Amerika Örneğinde Üniversitelerde Din Eğitimi
Üniversitede din eğitimi olur mu? Örneğin mühendislik okuyan bir üniversite öğrencisinin dünya dinlerine dair dersler alması ona ne kazandırır? Amerikan üniversitelerindeki din derslerinin kapsamına ve etkisine bakalım.

Dinî çoğulculuk, birçok Amerikan koleji ve üniversitesinde beşerî bilimler ve sosyal bilimler ders programlarının ayrılmaz birer parçası. Üniversitelerde sunulan ve dünya dinlerini inceleyen giriş dersleri bu gerçeğin bir göstergesi. Bu derslerle çoğulculuğun entelektüel bir çerçevesi çizilirken aynı zamanda çoğulculuk bir ahlaki ilke olarak öğrencilere sunuluyor.
Dünya dinlerine giriş dersleri, çeşitli dinî geleneklerdeki inanç ve uygulamalar hakkında bilgileri derliyor ve “din” kavramının ne olduğu, otoriteyi, toplumu ve kimliği nasıl inşa ettiği hakkında düşünme yolları sunuyor. Bu dersler, dini daha derinlemesine inceleyen uzmanlık derslerine de bir kapı aralıyor. Birçok lisans öğrencisi için “Dinlere Giriş” dersi, programlarında yer açabilecekleri tek din dersi oluyor.
Üniversitelerde Din Derslerinin İçerikleri
Amerikan üniversitelerindeki din derslerinde dinler birbirlerine üstün ya da aşağı olarak sıralanmaz. Bunun yerine öğrenciler, farklı inanç ve uygulamaların çevresel ve toplumsal bağlamlara bağlı olarak nasıl geliştiğini, bu bağlamları hem yansıttığını hem de şekillendirdiğini öğrenirler. Örneğin, yerli toplumlarda “doğanın ruhu” güneşin, yağmurun ve mevsimlerin insan hayatı üzerindeki gücünü temsil eder ve bu ruhları onurlandıran ritüeller, doğayla uyum içinde yaşayabilen toplulukları da inşa eder. Bir diğer örnek ise örneğin Budizm’in antik kuzey Hindistan’da Veda dininin ritüalist elitizmine bir alternatif olarak, toplumsal kargaşa döneminde ortaya çıkmış olması, buradan Asya’ya yayılması ve bu süreçte farklı kültürlerin özelliklerini benimseyerek o kültürleri de etkilemiş olmasıdır.
Dünya dinlerine giriş dersleri, üniversite öğrencilerinin heykel, resim, müzik ve şiir gibi eserleri farklı dinlere açılan birer pencere olarak görmelerine olanak tanır. Bu eserler, farklı güzellik kavramlarını, ibadet stillerini ve inanç ifadelerini yansıtır. Bu şekilde üniversite öğrencileri ve profesörleri, inceledikleri dinî eserlerle ilgili kendi zevklerini ve bakış açılarını geliştirerek ne öğrendiklerini ve derslerin nasıl öğretildiğini birlikte şekillendirirler.
Harvard’da Hint-İslam çalışmaları alanının kurucusu olan Annemarie Schimmel’in çalışmaları, dünya dinlerine dair çalışmalarda estetik zevkin nasıl bir rol oynadığını gösteren önemli bir örnektir. Schimmel, İslam’ı Amerikalılara Sufizm’in güzellikleri üzerinden tanıtma konusunda büyük katkılarda bulunmuştur. Liberal bir Protestan geçmişine sahip olan Schimmel, dogmatik olmayan, evrenselci ve mistik eğilimleri sayesinde birçok Amerikan üniversitesinde İslam derslerinin erken dönemdeki gelişimini derinden etkilemiştir.
Lisans Eğitiminde Popüler Bir Ders İçeriği: Dinler
Dünya dinleri, 1960 ve 70’lerde Amerikan lisans eğitiminde popüler bir bileşen olarak gelişti. Bu dönemde din çalışmaları bölümleri, programları ve derslerinin sayısı dramatik bir şekilde arttı. Bu artışın birkaç nedeni vardı. Bunlardan bir tanesi Amerikan ekonomik ve askerî gücünün küreselleşmesinin, Amerikalıların diğer halklara ve kültürlere olan ilgisini artırmasıydı. Aynı zamanda, Hristiyan kendini beğenmişliği, dar görüşlülüğü ve ikiyüzlülüğünü eleştiren karşı kültür hareketleri, diğer dinlere olan ilgiyi körükledi.
ABD Yüksek Mahkemesi’nin kararları da “Dünya Dinleri” derslerinin gelişimine katkıda bulundu. Emerson v. Board of Education (1947), McCullum v. Board of Education (1948) ve Zorach v. Clauson (1952) davalarında Yüksek Mahkeme, kamu tarafından finanse edilen okullarda dinî eğitimin kilise ile devletin ayrılığı ilkesini hangi durumlarda ihlal ettiğini çözmeye çalıştı. Kamu okullarında dine yönelik yasakların ifade özgürlüğü ilkesini ihlal edip etmediği sorusu, güçlü ayrılık kararlarına yönelik itirazları da beraberinde getirdi.
Kamu üniversiteleri, “din öğretimi” ile “din hakkında öğretim” arasındaki ayrımı vurgulayarak bu konuyu kendi içinde çözümledi. Sekülerizmi benimseyen ve dinî telkini reddeden kamu üniversiteleri, “din hakkında” öğretim yapma özgürlüğüne sahip olduklarını ilan ettiler. Böylece kamu üniversiteleri, dünya genelindeki dinlere ve insani bir ilke olarak dinî çoğulculuğa yönelik artan ilgiyi teşvik eden yeni din programları ve bölümleri kurdu.
Kamu okullarından farklı olarak, ABD’deki özel üniversiteler, din eğitimi konusunda yasal kısıtlamalara tabi değildi. Zira birçok Amerikan özel koleji ve üniversitesi, Hristiyan ahlakını aşılamak ve teşvik etmek gibi açık bir görevle “Hristiyan kurumları” olarak kurulmuştu. 1636’da kurulan ve Kuzey Amerika’daki en eski yüksek öğrenim kurumu olan Harvard’ın ilk sloganı “Mesih ve Kilise için Gerçek” idi. Yale Koleji, 1701 yılında “dinî cemaat temelli” (İng. “Congregational”) bakanlar yetiştirmek amacıyla kurulmuştu. 1891’de kurulan Chicago Üniversitesi’nin kurucu başkanı William Rainey Harper, Baptist bir din adamıydı.
İncil’in Toplumda Değişen Konumu ve Üniversiteler
19. yüzyıl boyunca İncil, Amerikan kültürel, siyasi ve dinî yaşamının önemli bir unsuru olarak öne çıktı ve genellikle Amerikan yaşamının temeli olarak gösterildi. Birçok kolejde mezuniyet öncesindeki son ders, genellikle kolej başkanı tarafından verilen bir Hristiyan ahlakı dersiydi. Ancak Amerikan eğitim sistemindeki bu katı Protestan yönelimi hem serbest düşünürler hem de Katolikler için sorunlar yarattı. Amerikan devlet okulları İngilizce Protestan Kral James Onaylı Kitab-ı Mukaddes‘ten ders verirken, Katolikler Latin Vulgate’yi kutsal sayıyordu.
1840’larda başlayan milyonlarca Katolik göçüyle birlikte Katolikler, din eğitimi vermek ve Protestanlardan gelen ayrımcılıktan kaçınmak için okullar kurdu. Hangi çevirinin en iyi olduğu, hangi pasajların en önemli olduğu ve bunların nasıl yorumlanması gerektiği konusunda pek çok anlaşmazlık olsa da İncil 19. yüzyıl Amerika’sında birleştirici bir güç oldu. Anlaşmazlıklar ortaya çıktığında, her iki taraf da kendi argümanlarını desteklemek için İncil’i kaynak gösterdi. Kölelik konusundaki kriz 1850’lerde tırmanırken hem kuzeyliler hem de güneyliler için İncil’in desteğini almak hayati önem taşıyordu. Ancak İncil’in bu konumu, 19. yüzyılın sonlarında, evrim teorileri İncil’in yaratılış anlatılarına dair sorular ortaya çıkarttığında ve modern bilim ışığında İncil’in nasıl okunması gerektiğine dair yeni teoriler geliştiğinde zayıflamaya başladı. İncil’in evrenselliğine yönelik bu meydan okumalar, dinî çoğulculuğun ve dünya dinleri çalışmalarının da önünü açtı.
Özellikle Harvard, Yale ve Chicago Üniversitesi gibi özel üniversiteler, Amerika’da dinin karşılaştırmalı çalışmalarını geliştirme konusunda öncü oldular. Liberal Hristiyanlık ve seküler hümanizmdeki tarihsel kökleriyle bu üniversiteler, İncil’in “modernist” çalışmalarını ve Sanskritçe dinî metinlerin tarihsel tefsirine benzer yaklaşımlar sundular. Ayrıca diğer Amerikan kolejlerinde veya üniversitelerinde din öğretmeyi hedefleyen lisansüstü öğrenciler için ileri düzey eğitim sağladılar.
1960 ve 70’lerde küreselleşme ve karşı kültürel eğilimler Amerikalıların dinî çoğulculuğun avantajlarına açık olmasını sağladığında ve kamu üniversiteleri kilise ile devletin ayrılığı ilkesini ihlal etmeden din hakkında eğitim verebileceklerine karar verdiklerinde, Harvard, Yale ve Chicago’da eğitim almış genç akademisyenler, yeni Amerikan Din Çalışmaları programları ve bölümlerinde “Dünya Dinlerine Giriş” derslerini vermeye hazırdı.