'Dosya: "Dinî Cemaat-Devlet İlişkisi"'

Avusturya’da Don Kişot Sendromu ve Kanunlaşan İslamofobi

Don Kişot, hayali düşman kurgusu üzerinden yel değirmenlerine saldırırdı. Avusturya’da İslam Yasası ile kanunlaşan tehdit kurgusu ise Don Kişot’un maceraları kadar sevimli değil. Bilakis bu kurgu, ülkenin hem uluslararası hem de iç hukuk bağlamında oldukça büyük sorunlar yaşayacağının bir habercisi.

Avusturya’da kabul edilen 33 maddelik İslam Yasası’nın demokratik süreçler ve teamüller açısından endişe verici bir yönü vardır. 560 bin, yani yarım milyon civarında Müslümanı ve yaklaşık 450 dernek yapılanmasıyla bir inanç topluluğunu ilgilendiren düzenlemeler bu topluluğun görüşleri dikkate alınmadan yasalaşmıştır. Avrupa’nın geleceği için endişe verici olan bu durum Avrupa’da ırkçı aşırı sağ politik söylemlerin merkez siyasete etkisinin de göstergesidir. Öyle ki Avusturya’nın aşırı sağcı Özgürlükçü Partisi (FPÖ) yasayı yumuşak ve yetersiz görmekte, sertleştirilmesini istemektedir. Yasa, Avrupa’nın kendi değerleri olarak savunduğu temel insan haklarından inanç ve ifade özgürlüğü yanında çokkültürlü toplum vizyonuyla da çelişmektedir. İslam’ı henüz yirminci yüzyılın başlarında hukuken tanıyarak Avrupa’nın diğer ülkelerine örnek teşkil eden Avusturya’ya kanun hiçbir gerekçeyle yakışmamıştır. Bu yasa, Don Kişot’un yel değirmenlerini düşman ilan etmesi gibi Müslümanları yasa üzerinde ötekileştirmekte ve toplumsal barışı zedeleyecek bir yaklaşım sergilemektedir.1 Yasa bu hâliyle Avusturya’nın imza attığı bazı uluslararası sözleşme standartlarıyla da çelişmektedir.

İhlal Edilen Uluslararası Sözleşmeler

Bu yasa Avusturya meclisine sunulmadan önce Avusturya hükûmeti tarafından 57 daimi üyesi ve diğer üye ülkeleri olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) sunuldu. AGİT ana hatlarıyla üç temel başlıkta çalışmaktadır: Uluslararası güvenlik, uluslararası ticaretin uyumu ve insan hakları boyutu. İnsan hakları boyutu kapsamında üye ülkeler bazen çeşitli mekanizmalarla, genelde ise ilgili devletin kendi isteğiyle AGİT’ten görüş isterler. Avusturya hükûmeti de İslam Yasası tasarısı hakkında görüş almak için tasarıyı AGİT’e gönderdi. AGİT, din ve inanç özgürlüğü ile ilgili konularda bağımsız bir danışma kuruluna sahiptir. Avusturya devletinin tasarıyla ilgili görüş talebi üzerine AGİT yönetimi, “yapıcı, iyileştirici, inanç özgürlüğüne aykırı olmayacak düzenlemeler” bakımından Avusturya devletine bir tavsiye metni oluşturmak için İnanç Özgürlüğü Danışma Kurulu’na konuyu ileterek benim de aralarında olduğum 12 kişilik bu danışma kurulundan Ekim 2014’te görüş istedi. Biz görüşlerimizi hazırlayarak bazı maddelerin değiştirilmesi gerektiğini belirttik, hatta ifade değişikliklerini de önererek metni hazırladık. Bu görüşler AGİT Hukuk Bürosu tarafından resmî görüş hâline getirilerek Avusturya devletine iletildi. Bu görüş daha sonra 7 Kasım 2014 tarihli bir doküman olarak AGİT internet sitesinde resmen yayımlandı. Aradan geçen sürede Avusturya hükûmetinin değişiklikleri konusunda bir geri dönüş olmadı. Şimdi görülüyor ki birkaç küçük düzeltme dışında AGİT’in tavsiyesine uyulmamıştır. Peki, bu görüşler nelerdir? Öncelikle AGİT raporuna göre Avusturya hükûmeti kendisinin de taraf olduğu bazı uluslararası sözleşmelere uymayan bir yasa hazırlamıştır. AGİT Avusturya hükûmetine dinî dernek ve vakıfların tüzel kişiliklerini zora sokacak yasa maddelerinin düzeltilmesini önermiştir. Yine, AGİT tarafından yasadaki “dinî derneklerin dinî inançlarını yaymalarıyla ilişkilendirilerek otomatik olarak kapanmaları” hükmünün kaldırılması, yurt dışı finansal yardımı yasaklayan maddenin iptali veya hafifleştirilmesi ve bilgi arşivine (data protection) izin verilmesi teklif edilmiştir. AGİT’in hazırladığı raporda Avusturya hükûmetine yasanın 15 ve 16. maddelerinin Avusturya’nın da taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmelerine uygun inanç özgürlüğü standartlarıyla çelişmeyecek şekilde düzeltilmesi, “İslam’ı tanıtma ve anlatma misyonuyla kurulmuş derneklerin otomatik olarak kapatılması” hükmünün iptali, İslami derneklerin özerkliğine saygı duyacak şekilde yasanın yenilenmesi, yurt dışı kaynakların yasaklanmaması, ancak düzenlenmesi gibi hususlar önerilmiştir. AGİT’e göre Avusturya, Uluslararası Sivil ve Politik Haklar Sözleşmesi’nin 18. (düşünce, vicdan ve din özgürlüğü), 22. (dernek kurma özgürlüğü) ve 2. (ilgili insan haklarına ayrım yapmadan uymak) maddelerine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin aynı kapsamdaki 9, 11, ve 14. maddelerine, Avrupa Birliği Temel Haklar Sözleşmesi’nin yine aynı hususları vurgulayan 10, 12 ve 21. maddelerine aykırı olarak bu yasayı çıkarmıştır. Uluslararası ölçekte Avusturya başka insan hakları sözleşmelerine de imza atmıştır. Bunlar arasında muhtelif AGİT tavsiye kararları, 1989 Viyana Sözleşmesi (16. madde), 1990 Kopenhag Sözleşmesi ve 2003 Maastricht Sözleşmesi gibi dokümanlar vardır. Bunlar 2013 yılında AGİT Bakanlar Konseyi tarafından yeniden karara bağlanarak teyit edilmiştir. Özetle hem uluslararası hem de iç hukuk bağlamında yasa oldukça problemlidir.

