"Batı Şeria"

Hizbullah’a Yönelik İsrail Saldırıları Büyük Bir Savaşı Tetikler mi?

İsrail ile Lübnan merkezli Hizbullah arasındaki gerilim İsrail’in Hizbullah üyelerine ait çağrı cihazları ve telsizleri eş zamanlı patlattığı saldırılar sonrası iyice tırmandı. Her iki taraf da karşılıklı tehditler savururken, çatışmaların topyekûn bir savaşa dönüşmesi mümkün mü?

Fotoğraf: hyotographics - Shutterstock.

7 Ekim saldırılarının birinci yıldönümü yaklaşırken, İsrail son birkaç gün içerisinde Lübnan Hizbullahı’na yönelik yoğun bir hibrit saldırı dalgası başlattı. Esasen bir süredir İsrail’in kuzeyine gerçekleştirilen füze/roket saldırılarına da misilleme mahiyetindeki bu yeni tür askerî/istihbari operasyonlar, hem İsrail tarafında hem Hizbullah’ın da güçlü bir şekilde içinde yer aldığı “direniş cephesi” tarafında yeni ve daha yoğun, daha sofistike husumetlerin kapısını açacak bir döneme işaret ediyor.

İsrail’in 7 Ekim sonrasındaki yaklaşık bir yılda bölgedeki hasımlarına yönelik aktif saldırı, misilleme ve operasyonlarını temelde beş başlık altında toplayabiliriz:

1) 7 Ekim’de beklemediği bir kitlesel operasyonla büyük darbe yediği ve istihbarat zafiyetini ortaya çıkaran –veya kamuoyuna bu şekilde yansıtılan- Hamas saldırısı sonrası, Gazze’de 40 binden fazla insanın öldürüldüğü ağır cezalandırma operasyonuna devam etmek. Askeri operasyonları derinleştirerek Gazze’ye hâkim durumdaki Hamas’ı (ve onun müttefiki İslami Cihad’ı) tümüyle yeraltına itmek ve liderlerini tasfiye ederek işgali sürdürmek.

2) 7 Ekim’in ardından ve bunu bahane ederek Hamas ve İslami Cihad’ın faaliyetlerinin, bizzat el-Fetih ve Filistin Ulusal Yönetimi’nin husumeti nedeniyle zaten sınırlı olduğu Batı Şeria’da da sert bir cezalandırma hamlesine girişmek. Sıradan halk üzerinde yerleşimciler ve ordu güçleri aracılığıyla baskı ve tedhiş ortamı oluşturmak ve işgalin kapsayıcılık ve derinliğini genişletmeye çalışmak. Bu yaklaşımla, Mahmud Abbas yönetimindeki Filistin liderliği üzerindeki baskıyı artırarak, ortak hasım Hamas karşıtı mücadeleyi derinleştirmek.

3) İran ve onun “direniş ekseni”nde müttefiki pozisyonundaki bölgesel oluşumları, bilhassa Suriye sahasında sürekli bir taciz ve saldırı baskısı altında tutmak. Bunun için, diplomatik/konsüler dokunulmazlığa haiz Şam’daki İran konsolosluk binası dâhil olmak üzere, Suriye’nin stratejik noktalarındaki önde gelen İran, Iraklı örgütler ve Hizbullah bağlantılı siyasi/askeri/istihbari yetkilileri hava bombardımanıyla hedef almak.

4) İran’ı, yanı başındaki Suriye sahasının dışında da, doğrudan kendi topraklarında ve başkent Tahran’ın fevkalade stratejik ehemmiyete sahip Devrim Muhafızları üssünde vurmak. İsmail Heniyye gibi Hamas’ın diplomasiye öncelik veren bir liderini, böylesi mesaj dolu bir suikastla Tahran’da ve DMO koruması altındayken öldürmek.

5) İran’ın İsrail üzerindeki en ciddi doğrudan saldırı aracı olan Hizbullah’a karşı, bir yandan nokta atışı suikastlarla üst düzey saha komutanları ve askeri liderlerini hedef alıp öldürmek, diğer yandan da siber teknoloji ve teknolojik istihbarat alanındaki üstünlüğünün avantajıyla 17 Eylül’deki çağrı cihazları operasyonu benzeri saldırılar organize etmek.

Hizbullah – İsrail Çatışmasının Kaçınılmazlığı ve Olası Bölgesel Yansımaları

Bu beşli saldırı ve misilleme dalgası arasında, kanaatimce en fazla dikkate alınması ve üzerinde durulması gereken husus, İsrail-Hizbullah çatışmalarının tam zamanlı ve kapsayıcı bir sıcak savaşa dönüşme olasılığı. Bu noktada, bazı gözlem ve değerlendirmelerimi şu birkaç ana başlıkta topluca sunmak isterim:

7 Ekim saldırıları, İsrail’in yenilmezlik miti ve bölgenin en kudretli istihbarat örgütü olma efsanesine yönelik de ciddi bir meydan okumaydı. Bilhassa İsrail içinde bu saldırıların önlenememesi büyük tartışma yaratmış ve sorgulamalara yol açmıştı. İsrail’in birkaç yıldır sürdürdüğü anlaşılan ve çeşitli paravan şirketler üzerinden yürüttüğü bir operasyonla, akıllı telefon kullanmaktan kaçınan Hizbullah liderliği ve iletişim ağını, sofistike bir operasyonla eş zamanlı olarak hedef alması, içlerinde Hizbullah üyelerinin de bulunduğu binlerce kişiyi yaralaması, bilhassa teknolojik istihbarat alanındaki kapasitesini yeniden gündeme taşıdı.

Hizbullah, Lübnan’ın güneyinde hâkim olduğu bölgelerden İsrail’in kuzeydeki yerleşimleri uzun zamandır hedef alıyor ve İsrail tarafında ciddi zararlara yol açıyor. Bölgedeki bazı yerleşim yerlerinin güvenlik amaçlı boşaltılması da dâhil olmak üzere, Tel-Aviv yönetimi bu sürekli saldırılara henüz bir çözüm bulabilmiş değil. İsrail devletinin bölgedeki caydırıcılığı açısından olumsuz görülen bu durum, İsrail halkında da tepkiye yol açıyor. Dolayısıyla güvenlik politikalarını tek çıkış yolu olarak gören sağ/dindar destekli Netanyahu hükûmetleri döneminde ve yakın zamanda bu konuda bir askeri çözüm arayışı görebiliriz.

Bu çözüm arayışının yoğun hava bombardımanları şeklinde mi, Hizbullah’ın üst kademe siyasi/askeri liderleri tek tek veya toplu biçimde hedef alınarak mı (20 Eylül saldırıları örneğinde olduğu gibi), yoksa 1982-2000 dönemindeki gibi saha kontrolünü sağlayan bir askeri işgal formunda mı olacağı hâlihazırda İsrail içinde de tartışılıyor.

İsrail’in Gazze’yi tümüyle işgal ettiği, Batı Şeria’yı daha sıkı kontrol etmek için askeri güce ihtiyaç duyduğu mevcut konjonktürde, Güney Lübnan’ın işgali için on milyarlarca dolarlık bir ekonomik kaynağa ve on binlerce askere ihtiyaç duyulduğu açık. Ancak aşağıda listediğim bazı bölgesel ve uluslararası gelişmeler böylesine kapsamlı bir askeri işgal ihtimalini azaltıyor:

  • ABD’de Biden yönetiminin bu tür bir askeri işgale hâlihazırda sıcak bakmaması, Kasım’daki başkanlık seçimlerinde Demokratların İsrail’e koşulsuz destek vereceğini açıklayan Trump karşısında kazanma olasılığının Harris’le birlikte yükselmesi
  • Gazze’de devam eden ve on binlerce kadın ve çocuğun öldürüldüğü katliam nedeniyle Avrupa başta olmak üzere uluslararası kamuoyu ve siyasi çevrelerde İsrail’e karşı artan tepkilerin oluşturduğu siyasi/diplomatik baskı
  • Son olarak Irak’taki Şii gruplar ve Yemen’deki İran destekli oluşumların da füze/roket/drone saldırılarıyla çatışmaya dâhil olmasıyla, İsrail karşıtı cephenin coğrafi olarak da genişlemesi ve birkaç cephede birden savaşmak zorunda kalmanın getireceği riskler
  • İsrail’in mevcut toplumsal sorunları ve neredeyse yüzde 40’ları bulan sol/seküler kesimlerin bu tür kapsamlı bir işgal ve çok cepheli savaşı sürdürmeye destek vermekte tereddüt etmesi ve Netanyahu’nun iç politikada uzun süredir karşı karşıya kaldığı geniş toplumsal muhalefet.

Bir Büyük İsrail-İran Savaşı Kapıda mı?

İsrail ile İran’ın yaklaşık 45 yıldır karşılıklı tehditler içinde sert bir cepheleşmeye gittikleri açık. Bazı komplocu zihinlerin aksine, bunun “danışıklı dövüş” veya bir “müsamere” olduğunu düşünmüyorum. Ancak bölgenin bu iki güçlü devletinin hem aralarındaki binlerce kilometrelik mesafe hem de doğrudan çatışmama pratiğini göz önünde bulundurunca, göğüs göğüse bir kara savaşı ihtimalini –mevcut şartlarda- gerçekçi bulmuyorum.

Ancak daha önce çeşitli defalar vurguladığım üzere, İran’ın kendisine yönelik suikast veya bombalı saldırılara doğrudan bir misillemeyle karşılık vermek yerine, bölgedeki “direniş ekseni” bileşenlerine daha fazla askeri/ekonomik/istihbari destek sağlayarak İsrail’e yanıt verdiğini düşünüyorum. Böylece günün sonunda, İran’ın bilhassa 2003 Irak İşgali’nden bu yana gelişen süreçte bölgedeki siyasi ve askeri nüfuzunun hızla genişlediğini, kapsamlı bir savaşı kendi topraklarından uzakta karşılamayı önceleyen bu savunma/güvenlik doktrinini değiştirmesi için de bir neden bulunmadığını, ancak bilhassa Hizbullah üzerinden İsrail’le sert cepheleşme stratejisinin önümüzdeki dönemde de artarak süreceğini düşünüyorum.

Fakat bu noktada üzerinde özellikle durulması gerek bir husus da şu ki: Hizbullah tek başına Lübnan’ı temsil etmiyor. Lübnan siyasetinde kendisine müzahir grupların varlığı ve Lübnan Araplarının İsrail’le yaşadığı tarihsel sorunlar, topyekûn bir savaşta bu grupların Hizbullah’ın yanında yer alacağı anlamına gelmiyor. Hizbullah hâlihazırda Lübnan’ın en güçlü cemaati olsa da, İsrail’le kapsamlı bir savaş, Lübnan’ın zaten kırılgan olan ekonomisi ve yüzde 50’leri bulan işsiz nüfusu Hizbullah açısından hızla bir dezavantaja dönüşebilir ve Hizbullah’ı ülke içinde yalnızlaştırabilir. Hizbullah-İsrail gerginliği, buna İran’ın da aktif şekilde dâhil olması durumunda, 2006’daki sınırlı savaştan daha ciddi bir sonuca, Lübnan içinde zaten hassas olan cemaatler-arası dengenin çatışma dinamiklerini tetiklemesine ve Lübnan’daki krizin derinleşmesine yol açabilir.

Mehmet Akif Koç

Lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ’de İktisat ve Uluslararası Güvenlik alanlarında tamamlayan Mehmet Akif Koç, hâlihazırda Ortadoğu Çalışmaları alanında doktora eğitimine devam etmektedir. Ortadoğu tarihi ve jeopolitiği, Türkiye-İran ilişkileri ve Rus dış politikası gibi çeşitli alanlardaki akademik çalışmalarının yanı sıra, Farsça ve İngilizceden yaptığı çevirileri de bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler