'Srebrenitsa Soykırımı'

Hasan Nuhanovic: “Ailem Gözümün Önünde Sırplara Teslim Edildi”

Hasan Nuhanovic, Srebrenitsa Soykırımı’nın sembol isimlerinden biri. Nuhanoviç’in annesi, babası ve kardeşi soykırımda öldürüldü. Babasının kemikleri katliamdan 11 yıl sonra, anne ve kardeşinin kemikleri ise 15 yıl sonra toplu mezarlarda bulundu. Birleşmiş Milletler tercümanı olduğu için soykırımdan kurtulabilen Nuhanovic, 25 yıldır adalet için mücadele ediyor. Ailesinin ölümünden sorumlu olduğu gerekçesiyle Hollanda’ya açtığı davayı kazanan Nuhanovic ile 11 Temmuz’da yaşananları konuştuk.

Lahey'deki Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde görülen davasında tanık olarak ifade veren Hasan Nuhanovic | Fotoğraf: Anadolu Images

Yaşananlara şahit olan biri olarak 11 Temmuz’da Srebrenitsa’da neler olduğunu kendi tanıklıklarınızla anlatabilir misiniz? 

Ailem ve ben, diğer binlerce Bosnalı Müslümanla birlikte evlerimizi bırakıp kaçmak zorunda kaldık. Kaçmak zorundaydık; çünkü Bosnalı Sırplar ve Sırp Ordusu, iki taraftan da halkı yok etmek istiyordu. Daha ilk günden itibaren Boşnak halkını katletme niyetleri çok netti. Boşnak halkının bir kısmı doğrudan katledildi, bir kısmı işkence gördükten sonra öldürüldü, şanslı olan bir kısmı da sürgün edildi. Sürgün edilenlerin çoğu kadınlar ve çocuklardı. Yetişkin erkekler ve 18 yaşından küçük gençler katledildi. Birçok kadın da öldürüldü ve tecavüze uğradı.

Biz ailemle yaşadığımız Vlasenica’dan kaçmak zorunda kaldık. Benim köyüm olan Suşitsa’da bir toplama kampı vardı. Lahey’de bulunan mahkemede bu toplama kampıyla ilgili çeşitli veriler de sunuldu. Suşitsa Toplama Kampı’nda 1992 yılında korkunç suçlar işlendi. Biz kaçmayı başardık ve Srebrenitsa’ya geldik. Çok zorlu bir yolculuktu. Yürümemiz gereken mesafe toplamda belki 70-100 kilometre arasındaydı. Fakat bu 100 kilometrelik mesafeyi aşmak bizim için imkânsızdı, zira yolda Sırplar pusu kurup insanları katlediyordu. İnsanlar öldürülüyor ve kayboluyordu. Açlık çekiyorduk, yiyecek hiçbir şeyimiz yoktu. Üç ay sonra Srebrenitsa’ya ulaştığımız zaman orası da aynı durumdaydı. Binlerce sığınmacı vardı, yiyecek yoktu.

İnsani yardım konvoyları Srebrenitsa’ya giremiyordu çünkü Sırplar buna izin vermiyordu. Çok açtık. Ben 20-25 kilo kaybettim, babamsa belki 40 kilo verdi. İnsanların birçoğu iskelet gibi görünüyordu. Elektriğimiz, suyumuz, dükkânlarımız yoktu. Hiçbir şey yoktu. İnsanların parası yoktu ve cebimizde kalan azıcık parayla bir şeyler almaya çalışıyorduk, ama fiyatlar uçuktu. Ömrümün en kötü dönemini 1992-93 yılında yaşadım.

1993 yılının nisan ayında şehir Sırpların eline düşecekken Srebrenitsa’daki Boşnak savaşçılar şehri savunmayı başardılar. Ama birkaç gün içinde şehir kesinlikle düşecekti. 1993’te felaketi engelleyen şey Birleşmiş Milletlerin (BM) 819 sayılı kararıydı. New York’tan gelen bu kararda Srebrenitsa “güvenli bölge” ilan edilmişti. Sonrasında Kanadalılar geldi ve Srebrenitsa’ya yiyecek gelmeye başladı. Çok temel yiyecekler az miktarda geliyordu, ama insanlar artık açlıktan ölmüyordu.

“Bir Günde Binlerce İnsanı Öldürdüler”

Biz ailemle Srebrenitsa’da BM’ye ait kampta yaşıyorduk. BM’nin belirlediği bu güvenli bölgenin sınırları 9 kilometreye 12 kilometreydi. Eğer haritada bakacak olursanız bu alan küçük bir nokta gibidir. Ama yine de hayatta kaldığımız için sevinçliydik. Savaşın bitmesini bekliyorduk. 1995’e girerken üsten Kanadalılar gitti ve Hollandalılar geldi. 1995’in temmuz ayında Sırplar Srebrenitsa’ya tüm güçleriyle yeniden saldırdı. Saldırının 6. gününde şehir Sırpların eline geçti. Şehirdeki nüfus iki büyük gruba ayrıldı. Kadın ve çocukların yanı sıra erkeklerin de bulunduğu 25 bin kişi, Potočari’deki Hollanda taburuna sığınmaya çalıştı. 12 ile 15 bin arasındaki insan da yaklaşık 100 kilometre uzaktaki Tuzla’ya ulaşabilmek için dağlara kaçtı. Kilometrelerce uzunluktaydı bu konvoy ve bu insanlar güvenli bir yere ulaşmaya çalışıyordu. Bu insanların neredeyse yarısı öldürüldü; birçoğu yakalandı ve infaz alanlarına götürüldü. Bazı yerlerde 1000 tane insanı bir günde öldürdüler. Onları sıraya dizdiler, gözlerini bağladılar, ellerini tellerle arkadan bağladılar ve sıraya dizip makineli tüfeklerle öldürdüler. Sonra buldozerler getirerek toplu mezarlar kazdılar ve insanların bedenlerini bu çukurlara attılar. Bu insanların bazıları yaralıydı ve hâlâ yaşıyorlardı; canlı canlı gömüldüler. Diğer yarısı ise hayatta kalmayı başardı.

Potočari’deki BM üssünde Hollandalılar 5-6 bin kadar insanın içeri girmesine müsaade etti. Yaklaşık 20 bin kişi ise üssün hemen önünde, dışarıda kaldı. Sırplar ertesi gün buraya geldiler ve erkeklerle delikanlıları, kadınlardan ve küçük çocuklardan ayırmaya başladılar. Kadınlarla küçük çocuklar otobüslerle araçlara kondu ve oradan cephe hattına doğru götürüldüler. Erkekler ise yakınlardaki bir kasabaya götürüldü. Bazılarına orada işkence edildi ve öldürüldüler. Potočari’deki erkeklerin ve gençlerin büyük bir kısmı ise Zvornik şehri yakınlarındaki bir yere götürülüp bir gün içinde katledildi.

Hollandalılar ertesi gün üssün içindeki sığınmacılara da orayı terk etmelerini söyledi. Tüm sığınmacıları üsten dışarı çıkardılar. Benim ailem oradaydı; annem, babam ve kardeşim. Ailem gözlerimin önünde Sırplara teslim edildi. Beni Sırplara teslim etmediler; çünkü Birleşmiş Milletler için tercüman olarak çalışıyordum. Sözleşmem ve bir kimliğim vardı. Hollandalılar beni üsten dışarı çıkarmadılar ve hayatta kaldım. İşte hayatta kalışımın öyküsü bu.

Ailem; annem, babam ve 20 yaşındaki kardeşim öldürüldüğünde 27 yaşındaydım. Sırplar Zvornik’te sabah 10’dan akşam 6’ya kadar katliam gerçekleştirdiler. 8 saat boyunca erkekleri ve gençleri getirip sıraya diziyor, öldürüyor, sonra diğerlerini sıraya dizip öldürüyorlardı. Babam ve kardeşim de burada öldürüldü. Annem ise başka bir yerde…

“Soykırımı Engelleyebilirlerdi, Ama Engellemediler”

Babanızı, kardeşinizi ve annenizi Sırplara teslim ettiği için Hollanda’ya karşı sivil bir dava açtınız. 2013 yılında bu davayı kazandınız. Bu hukuki zafer sizin için ne ifade ediyor?

Benim davamdan sonra, Hollanda Mahkemesi, sadece benim ailem için değil üssün içindeki diğer birkaç yüz kişinin ölümünden de Hollandalı askerlerin sorumlu olduğu kararını verdi. Benim davam ilkti, sonra bunu başka bir dava izledi. Bu uluslararası hukuk için de çok önemli bir davaydı.

Srebrenitsa’da olanlardan sadece Hollandalılar mı sorumlu? Birleşmiş Milletler’deki diğer ülkeler de bir şey biliyor olmalıydı.

Biliyorlardı! Neler olabileceğini ve olduğunu tabii ki çok net olarak biliyorlardı. Birleşmiş Milletler, Bosna’da binlerce askeriyle mevcuttu. Sadece Hollandalılar değil; İngiliz, Fransız, İspanyol askerleri de vardı. Bazı Orta Doğu ülkelerinin askerleri, mesela Mısır askerleri Saraybosna’daydı. BM buradaydı. Bosna’da komuta eden general İngiltere’dendi, Zagreb’de bulunan ve tüm Yugoslavya’dan sorumlu olan ise Fransa’dandı. Bunlar soykırımı engelleyebilirlerdi, ama engellemediler. Hollandalı askerler Srebrenitsa’dan ayrıldığında ben de onlarla birlikteydim. Neler yaşandığını bilmediklerini söylüyorlar, ama tabii ki biliyorlardı.