Yasa, Avrupa’da hem akademik hem de siyasi çevrelerde bir zamanlar geliştirilmeye çalışılan ve aslında oldukça problemli bir tabir olan “Avrupa İslam’ı” anlayışının bir tezahürüdür. Müslümanlar Avusturya’da artık yalnız kültürel olarak değil hukuken de ötekileştirilmiş olacaklardır. Bu yasa bir “Avusturya İslam’ı” inşa etme ima ve hamlesi olarak Avusturyalı Müslümanları küresel İslam’dan koparmayı hedefliyor görünmektedir. Avrupa’da İslamofobi’nin ilk kanunlaşmış şekli olarak tanımlanabilecek bu yasa kamu politikaları açısından toplumun bir kesimini kanun eliyle ötekileştirmektedir.

Bir kültürel cemiyetin tehdit algısı oluşturularak, siyasi otorite tarafından demokratik süreçler işletilmeden kapatılması ya da Yahudi cemaatler hem İbranice hem Almanca vaazlarını icra ederken Müslümanlar için dinî literatürün sadece Almanca olmaya zorlanması (ilk taslakta bu duruma Kur’an da dâhildi ama AGİT’in tavsiye raporunda buna da itiraz edildiği için çıkarılmış olsa gerek) kabul edilemezdir.

Avusturya’daki Müslüman nüfusun çoğunluğu Türkiye kökenlidir. Garip bir şekilde yasa aslında radikalleşmeye karşı bir dinî vizyonun temsilcisi olan Türkiye’den giden imamların önünü kesmektedir. Avusturya’da 300 civarındaki imamın 60 kadarı Diyanet Başkanlığı imamıdır. Bunların 31 Mart 2016’da görevleri bitirilecektir. Türkiye’nin yıllardır Avusturya vatandaşı Müslümanlara götürdüğü, her şeyden önce Avusturya’nın göçmen politikalarında sosyal ve demokratik bir ihtiyacı karşılamış olan, Avusturya makamları tarafından aslında “radikalleşme”ye de engel olan İslami hizmet misyonu nedeniyle minnettarlıkla karşılanması gereken din hizmetlerinin engellenmesi kültürel çoğulculukta örnek ülkelerden biri olan Avusturya için bir irtifa kaybıdır. Üzücü olan bir diğer husus da bir inanç topluluğunun özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik bu tarz bir yasanın Avusturya’nın hâkim dinî gelenek kurumu olan ve hem kurumsal, hem hizmet formatı, hem de finansal olarak Vatikan’la irtibatlı olan Katolik Kilisesinden destek almasıdır.

Bu yasa tasarısının Müslümanlar için bayramların resmen kabul edilmesi, cezaevi hastane ve bakımevlerinde dinî rehberlik imkânı ve helal gıda izni gibi kolaylaştırıcı bazı pratik yönleri olmakla beraber, inanç özgürlüğüne müdahale anlamına gelmesinin bir sebebi de yasanın Müslümanların çoğulcu mahallî yapılanmalarına engel olarak kilise tipi bir üst yapı oluşturmaya zorlamasıdır. Bu durum, Müslüman cemaatlerin kendi yapılanma biçimlerine bir modelin empoze edilmesidir.

Yasanın Avusturya vatandaşı Müslümanların kendilerini evlerinde hissetmelerine katkısı değil, zararı olacaktır. Şahsen ben sağlıksız bir siyasal yaklaşıma dayanan bu yasanın marjinal bir ölçekte de olsa radikalleşmeyi teşvik edici etkisi olacağından endişe ediyorum. Zira yasa bir tür Don Kişot sendromuna işaret etmekte, düşman ve tehdit kurgulamaktadır. Konu güvenlikse ve ortada herhangi bir suç varsa gereği yapılır, fakat bir topluluğun tamamı itham altında bırakılamaz. Ümit ederim ki, Avusturya hükûmeti yarım milyonluk Müslüman topluluğu hedef gösterdiği ve tehlike olarak tanımladığı yasayı yeniden gözden geçirerek AGİT tavsiyelerine uyan bir düzenlemeye dönüş yapar. Avrupa’nın çoğulcu ve çokkültürlü bir kültür ve medeniyet olma iddiası uzun zamandır yara almaktadır. Müslümanları da vatandaşlık sözleşmesi kapsamında eşit haklara sahip bireyler olarak görmedikçe, bir başka ifadeyle Avrupa kolektif bilinci ve yasal vizyonu Müslümanlarla barışık olmadıkça huzurlu bir Avrupa olmaya doğru giden yolda kimlik krizi yaşamaya devam edecektir.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler