Mutlak Barış Mümkün mü?
İçinde bulunduğumuz dönem, II. Dünya Savaşı’ndan beri çatışmaların ve silahlanmanın en yüksek olduğu dönem. Peki bunca çatışmanın ve adaletsizliğin olduğu bir dünyada barış sadece bir ihtimal mi?
Barış, insanlık tarihinin başından beri ideal düzen olarak görülmüştür. Galtung barışı negatif ve pozitif olarak ikiye ayırır. Buna göre negatif barış, savaşın ve kişisel şiddetin olmaması hâli iken pozitif barış da yapısal şiddetin, yani sosyal adaletsizliklerin olmadığı hâle verilen isimdir.
Küresel Barış Endeksine (GPI) göre içinde bulunduğumuz dönem, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en fazla çatışmaların yaşandığı donem. Aktif çatışma sayısı 56 ile rekor seviyede iken, çatışmaların barış anlaşmaları veya askerî yollarla çözülme oranı düşüşte. Mevcut çatışmalar uluslararası bir boyut kazanırken, 92 ülke sınır ötesi çatışmalara dâhil olmuş durumda. UNHCR verilerine göre dünyada çatışmalar ve insan hakları ihlalleri nedeniyle yerinden edilmiş 122 milyon insan mevcut. Bu yerinden edilmiş insanlar en çok Suriye, Venezuela, Ukrayna ve Afganistan’dan geliyor.
Dünyada Çatışmaların Artış Trendi
Ayrıca 2024 yılında 108 ülkede silahlanmada artış gözlemlendi. Tüm bu gelişmeler, büyük bir çatışmanın gerçekleşme riskini artırıyor. Bölgesel çatışmalar, örneğin Rusya-Ukrayna Savaşı ve Gazze’deki savaş, modern savaşların yıkıcı insan maliyetini ve karmaşıklığını ortaya koyuyor. Rusya-Ukrayna Savaşı son iki yıldır her ay 2 binin üzerinde can kaybına neden olurken, taraflar arasında belirgin bir ilerleme kaydedilemediği görülüyor. Gazze’deki savaş ise Ekim 2023’ten bu yana 40 binden fazla kişinin ölümüne yol açarak ciddi bir insani kriz oluşturdu ve İsrail hükûmeti ateşkes çağrılarına hâlâ yanıt vermiyor.
21. yüzyıl savaşları, iki ana eğilimle değişim gösteriyor: Askerî teknolojideki ilerlemeler ve artan jeopolitik rekabet. İnsansız hava araçları ve el yapımı patlayıcılar gibi teknolojilerle, devlet dışı gruplar büyük devletlere karşı daha etkili mücadele edebilme imkânına sahip oldular. Özellikle İHA kullanımı 2018’den bu yana yüzde 1.400’ün üzerinde artış gösterdi, bu da çatışmaları daha karmaşık ve çözümü zor hâle getirdi. Jeopolitik değişimler de küresel çatışma yönetimini zorlaştırıyor. ABD’nin egemen olduğu tek kutuplu bir dünyadan çok kutuplu bir düzene geçiş, jeopolitik rekabetleri artırarak çatışmaları uzatıyor. ABD ve AB gibi geleneksel güçlerin kaynaklarının zorlanması küresel gerilimleri yönetme kapasitelerini sınırlandırıyor. Bu arada Çin, Rusya ve Türkiye gibi yükselen aktörler, çatışmaların yaşandığı bölgelerde nüfuz kazanma yarışına giriyorlar.
Bu rekabet ve silahlanma yarışının büyük ekonomik etkileri de var. 2023 yılında şiddetin küresel ekonomiye maliyeti satın alma gücü paritesine göre 19,1 trilyon dolara ulaşmış durumda. Bu, dünya ekonomik faaliyetinin (küresel gayri safi hasıla) yüzde 13,5’ine veya kişi başına 2.380 dolara eşit. Birçok ülke, şiddetli çatışmalar nedeniyle GSYİH’de büyük düşüşler yaşadı. Ukrayna ekonomisi, Rusya’nın işgali sonucu 2022’de tahminen yüzde 30 küçülürken, bazı tahminlere göre Suriye İç Savaşı, ülke ekonomisinin yüzde 85 oranında küçülmesine neden oldu.
