Birleşik Krallık’ın Dinî Çoğulculuğunda Müslümanların Yeri
Birleşik Krallık’taki Müslümanların ülkenin çokkültürlülük tartışmalarına eklemlenmesi uzun bir geçmişe sahip. Bu tecrübe son 40 senedir giderek daha da gelişen bir seyir takip ediyor.
Birleşik Krallık’ta yüzyıllar önce deniz ticaretinde çalışan göçmen Hindistanlılar ile Yemenliler ve az sayıdaki mühtedi bulunsa da bugün ülkede yerleşik olan Müslüman nüfusun önemli bir kısmı savaş sonrası İngiliz Milletler Topluluğundan yapılan göçler sonucunda oluştu. Bu kesim içinde Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’in köylerinden vasıfsız veya yarı vasıflı iş gücü talebini karşılamak için gelen Müslüman erkekler vardı. Sonrasında bu işçilerin aileleri ile Kenya ve Uganda’dan daha şehirli ve meslek erbabı Güney Asyalı Müslüman siyasi mülteciler de Birleşik Krallık’taki Müslüman nüfusa katıldı. Bugün İngiltere ve Galler’deki nüfusun yaklaşık yüzde 5’i kendisini Müslüman olarak tanımlıyor. Böylece Müslümanlar ülkede Hristiyanlardan sonra ikinci en büyük grubu teşkil ediyorlar.
Müslümanları Birleşik Krallık’ın çok inançlı tipolojisine katmaya dair planlı bir politika olmamasına rağmen bu durum oldukça düzensiz ve pragmatik bir şekilde kendiliğinden gerçekleşti. Yani bu eklemlenmeyi bütünüyle Müslümanlar başlatmadı. İngiltere Protestan Kilisesi varlığını sürdürürken dinî çoğunluğun Anglikan değil de Presbiteryan olduğu ve kendisine ait bir kiliseye sahip olan İskoçya’da özellikle diğer Hristiyan zümreler hâkim Anglikan Kilisesi’nin üstün konumuna sürekli meydan okuyorlar. İngiltere ve Galler’in başka bölgelerinde Protestanlar da seslerini çıkarıyor ve eğitim gibi mevzularda diğer dinî grupların tanınmasını sağlamak için onları harekete geçmek noktasında cesaretlendiriyordu. İrlanda’dan Londra, Glasgow ve kuzey İngiltere’ye 19. yüzyılda gerçekleşen göç dalgaları İngiltere’deki Roma Katolik varlığını büyük ölçüde genişletti. 20. yüzyılın başları ise Rusya’da hem katliamlardan hem de ekonomik açıdan mahrumiyetlerden kaçan yoksul Yahudi göçmenlerin gelişine tanıklık etti. Her iki grup da dinî aidiyetleri yüzünden ayrımcılığa uğramış ve medeni haklardan yoksun bırakılmıştı; fakat daha sonra temelde İngiltere Kilisesi’yle ilişkilendirilen bazı haklardan faydalanmaya başladılar. Katolik Kilisesi’nin devlet okullarının haricinde okullar açmasının ve sonra 1944 Eğitim Yasası’yla kamu sektörüne dâhil olarak resmî kilise üyelerinin faydalandığı fonların benzerlerine sahip olmalarının mümkün olması bunlar arasında yer alıyordu. Bu fon kısa bir süre sonra diğer dinî gruplara, bilhassa Yahudi azınlıklara kadar da genişletildi. Müslümanlar ise 1998 yılında İşçi Partili bir hükûmet seçim öncesinde verdiği vaadi tutuncaya ve iki Müslüman okula (Islamia School, Brent-Londra ve Al-Furqan School, Birmingham) Gönüllü Yardımı (İng. “voluntary aided”) statüsü verilmek suretiyle devlet sektörüne dâhil edilene kadar beklemek zorunda kaldı. Bu statü, şu anda sayısı on iki olan okulların öğretmen maaşları ve masraflarının kamu parasından karşılanmasını kapsıyor.
Birleşik Krallık’taki Müslümanlar Hindular ve Sihler gibi etno-dinî çoğulcu yapının en yeni ve sayıca en kalabalık kesimi ve kendilerini Birleşik Krallık’ın yeni kültür resminin parçası olarak farklı derecelerde kabul ettirmiş durumdalar. Hindu ve Sih tapınaklarının yanı sıra Müslüman mescitlerin de inşa edildiği göz önüne alındığında bu kabulün en çok da azınlık inanç gruplarıyla şehir planlama otoriteleri arasında gerçekleştirilen iletişimde kendisini gösterdiği açık. Aslında sayısı bin veya daha fazla olan bu ibadet yerlerinin çoğu kullanılmayan şapel, kilise ve diğer bu tür binaların dönüştürülmesiyle elde edilmiş. Bu anlamda cami inşalarının kıtanın herhangi bir yerinde olduğundan daha az tartışmalı olması şaşırtıcı değil. Müslümanlar var olan binalarda ibadet veya eğitim yerleri açabilmek için 1971 Taşra ve Kasaba Planlama Yasası’na değil, bunun yerine 1852 ve 1855 İbadethane Tescil Yasası’na müracaat ediyorlar. Zira tescil yasal bir gereklilik değilken sıfırdan planlama izni almak zorunlu.
Buna benzer tarihî anlaşmalar örneğin dinî define dair ayrıntıları da düzenliyor. Mesela 1977 Yerel Yönetimler Mezarlıklar Yönetmeliği defin makamlarına bir mezarlığın kutsal sayılmayan herhangi bir kısmını bir dinî gruba tahsis etme yetkisi veriyor. Slough Borough Council gibi kuruluşlar gerekli evrak işlemlerinin tamamlanmasından sonra saatler içerisinde cenazelerin kaldırılmasını sağlıyor ve bu tip kuruluşlar helal et tedarikinde de bulunabiliyorlar. Bir süredir hayvanların kesilmeden önce kısmen ya da tamamen bayıltılması yasal bir zorunluluk olsa da 1967 Tavukların Kesimi ve 1974 Mezbaha Kanunları ile Yahudilerin şehita uygulamaları için istisnalar uygulandı ve bu istisnalar Müslümanların kurban kesimi için de geçerli oldu.
Bütün bu gelişmelerle birlikte son yıllarda bu tür bir çokkültürIülüğe karşı tepkiler de yaygınlaştı. Örneğin Başbakan Cameron muhalefet zamanlarından bu yana İngiliz çokkültürlülüğünü İngiliz toplumunu bölen bir “engel” olarak tasvir ediyor ve “devlet çokkültürlülüğü” doktrininin farklı kültürden insanların birbirinden ve anaakımdan ayrı yaşamasını teşvik ettiğini ileri sürüyor. Cameron’a göre çokkültürlülük ile Müslümanların entegrasyonu birbirini dışlayan kavramlar.
Oysa bu mevcut entegrasyon göstergelerince desteklenmeyen bir varsayım. Yerleşim yeri tercihlerini azınlık entegrasyonuna dair davranışsal bir örnek olarak ele alacak olursak Benzerlik Endeksi (belli bir alanda etnik azınlık yoğunluğunu ölçmek için kullanılır) aracılığıyla yapılan nüfus dağılımı analizi Müslümanların oldukça geniş bir alana (ailenin bulunduğu yerden uzaktaki yerleşimler) yayıldıklarını ortaya koyuyor. Şayet Birleşik Krallık ile kendini özdeşleştirmeyi entegrasyona dair tutumsal bir gösterge olarak ele alırsak burada da Müslümanların ezici çoğunluğunun kendilerini (ülkesine bağlı) İngilizler olarak tanımladıklarını görürüz.
Birleşik Krallık’taki çokkültürlülük, Birleşik Krallık ve İngiliz Milletler Topluluğu’nun vatandaşları olarak savaş sonrası ülkeye gelen göçmenler ve sonradan Birleşik Krallık’ta doğan nesilleri, vatandaş olma sürecinde karşılaşabilecekleri çeşitli engelleri aşabilmek için devlet desteğine ihtiyaç duyan etnik azınlıklar olarak gören bir yaklaşıma sahip. Bu anlamda devlet ayrıca farklı zamanlarda çıkarılan çeşitli Irk İlişkileri Kanunları (RRAs), Irk Eşitliği Komisyonu (sonradan Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonuna katıldı) ve Eşitlikler Kanunu (2010) kapsamında azınlıkları iş gücü piyasasına ve İngiliz toplumunun diğer önemli alanlarına kümülatif bir yaklaşımla entegre etmeye çalışıyor. Temelde “ırk” üzerine odaklanan bu yaklaşım azınlıkların talebiyle önce etnisite ve sonrasında dini kapsamaya başladı, bu sayede dinî ayrımcılık ve nefret suçuna karşı yasal korumalar 2010 yılından önce yürürlüğe girdi. Dahası Müslüman kimlik siyasetinin ortaya çıkışına cevaben ulusal ve yerel merciler, bazen seküler siyasi kültürle ters düşse de, Müslüman kuruluşları siyasi alanlarda danışman ve amil olarak kabul ettiler. İlginçtir, İngiltere Kilisesi, Birleşik Krallık kamu hayatının bu çokkültürlü yorumunun destekçisi olmuş ve bunu, marjinalleşmiş dinî topluluklar için söz söyleyen ulusal bir kilise olarak kendi görevleri arasında görmüştür.
Bu durum Avustralya ve Kanada gibi resmî bir “Çokkültürlülük Yasası” ya da “Sözleşmesi” bulunmasa da, Roy Jenkins’in önderliğinde 40 yılı aşan bir süredir üzerinde uzlaşılmamış bir “kültürel asimilasyona dayanan entegrasyon” fikrini reddeden İngiliz çokkültürlülüğünün en açık örnekleri arasında yer alıyor. Mevcut hükûmet de dâhil olmak üzere çokkültürlülük bağlamındaki gelişmeler Birleşik Krallık’ta yıllar içerisinde tersine dönmedi, bilakis istikrarlı bir biçimde derinleştirilip genişletildi. Hatta devlet-merkezli ve ulusal vurgulamanın yanı sıra, bu gelişmelerde şehir protestolarının ve düşünür Stuart Hall’un “çokkültürlü akım” olarak tanımladığı şehir kesimlerinin, popüler kültürün, bilhassa da gençlik kültürünün “çoketniklileştirildiği” ve işverenler, kiliseler, hayır kurumları, halk aydınları ve liberal basının dâhil olduğu sivil toplumun İngiliz hayatını ve kimliklerindeki değişimleri yansıtmaya çalıştığı bir geleneğin de rolü var. En azından bir entegrasyon felsefesi seviyesinde ve artan uluslararası terörizm ve güvenlik baskısına rağmen Müslümanların Birleşik Krallık’ın dinî çoğulculuğuna katılımının şüphe götürmediğini, bilakis desteklendiğini söyleyebiliriz.
Fotoğraf: Shutterstock.com/William Perugini