmamız gereken şey uyanmaktır. Kendimize yeni hakikatler icat etmemize gerek yok, tüm hakikat orada. Modern zamanlarda ülkelerimizde yapıldığı gibi Fransız romanlarını taklit etmek yerine doğayla dolu kendi edebiyatımıza dönmeliyiz. 

“Çoğu İnsan İçin Mutluluk Sadece Dış Uyaranlar Demek”

Koronavirüs salgınıyla birlikte birçok ülkede insanlar evlerine çekildi, üretim faaliyetleri yavaşladı ve doğa bir süre kendiyle baş başa kaldı. Bu salgının insanların doğaya karşı tavırlarında bir değişikliğe yol açacağını düşünüyor musunuz?

Umarım öyle olur. Burada iki husus var: İlk olarak akleden herkes modern bilimin zannedildiği gibi bir “tanrı” olmadığının, o büyük teknolojilerin bile ne kadar güçsüz olduğunun farkına varmalı. Küçücük bir virüs dünyayı karmaşaya sürükledi ve bir yıldan az bir sürede ABD’de 230 bin ve dünya genelinde de 1 milyondan fazla can aldı. Bu bize mütevazı olmayı öğütlüyor. 

İkincisi de salgın bize içsel bir yapı kazandırmalı ve mutlu olmak için dış uyaranlara aşırı bağlanmamayı öğretmeli. Bu kolay bir iş değil; zira çoğu insan için mutluluk denilen şey sadece türlü dış uyaranlar demek. Şimdi bunların bir kısmı azaldı ve insanlar içlerine bakmak zorunda kaldı.

Şunu da söylemek zorundayız: Birçok ölüm, trajedi ve üzücü anlar yaşanıyor; ama koronavirüs krizinin doğaya çok yardımı oldu. İnsanların doğa üzerindeki etkisini azalttı. Vahşi hayvanların şehirlerin çeperlerinde, kasabaların içlerinde dolaştığına şahit oluyoruz. Bu da ölüp gittiğimizde doğanın her şeyi devralacağını ve doğanın gücünü gösteriyor. Allah bize O’nun kudreti karşısında kim olduğumuzu, ne kadar zayıf olduğumuzu hatırlatıyor.       

“Modern İnsanın Manevi Krizi”

Bugün birçok İslam ülkesinin savaş ve açlık gibi büyük sorunlarla boğuştuğunu görüyoruz. Çevre krizi de eklenince olumlu bir gelecek hayali zorlaşıyor. Siz bu karartıcı atmosferden çıkış konusunda nasıl bir duruşa sahipsiniz?

İslam dünyasının büyük kısmı bir krizden mustarip. Ama bu kriz her şeyi kapsayan bir kriz değil. Çoğu Müslüman hâlâ geleneksel bir dünyada yaşıyor. Hâlâ namaz kılıyor, zekât veriyor, aile ve sosyal ilişkilerini İslam temelinde düzenlemeye çalışıyor. Bugün doğa karşıtlığı noktasında el ele veren modernizm ve fundamentalizm de İslam dünyasındaki tek güçler değil. Müslüman fundamentalistlerin hepsi de doğaya karşı kayıtsızdır, doğayla ilgili hiçbir şey söylemezler. Bugün bunların yaratılan kriz karşısında bu kadar çaresiz olmasının geleneksel İslam’ın en üst entelektüel noktadan gündelik hayata kadar kendini yeniden sunması için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum. 

Bir yer ne kadar gelenekselse krizlerin yaşanma tehlikesi de o kadar azdır. Mesela Butan örneği oldukça önemlidir. Butan Müslüman değil, Budist bir ülke. Güneylerindeki Hindistan’da milyonlarca insan hasta ve inanılmaz bir yıkım yaşanırken Butan’da sadece bir koronavirüs vakası çıktı. Orada herkes geleneksel bir şekilde yaşıyor, modern teknoloji yok. Bu hepimiz için önemli bir ders. 

Sorunuzda da bahsettiğiniz gibi İslam dünyasında her dinin karşı çıktığı birçok sorun var ve iyi bir Müslüman bunlara direnmeli. Tüm dış savaşlar içimizde olan çatışmaların sonucudur. Doğayla olan savaş da kendi iç doğamızla olan savaşımızın bir sonucudur. Bundan dolayı İnsan ve Tabiat’tan ve Modern İnsanın Manevi Krizi’nden bahsediyoruz, sosyal ya da ekonomik bir krizden değil. Bunlar dışsal belirtilerdir. Yaşanan felaketlerin içsel sebebi manevi rahatsızlıktır. Bu rahatsızlık da modern insanın kim olduğunu, bu kimlik temelinde de kendine, doğaya ve Allah’a karşı olan sorumluluklarını unutmasıdır.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Sami, Zekioğlu
    2022-01-12 01:14:34

    Bu konu ile ilgili sayın Prof. Dr. Nasr'ın makalesini büyük bir ilgi ile okudum. Meseleye hem global hemde toplumsal/bireysel toplu bir bakış açısı ile yaklaşılmış. Sayın Nasr'ın bu konuya yaklaşımı da yeni değil ve her fırsatta insan doğa ilişkisini ön plana çıkarmışdır. Yıllar önce bu konuyu gündeme alması, öngörülü yani bilge bir kişiliğe sahip olmasından kaynaklı olmasındandır. Sayın Nasr'ın da değindiği gibi islam dünyası çevre tahribatında baş müsebbip olmasada bugün bu sorunun bir parçası ve kendisini soyutlayamaz. Bu bilinç ve yaklaşım ile sorumluluk almalı, hatta yaşadığımız toplumda bu sorun ile ilgili örnek model teşkil edebilecek, islamın kadim geleneği ile uyumlu çözüm önerilerinde bulunabilir ve pratiğimiz ile yol gösterici olabiliriz. Bu sayılan sarihler ışığında insanlığa sunacağımız pratik çözümler bizi Allah'a daha yakınlaştıcaktır. Daha güzel gelecek umudu ile saygı, sevgi ve muhabbetlerimle Sami Zekioğlu, Köln/Almanya

Son Yüklenenler