Peki çatışmaların böylesine her yere yayıldığı, vekalet savaşlarının sürdüğü bir dünyada gerçekten barışa inanmaya devam etmek, barışı arzulamak ne kadar mümkün? Gelin uluslararası ilişkilerin temel teorilerinin barış hakkında ne vaaz ettiğine beraber bakalım.
Barışın Yolu Uluslararası Örgütler mi?
Richmond, uluslararası ilişkilerde barışın genellikle günlük hayata dair çözümleri değil de devletler arası dengeleri ifade ettiğini söyler. Bu anlamda uluslararası ilişkiler savaşların sebeplerini anlayabilmek adına ortaya çıkmış bir disiplindir. Devletler arası politikalarda barış bir süreçten ziyade hedef olarak görülürken II. Dünya Savaşı’nın ardından gelen Avrupa Birliği gibi tecrübelerde barış hedef olmanın yanı sıra bizzat sürecin kendisi olarak da görülmüştür.
İdealist bakış açısı dünyada düşmanlıkların sona erdirilerek anlaşmazlıkların çözüme kavuştuğu bir barış düzeni vaaz etmektedir. Buna göre, halkların kendi kaderini tayin hakkı, devletler arası ticari ilişkiler ve iş birlikleri, uluslararası kuruluşlar ve uluslararası yargı düzeninin varlığı bu nihai barışın sağlanmasında temel unsurlardır. Demokratik yönetimler ve uluslararası teşkilatlar yaygınlaştıkça devletler arası ihtilaflar barışçıl metotlarla çözülecek ve silahlı kuvvetlere gerek kalmayacaktır.
Bu açıdan bakıldığında devletler, barışı tesis etmek ve korumak için iş birliği içinde hareket edecek ve bu onların da çıkarına olacaktır. I. Dünya Savaşı döneminde Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı yapan Woodrow Wilson, küresel bir barışın sürdürülebilmesi için devletlerin uluslararası örgütler aracılığıyla ortak bir çaba göstermesi gerektiğini, Alman felsefesinin önemli ismi Immanuel Kant ise “Ebedi Barış” eserinde, bağımsızlığın her halk için esas olduğunu ve bu bağımsız devletlerin ortak bir irade ortaya koyarak bir dünya federasyonu oluşturması durumunda kalıcı barışın mümkün olacağını öne sürmüştür.
Uluslararası Ticaret ve Karşılıklı Bağımlılık
İdealizmin varsayımları, II. Dünya Savaşı’na giden süreçte eleştirilere maruz kalsa da bu felsefi yaklaşım özellikle liberalizmin uluslararası barış vizyonunu şekillendiren temel unsurlar arasında yer almıştır. İlhamını idealizmden alan liberalizm nispeten daha uygulanabilir bir uluslararası barış hedefi çizmiştir. Buna göre, liberal demokrasilerin yaygınlaşmasına bağlı olarak hakları güvence altına alınmış bireylerin yaşadığı bir ülkede iç barış sağlanmaktadır.
Bununla beraber, liberal demokrasilerde halkın iradesini temsil eden yönetimler, devletler arası çatışmalarda silahlı müdahaleyi son çare olarak görecek ve diplomatik yöntemlere öncelik tanıyacaktır. Çünkü demokratik yönetimlerde savaşa girme kararı monarşilere göre daha zor alınmaktadır. Bu açıdan da bakıldığında demokrasilerin yaygınlaşması uluslararası barışa katkı yapmaktadır. Ayrıca uluslararası ticaretin yaygınlaşması ve küresel boyutta serbest piyasa kurallarının uygulanır hâle gelmesiyle devletlerin bu ticareti sürdürebilmek adına barıştan yana rasyonel tercihler yapacağı varsayılır. Liberalizme göre barış, Montesquieu’nün de ifade ettiği gibi uluslararası ticaretin ve karşılıklı ticari bağımlılığın doğal bir sonucudur.
Devletler Arasında Bir Anarşi
Realist kuram ise barışa dair bir öngörü geliştirmemiştir. Realizm devletler arası güç mücadelelerine odaklanırken barışı “imkân dâhilinde” görmemektedir. Teorinin temelinde insanın tabiatı gereği rekabet ve şiddete eğilimli olduğu varsayımı yatmaktadır. Bu varsayım üzerine inşa edilen teoride insan doğasının şiddet eğilimli olmasının sonucu olarak da devletler arasında bir anarşi ve düzensizlik olduğu, bu sistemin de sıfır toplamlı bir etkileşime imkân tanıdığı öne sürülür. Böyle bir uluslararası sistemde ise savaş ve çatışmalar kaçınılmaz olarak kabul edilir. Bu çerçevede realizmde barış, güç ve çıkar kavramları çerçevesinde anlam kazanmaktadır. Her devlet kendi çıkarları doğrultusunda bir barış inşa etmek ister ve eşit güçlere sahip olmadıkları için çıkarlar arasında çatışma kaçınılmazdır. Egemen devletlerin birlikte bir barış düzeni sağlaması ise mümkün değildir. Barış ancak kısa sürekli olarak savaşların kazananı olan devletlerin kendi şartlarını kabul ettirdiği takdirde mümkün olabilir.
Mutlak barış, insanlık tarihi boyunca bir ideal olarak görülse de, uluslararası ilişkiler literatürü ve mevcut küresel dinamikler bu hedefin gerçekleşmesinin oldukça karmaşık olduğunu ortaya koymaktadır. İdealizm, halkların kendi kaderini tayin hakkı, uluslararası iş birlikleri ve demokratik yönetimlerin yaygınlaşması gibi unsurlarla kalıcı barışın mümkün olabileceğini savunurken, realizm bu görüşü insan doğasının rekabetçi ve çatışmacı yapısına dayanarak eleştirmekte ve barışı kısa vadeli güç dengeleriyle sınırlı bir olasılık olarak görmektedir. Ancak şunu vurgulamakta fayda var ki, uluslararası ilişkilerin ana teorilerinin temelinde insan fıtratına dair kabulleri yatmaktadır.
Günümüz dünyasında artan çatışmalar, hızla gelişen askerî teknolojiler ve büyüyen jeopolitik rekabet, barışın sağlanmasını daha da zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte, liberalizmin önerdiği demokratik yönetimlerin ve uluslararası ticari bağımlılıkların barışı destekleyici etkileri, barış arayışında umut ışığı olarak değerlendirilebilir. Ancak mevcut koşullar, barışın sadece bir hedef değil, aynı zamanda sürekli çaba ve iş birliği gerektiren bir süreç olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, uluslararası toplumun ortak irade ve kararlılıkla hareket etmesi, kalıcı barış için kritik bir öneme sahiptir.
Kaynaklar
- Galtung, Johan: “Violence, Peace, and Peace Research”, Journal of Peace Research, Cilt 6, Sayı 3, 1969
UNHCR, Refugee Data Finder: https://www.unhcr.org/refugee-statistics - Institute for Economics & Peace. Global Peace Index 2024: Measuring Peace in a Complex World, Sydney, June 2024: https://www.economicsandpeace.org/wp-content/uploads/2024/06/GPI-2024-web.pdf
- Richmond, O. P.: Peace In International Relations, New York, Routledge Taylor & Francis Group, 2008.
- Kant, I.: Perpetual Peace A Philosophical Sketch, Cahn, S. M., (edt.), Political Philosophy The Essential Texts, (379-388), Oxford, Oxford University Press, 2005.
- Knutsen, T. L.: A History of International Relations Theory: An Introduction, Manchester, Manchester University Press, 1992.