Dosya: "Savaş ve Barış"

Savaşın Korkunç Görüntüleri Bize Musallat mı Oluyor, Yoksa Bizi Harekete mi Geçiriyor?

Gazze’deki soykırımdan ve Suriye’deki işkence hücrelerinden görüntüler telefonlarımıza düşerken, acı temsillerinin tam olarak “ne yaptığı” sorusu da önem kazanıyor. Konfor alanındaki ötekisiyle acısı ve kaybı üzerinden iletişim kurmaya çalışan savaş mağdurlarının paylaşımları bize musallat mı oluyor, yoksa bizi harekete mi geçiriyor?

Fotoğraf: Jorm Sangsorn/shutterstock.com | Değişiklikler: Perspektif

Suriye iç savaşının Baas rejiminin devrilmesi ile hızlı bir dönüşüme uğradığı, Filistin işgalinin ve Gazze soykırımının uluslararası toplumun yüzünü öne eğen bir hızla devam ettiği şu günlerde, çatışmanın, savaşın ve acının estetiği, arkasına aldığı tüm anlatı rüzgarıyla gündemimizde. Hem bireylerin hem de kurumların yeni savaşlara en büyük katkılarından biri de algoritmaların önderliğinde ve politik hassasiyetlerimizin rehberliğinde organize olan, acıların görsel ekonomisi. 

Bu görsel ekonominin teknolojik imkânları büyüdükçe, insanların hakikati belgeleme ihtiyacı ile insanın başkasının acısında şahit olmadaki gerçekçi, korkunç ve yer yer grotesk yüzleşmelere tahammül etme sınırı arasına sıkışan bir bilgi edinme ve “Öteki”yle ilişkilenme biçimi normalimiz oldu. Gerek uluslararası kurumlara adalet ve yaptırım çağrılarının gerekse insani yardımın bu imajların trajikliğine ve dolaşım gücüne bağlı olması, ön planda humanitaryan (insani) duygulara bağımlı, ancak bireyleri ve devletleri harekete geçirme konusunda verimliliği de tartışmalı bir küresel adalet arayışı kültürü içindeyiz.

Bir Bilgi Okyanusunda Yol Bulmaya Çalışmak

Kamera açıları, filtreler, eklenen müzikler gibi unsurlar ile yer yer grafik, yer yer artistik değeriyle ön plana çıkan; haber verme ve empati uyandırma amacıyla dolaşıma sokulan bu görsel metaların estetik değerinin yıkım ve acının sertliği karşısındaki ironisi, bir yandan da bu görsel ekonomi ile gizliden ve açıktan oluşan propaganda değerini görmeyi mümkün kılıyor.

Peki acı temsilleri ne yapar? Instagram veya X gibi platformlarda kimi zaman hareketli kimi zaman donmuş bir şekilde ana sayfalarımıza düşen korku dolu gözleri, yerinden edilmiş hayatları, organları, kaybın yansımalarını gördüğümüzde ne yapıyoruz? Görüp geçmenin, görüp üzülmenin, beğenmenin, paylaşmanın ve o acıyı mesele edinip görsel ekonominin dışına çıkıp harekete geçmenin hepsi tam olarak bize ne yapıyor? Öteki’yle acısı üzerinden ilişkilenmenin hem bireylerin hem de kurumların sorumluluğu anlamında politik sonuçları nelerdir? 

Bu soruların cevabı muhakkak bu yazının haddini aşıyor ancak gerçek şu ki, bir yandan inanmak için görmenin gerekli olduğuna inanıyoruz, bir yandan da gördüklerimize inanmanın da giderek zorlaştığı, yapay zekanın giderek daha ikna edici gerçekçilikte görseller ürettiği, hakikatin kırıldığı ve doğrusu çoğu gördüğümüzün de gerçekliğiyle yüzleşmek istemediğimiz bir duygulanım evreninde yaşıyoruz. Sosyal medyanın kaosunda acı temsilleri artık birer “flaş”, durup düşünmeyi ya da geçip başka bir yerden o politik anlatıyı yakalamayı tercih etmeye mecbur kaldığımız ve bu kararın içindeki bilinç süreçlerimizin de hızına binaen köreldiği bir bilgi okyanusunda yol bulmaya çalışıyoruz. 

“Savaşın Çerçeveleri” ve Musallat Tecrübesi

Ateş hattında bizzat bulunan değilsek, temsili ile ne yapıyorsak, ne görüyor ve ne yaşıyorsak savaş bizim için o oluyor. Beşar Esad’ın Halep’te düzenlediği hava saldırısı sonrası ambulansta şok içinde başı kanayarak oturan Omran Daqnesh ile ailesi savaş sebebiyle göçmeye çalışırken bedeni sahile vuran Aylan bebeğin fotoğrafı, dünyanın geri kalanındaki bizler için anlattığı hikâye açısından bir bütünlük arz ediyor. Onların biricikliğinde, Suriye savaşının yarattığı kolektif acının büyüklüğünü görüyoruz. Öte yandan bu bütünün içindeki “veri” çoğaldıkça biricikliğin sayılara dönüşmesi, empatimizin durağanlaşması, o acıyı dindirmek için bireysel aksiyon almanın sınırlılıkları bir endişe ve tartışma konusu. 

Susan Sontag, “Başkalarının Acısı Hakkında” (İng. “Regarding the Pain of Others”) isimli kitabında bizi, bu görüntülerin bize bir hayalet gibi “musallat” olduğuna ve bir merhamet yorgunluğuna yol açtığı için de hepimizi duyarsızlaştırdığına dair uyarır. Sontag’a göre bir fotoğraf bir çerçeve çizer. Bunu yaparken de bağlamın bir kısmını dışlar. Bizi acıya inandırır ancak bunu yaparken acıyı estetize eder. Dahası bu estetizasyon, insani bağlam ile güç ilişkilerinin ele alınacağı politik bağlamı birbirinin dışında alanlar olarak yeniden tanımlama tehlikesini de içinde barındırır. “Musallat” tecrübesi, bu anlamda politik eylemliliğin önüne geçer.

Her ne kadar gündelik tecrübemizde bu merhamet yorgunluğu ile ilişkilenmek ve dolayısıyla Sontag’ın bakış açısını kabul ederek acı temsillerinin dolaşımına mesafe almak mümkün olsa da bu temsillerin edimini bireyin yorulma yahut paralize olmasına indirgemek tartışmalı bir konudur. Örneğin Judith Butler, “Savaşın Çerçeveleri” (İng. “Frames of War”) kitabında kaybın yahut hem gerçek hem de metaforik olarak yaranın (ve hatta yaranabilirliğin, kırılganlığın) gösterildiği fotoğrafta kadrajın iktidar ile ilişkisine dikkati çeker. 

Sontag’ın aksine savaş şartlarının ürettiği imajların kendisine bakanı paralize etmenin ötesinde, bir yandan yası tutulabilir olan hayatlar hakkında bir bilgi verirken, bir yandan da kadrajın içinde ve dışında kalanlara bakarak sadece gerçekliğin yansıtılmasına değil, onun üretilmesine de etkisi olduğuna dikkati çeker. Kadraj yahut elimize ulaşan görselin çerçevesi, varlığını idrak edebildiğimiz hayatlar ile o kadar da idrak edemediğimiz, kendimizden göremediğimiz hayatlar arasında bir sınır çizer. Fotoğraf, bir yandan bir gerçekliği çerçevelediğinde kopyalanabilir bir içerik üretirken, bir yandan da onun yeninden üretilebilirliği, bağlamından sürekli kopmasına ve çerçevesinin sınırlarını aşmasına sebep olur.

Karpuz Emojisini Gerekli Kılan Sansür ve Şiddet 

Mesela Ebu Garib Hapishanesinden bir işkence fotoğrafı, işkenceyi belgeler, evet, ancak onun da ötesinde o fotoğrafı çekip yayanlara, yani çerçevenin dışına dair bilgi verir. Bizi yüzünü görmediğimiz çıplak erkek bedenlerinin yasının tutulabilir olup olmaması ile yüzleştirir. İnsanı insan olarak görme sınırlarımızı hatırlatır ve bunun politik bağlamını diri tutar. Bununla birlikte, o fotoğraf çeşitli mecralarda farklı yorum ve yazılarla defalarca paylaşılır. Kimi zaman başka bir yeri, başka bir işkenceyi tarif etmek ya da daha büyük bir anlatının parçası olmak için kullanılır ve bağlamından kopar; delil ve belge olmanın ötesinde yeni bir değer kazanır. 

Peki harekete geçirir mi? Duyguların harekete geçmesi yahut kimi zaman bir heyelan misali bağlam kaymalarının siyasi implikasyonları bir hareket sayılabilir mi? Eğer acı temsilleri bize yalnızca tasallut ediyorsa, bir paylaşıma önce “Taylor Swift’in son albümü hakkında konuşmamız lazım” diye başlayıp ardından, “Bir saniye, gitme! Şimdi sana malum ülkede soykırımdan kaçan Iman’ın hikayesini anlatacağım. Bu videoyu sonuna kadar izle ve bağışta bulun” diyerek algoritmaları alt etmeye çalışan karpuz emojili TikTok videolarının yapmaya çalıştığı şeyi nereye koyacağız? 

Dahası, karpuz emojisini gerekli kılan sansür ve şiddet ile karpuzun karikatürize ettiği işgal tarih ve gerçekliğini ve karpuzun renkleri ile Filistin bayrağını anlatan yaratıcılığı nereye koyacağız? Öteki’nin acısından gözümüzü kaçırmak, ar etmek bir hareket, esasında bir kıpırtı değil mi? Peki bu kıpırtının acziyeti ve onu romantize etmenin çatışmaların kalbinde hırpalanan insanlar açısından tehlikeleri ile nasıl yüzleşeceğiz?

Omran Daqnesh’in fotoğrafını paylaşan Suriyeli muhalifler ile, fotoğrafın çekilmesinden günler sonra kendisiyle evinde üstü başı temizlenmiş bir şekilde röportaj yapıp orijinal fotoğrafın anlatısını yeniden yazmaya çalışan Baas rejimi yanlısı medya kanalı arasında onun kırılgan küçük bedeninin incindiği bilgisi hakkında ne yapacağız? Ne yaptık? Omran’ın ismini bilmemizi sağlayan fotoğrafı gibi niceleri üretilmeye devam ediliyor ve bunların pek çoğu, tıpkı Omran gibi, hem makropolitik anlamda gerçek bir kırılmaya sebep olamayacak olmanın aczini, hem acısının fark edilmesinin ve en azından bireysel yahut bölgesel anlamda hâlinin iyileşmesinin ümidini hem de hikâyesinin yeniden yazılmasının riskini taşıyor.

Acı Temsillerinin Efsanevi Değeri

İşte bu noktada devreye acı temsillerinin mitik (efsanevi) değeri ve propaganda gücü devreye giriyor. Roland Barthes, “Bugünki Efsane” (İng. “Myth Today”) adlı çalışmasında, özellikle efsaneleştirilmiş, sembolizm yüklenmiş fotoğraflardaki mitik anlatımın, o imajın kendisini anlam açısından âdeta soyduğunu söyler ve bunun bir dil hırsızlığı olduğunu belirtir. 

Bugün ellerinde telefonlarıyla kendi acısını görüntüleyerek “En azından tarihe not düşmeye” hapsedilmiş, konfor alanındaki ötekisiyle acısı ve kaybı üzerinden iletişim kurmaya çalışan tüm savaş mağdurları bir yandan bu efsaneleşmeyi sırtlamaya çalışırken bir yandan da yüzlerce öz-belgeselin arasında yaşanan bu anlam hırsızlığının çaresizliğini aşmak için gerekli yaratıcı yöntemleri ve ayrıcalıklı müttefiklerini bulmaya çalışıyor. 

Yani savaşın ve acısının estetikleştirilmesi mağdur için de bir ihtiyaca, o ihtiyaç giderildiği anda dâhil olduğu o görüntü trafiğinde bir bağlam ve biriciklik kaybına dönüşüyor. Bu kaybı gidermek için de mağdur yeni estetik bir çözüme ihtiyaç duyuyor. Tabii bu sahnedeki aktörler sadece kendisinin yahut komşunun acısını belgeleyen kişiler değil. Rating’i ya da tık’ı artırmak için seferber olan irili ufaklı medya yapımcıları ve devletlerin politikalarına uygun şekillenen propaganda araçları da bu anlam “hırsızlığının” dev birer paydaşı.

Baştaki sorumuza geri dönelim: Acı temsilleri ne yapar? Peki paylaşmadığımız görüntüler? Rahatsız olduğumuz için. Bakmaya bile tahammül edemediğimiz için. Büyüyüp heyula olmuş bir mağduriyet kalabalığı arasına saniyeler içinde karışmasını istemediğimiz için. Denk geldiğimiz tüm acıları paylaşsak kendi sanal benliğimize alan kalmayacağını, görünürlüğümüzün bir nevi klavye aktivizmi içinde boğulacağını sezdiğimiz için. Paylaşmanın ahlaki tonundan hoşlanmadığımız için. Şiddetin alanını genişletmemek için. 

Bu kendi çerçevesinde makul sebepleri uzatmak mümkün. Peki mağdur olanın kendi gerçekliğini paylaşmama lüksü var mı? Bu görsel ekonomide insan olarak görülmenin ön koşulu, insanları bedensel kırılganlıkları ve politik acziyetleriyle yüzleştirmek gibi görünüyor. Oysa bu hissedilen “acziyet” kimin işine geliyor ve duyguların siyaseti nasıl yine meselenin merkezine taşınıyor? Savaş imajları ve acının temsili hangi çelişkilerden süzülerek önümüze geliyor ve biz bu çelişkilerle ne yapmalıyız? 

Bu sorulara döneme, kişiye ve kurumlara göre değişen cevaplara vermeye açık olmadan ve çelişkilerle var olmaya devam edecek bu alanda siyasi ve insani failliklerimizi, acziyet gibi duyguların kolektif sonuçlarını ve çerçevelerin dışına taşırdığımız anlamların biriken bilgi ve gücünü fark etmeden cevap vermek oldukça zor görünüyor. Bu çelişkilerin ve soruların özgül ağırlığı, tıpkı fotoğrafın çerçevesi gibi, kadrajın dışına dair de bize, insan olmaya, acı çekmeye ve sorumluluğa dair pek çok şey söylüyor. Kim bilir, belki bu soruların içinde kalmak, onları cevaplamanın zorluğuna tahammül etmek belki de politik acziyeti aşmak için küçük ama stratejik açıdan önemli bir adımın parçası olabilir.

 

Kaynaklar

  • Sontag, S. (2003). Regarding the pain of others . Farrar, Straus and Giroux.
  • Butler, J. (2009). Frames of war: When is life grievable? . Verso.
  • Barthes, R. (2014). Myth today. In Ideology (pp. 162-172). Routledge.

Esma Güney Aksoy

Lisans ve yüksek lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamlayan Güney Aksoy, Çukurova Üniversitesi Arkeoloji bölümünde ikinci lisans eğitimine devam etmektedir. Ağırlıklı olarak duygulanım sosyolojisi, medya ve hukuk antropolojisi alanları ile ilgilenen yazar, aynı zamanda Fidiro Kahvesi ve Talking Anthropology podcastlerinin yapımcı ve sunucularından biridir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Merve Yüksek
    2025-01-09 14:33:06

    Değerli Yazar Esma Hanım, böyle güzel bir anlatimla bizlere farklı bakış açıları sunduğunuz için teşekkür ediyorum. İyi calismalar, saygılarımla.

Son Yüklenenler