Üsten ayrılırken ailenizin akıbeti hakkında bir şey öğrenebilmiş miydiniz?

Hayır. Cesetlerin nereye atıldığını sadece Sırplar biliyordu. Ailenizin nerede olduğunu öğrenmeniz gereken kişiler Sırplar. Yıllarca onlardan bir şeyler öğrenmeye çabaladım, ama aileme tam olarak ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemedim. Annem, babam ve kardeşimin kimliği DNA ile saptandı. Babam soykırımdan 11 yıl sonra, annem ve kardeşim ise 15 yıl sonra Potočari’ye gömüldü.

2019 yılında Hollanda Yüksek Mahkemesi, Hollanda Devleti’nin Srebrenitsa’da sadece 350 kişinin ölümünden ve yalnızca yüzde 10 oranında sorumlu olduğunu söyledi. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunun ne demek olduğunu açıklamaları gerek. Söz konusu insan hayatı olduğunda böyle bir yüzde anlamsız. İnsan hayatı ya yüzde 100’dür ya da yüzde 0. Yüzde 100 olduğunda hayattasındır, yüzde 0 olduğunda ise ölüsünüzdür. Yüzde 10 ne demek, anlayamıyorum.

“Mahallelerimizde Savaş Suçluları Yaşıyor”

25 yıldır sadece kendiniz için değil aynı zamanda hayatta kalan diğerleri ve kurbanların yakınları için de adalet mücadelesi veriyorsunuz. “Bu mücadeleye değdi” diyebiliyor musunuz?

Benim mücadelem bitmedi. Bosna’daki insanların, Boşnakların da mücadelesi bitmedi. Ortada bir tehdit var, doğrudan ve açık bir tehdit. Bu ülkede iki özerk bölge var. Bunlardan birisi Sırp Cumhuriyeti ve burasının başkenti Banja Luka. Bu bölgedeki en üst düzey siyasetçi ise Milorad Dodik. Kendisi yıllardır neredeyse her hafta Belgrad’daki Sırp yetkililerle koordineli bir şekilde şunu tekrar ediyor: “Er ya da geç bir gün ülkemizin yarısı olan Sırp Cumhuriyeti, Sırbistan’a dâhil olacak.” Bunu açıktan söylüyor. Srebrenitsa da ülkenin o kısmında. Yani mesele sadece 25 yıl önceki soykırım meselesi değil. Mesele bizim etnik grubumuzun, yani Bosnalıların ya da Boşnakların ülkelerinden, topraklarından mahrum bırakılması. Bu tehdit bugün de hâlâ mevcut.

Sırp hükümeti ve halkında soykırımın reddedildiğini, savaş suçlularının isimlerinin sokaklara ve okullara verildiğini görüyoruz. Siz de bir söyleşide, annenizi öldürdüğünden şüphelenilen kişiyle aynı binada çalıştığınızı söylemiştiniz. Bu dev reddedişe baktığımızda Boşnakların komşularıyla ya da iş arkadaşlarıyla gerçek bir ilişki kurmaları nasıl mümkün?

Bazı Boşnaklar, önceden nüfusun karışık olduğu ama artık çoğunlukla Sırpların yaşadığı bölgelerde yaşıyor. Bununla gerçekten nasıl baş ediyorlar, onlara sormak gerek. Ben Saraybosna’da yaşıyorum. Bazen o bölgelere gidiyorum, bir iki gün kalıyorum. Tüm ailemin katledilmesinden ve tüm yaşananlardan sonra ben orada yaşayamazdım. Bosnalı Müslümanlar önceden Bosna’nın her yerine dağılmıştı. Bugün demografik haritaya baktığınızda Boşnakların ülkenin yalnızca yüzde 25’lik kısmında yoğunlaştığı görülüyor.

Fakat seçme şansımız yok. Bir tek bu ülkemiz var. Bu üç etnik grup geçtiğimiz bin yıl boyunca birlikte yaşadı. Bir arada yaşam sorun değil, sorun mahallelerimizde savaş suçlularının yaşıyor olması.

Biz hâlâ geçmişle, soykırımın reddi ile mücadele ediyoruz. Fakat gelecek tasarılarıyla da mücadele ediyoruz. Er ya da geç ülkemizin yarısının Sırbistan’a katılacağı söylemi ile de mücadele ediyoruz, çünkü bu söylem, Sırbistan’ın 25 yıl önce başarmak istediği şeyin gerçekleşmesi demek.

Meltem Kural

Lisans eğitimini Martin Luther Üniversitesinde Tarih ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinde tamamlayan Kural, Londra Üniversitesi SOAS’ta (School of Oriental and African Studies) Yakın Doğu Çalışmaları alanında yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Kural, Perspektif dergisinin online editörlüğünü yapmaktadır.
Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler