Big Brother Bizi İzliyor
Birleşik Krallık’ta yürürlükte olan “Prevent” isimli radikalliği önleyici tedbirler hak ihlalleri ve gözetleme devletine giden yolu açması nedeniyle sıkça eleştiriliyor. Mevcut yasal düzenleme kamu kurumlarının ihbar yapmalarını teşvik üzere kurulu.
2003 yılında, yani Londra’daki toplu taşıma sistemine yapılan dörtlü saldırılardan tam iki yıl önce ve New York ile Washington’daki 11 Eylül saldırılarından iki yıl sonra, Blair hükûmeti ve özellikle otoriterliğiyle ünlü David Blunkett liderliğindeki İçişleri Bakanlığı CONTEST adını verdikleri terörle mücadele stratejisini hazırladı. Birleşik Krallık hükûmetinin resmî belgelerinde CONTEST stratejisi “değerlerimiz”, “yurt dışındaki menfaatlerimiz”, “mümkün mertebe şeffaf” ve ayrıca “ulusal güvenlik ile uyumlu” gibi etkileyici ancak anlamsız sözcük ve ifadelerle tanıtılıyordu. CONTEST stratejileri -kana susamış sağcı medyaya göz kırpan yarım yamalak diğer hükûmet kararları gibi- sağlam politik kararlar sunmak yerine kastî olarak kabadayı bir laf kalabalığı ile bir dizi yatıştırıcı klişeyi kullanıyor.
CONTEST tedbirleri dört sacayağı (düşmanları) takip etme, (aşırıcılığı) önleme, (halkı) koruma ve (saldırıların etkisini azaltarak) hazırlanma üzerine kurulu. Bu kapsamda bir yandan takip, koruma ve hazırlanma başlıkları altındaki birçok görev istihbarat ve güvenlik ajanslarına, yargı organlarına ve polis, doktor ve itfaiye gibi ilk müdahale ekiplerine dağıtılırken, diğer yandan önleme başlığındaki “Prevent” tedbir paketinde sivil kurumların da bu tedbirlere iştirak etmesi öngörülüyor.
Hükûmetin asıl planı “aşırıcı eğilimlerin” ya da gençlerin radikalleşmesinin önceden fark edilerek yerel otoriteler tarafından engellenmesine yönelik farklı tasarıların hayata geçirilmesi için ödenek ayrılmasıydı. 2005 yılında Londra ulaşım altyapısına yönelik saldırıların ardından yaklaşık altı yıl boyunca 80 milyon Sterlin bu yerel projelere harcandı. Bu projelerin sadece çok azı yerel şikâyetlere ya da yoğun öfkeye neden olan dış politika felaketlerine yönelikti. Blair yönetimi gençliğin “radikalleşmesinin” kökeninde Irak, Afganistan ve Müslüman coğrafyalarda giderek artan savaşların, sayısız ölümün, en yakın müttefiklerin gerçekleştirdiği korkunç tutuklama ve işkencelerin olduğunu kabul etmek konusunda isteksizdi. Nihayetinde önleyici tedbirler gençliğe ulaşamadığında Müslüman kimlikleri yaftalamaya başladılar.
Muhafazakârlar ve liberal demokratların oluşturduğu koalisyon hükûmeti 2010’da başa gelince durum daha da kötüleşti. Her ne kadar “Prevent” planlarının, yani önleyici tedbirlerin tüm terör biçimlerinin önüne geçeceği iddia edilmiş olsa da üzerinde yoğunlaşılan tek hedef âdeta Müslüman cemaatler oldu. Yeni hükûmet Müslüman cemaatlerin izlenmesi için istihbarat kontrollerini artırdı. Bunun sadece bir örneği Birmingham’ın Müslüman bölgelerinde yüzlerce CCTV (kapalı devre kamera sistemleri) kurulmuş olmasıdır ki bunların 72 tanesi gizli kamera idi. 2011’deki Arap Baharı isyanları ve özellikle de Suriye’deki devrim hareketlerini izleyen iç savaştan sonra Orta Doğu’daki otoriter aktörlere verdikleri süreğen destek nedeniyle Müslüman cemaatlerin İngiliz hükûmetine karşı hissettiği öfke kat be kat arttı. Aynı zamanda Müslüman cemaatlerin izlenmesi ve gözetim altında tutulması, Müslüman gençlerin polis tarafından sık sık durdurulup üzerlerinin aranarak taciz edilmeleri, “terör” şüphelerinin tutuklanması ve diğer disiplin ve kontrol prosedürleri hızla artarak devam etti.
Yıllık 40 milyon Sterlinlik bütçesi ile “Prevent” tedbirleri yalnızca yerel konseylerde değil, aynı zamanda hapishanelerde, sağlık hizmetlerinde, göçmen bürolarında, yardım kurumlarında ve en önemlisi de okullarda yerleşik bir şekilde kendini gösteriyor. 2015’te bu güvenlik planlarını Terörle Mücadele ve Güvenlik Yasası (İng. “Counter-Terrorism” ve “Security Act”) izledi. 1 Temmuz’da yürürlüğe giren bu yasa, seyahatlerde geçici kısıtlamalar yapılmasını, pasaportlara gerekli görüldüğünde el konulmasını ve diğer kontrol önlemlerini içeriyor ve “insanların terörün içine çekilmelerini engellemede” önemli görevleri olduğu konusunda kamu kuruluşlarını sorumlu tutuyor. Özellikle bu yeni yasa ve “Prevent” hükümlerinde eğitim kurumları belirli “hedefler” olarak geçiyor. Her ne kadar bu yasa üniversitelerde ifade özgürlüğü bulunduğundan bahsetse de bu özgürlüğün nasıl muhafaza edileceği belirsiz. Dolayısıyla da sonuçta ifade özgürlüğü izlemeye, takibe ve gözetlemeye maruz bırakılıyor.
Ayrıca yasanın kendisi üstü kapalı anlamları olan maddelerle dolu. Terimleri ve hükümler arasındaki bağlantıyı anlasanız bile “radikalleşmenin” ne olduğuna ya da radikalleşme belirtilerine dair bilgilere ulaşamıyorsunuz. Aslına bakılırsa yasada “radikalleşme” ya da “terör” konularında tanıtıcı ya da açıklayıcı metinlerden çok “Galler Yönetimi” ya da “İskoçya Yönetimini” ve yetkilerini açıklayan metinler bulunuyor. Yasa kamu kuruluşlarına, özellikle okul ve üniversitelere bir dizi sorumluluk ve görev yüklüyor; bu da öğretme ve öğrenmeye, akademik özgürlüklere ya da eleştirel sorgulamalara müdahale anlamına geliyor.
Yazının bu kısmında benim ve benim gibi binlerce akademisyenin, öğretmen ve öğrencilerin bu yasaya karşı çıkmalarına neden olan üç husustan bahsetmekte fayda var.
İlki “Prevent” hükûmetin Müslüman cemaatin güvenini kazanması gereken bölgelerde bir izleme ve istihbarat aracı olarak devreye giriyor. Bu izleme ve istihbarat aracı yalnızca otoriter faaliyet ve eylemleri nedeniyle değil, aynı zamanda sadece aşırıcılığı önleme amacı güden bireysel bir programa odaklandığı için de problemli. Zira program hem yurttaki ırkçılık, Müslüman cemaatin ekonomik imkânlardan faydalanamaması, gençliğin üzerinde otoriter baskı kurulması, işsizlik gibi sorunları, hem de dış politikanın yıkıcı etkisini görmezden geliyor. “Prevent”e yönelik öfke ve şikâyetlerin temelini bu iki ana sebep oluşturuyor. Dahası bu kontrol ve izleme aracı artırılmış kontrollere ve şahsi bilgilere erişim gibi temel yasal hakların ihlaline kadar uzanıyor. Kişilerin bu şekilde izlenmesi ve istihbarata tabi tutulmasının adil ya da akla uygun gerçekleştirileceğinin hiçbir teminatı yok; özellikle okul ödevi için El-Kaide el kitabını bilgisayarlarına indiren öğrencilerin önceki terör yasası altında tutuklandığı, şeref ve haysiyetlerinin lekelendiği, hayatlarının karartıldığı gibi vakaları da göz önünde bulundurursak.
İkincisi, “Prevent” yasal düzenlemesi kamu kuruluşlarına pek çok zorunlu görev yüklüyor. Bu görevler özel şirketlere taşeron mantığıyla aktarılıyor; böylelikle “güvenlik” ürün ve hizmet pazarı daha da genişliyor. Özel hukuk firmaları yasanın dayattığı zorunlu görevlerle ilgili polis ve yerel otoritelere fahiş ücretlerle danışmanlık hizmeti sunuyor. Özel hukuk firmaları ne yaptıklarını, neyle karşı karşıya olduklarını bilmeden aşırılığı önleme programlarına katılıyorlar. Yine bu firmalar özel gözaltı firmalarıyla birlikte “Prevent” şüphelilerinin tutuklanma ve gözaltında tutulma süreçlerinde yer alıyorlar. Eğitim sektöründe ise veri toplaması ve analizinde uzmanlaşmış birçok kuruluş ortaya çıkmış durumda. Bu kuruluşlar okullarda, üniversitelerde, Ulusal Sağlık Hizmetlerinde, şehir konseylerinde ve diğer kamu kuruluşlarında kullanılmak üzere “eğitim” modülleri oluşturabileceklerini iddia ediyorlar. Bu şirketlerin bir kısmı önceden kamu alanında çalışmış olan kişilerce yönetiliyor. Diğer bir kısmı da denizaşırı terör karşıtı askerî operasyonlarda görev yapmış eski askerlerden oluşuyor. Üniversite sektöründe İngiltere Yüksek Öğrenim Fonu Konseyi, “Prevent” stratejilerine yönelik görevlerini “Prevent Stratejik Eğitim Modülleri” hizmeti veren özel bir şirkete devretti. Kamu görevlerinin piyasalaştırılmasının yanı sıra bu “Prevent” stratejisi faaliyetlerinin özel sektörlere devredilmesi hesap verme zorunluluğunu karmaşık hâle getiriyor, kamu görevlerinin özel kâr amaçlı fırsatlara dönüşmesine neden oluyor ve bu eğitim faaliyetlerinin güvenlik konusu hâline getirilmesi ve hatta askerîleştirilmesine yol açıyor.
Son olarak, Prevent programının en rahatsız edici yönü öğretmenlere, üniversite eğitimcilerine ve diğer memurlara gözcülük ve ajanlık görevini yüklemesi. Geçtiğimiz birkaç sene içerisinde biz üniversite eğitimcilerine oldukça baskıcı hükûmet tedbirleri yüklendi. Yalnızca birkaç yıl önce Birleşik Krallık Sınır Ajansı üniversite çalışanlarından Birleşik Krallık’ta başka bir amaçla ikamet etmediklerinden emin olmak için hususi olarak yabancı öğrencilerin ders katılımlarını izlemelerini istedi. Şimdilerde ise bizden öğrencilerimizin “radikalleşme süreçlerini” gizlice gözetlememizi ve onları güvenlik kurumlarına bildirmemizi istiyorlar. Akademik özgürlük kaygısı bir yana öğrencilerimize karşı takınmamız istenen bu kibirli tavır dehşet verici. Siyasi şiddet ve siyasi şiddetin özellikle Orta Doğu ve İsrail-Filistin meselesindeki yeri konulu dersler veriyorum. Sınıflarımdaki öğrenci münazaralarının -örneğin özgürlük mücadelelerinde şiddet kullanımı ya da devlet terörünün korkunç etkileri- gizlice izlenmesi ve “yetkililere” rapor edilmesi fikri bile korkunç.
Öz babasını otoritelere ihbar eden Stalinci kahraman Pavlik Morozov figürünün Birleşik Krallık’ta meşrulaştırılması düşünce özgürlüğüne ve eleştirel sorgulamaya kendini adamış bizlerin gelmek isteyeceğimiz en son nokta. “Prevent” yasası bizleri saçma bir ihbar, alıkoyma ve baskı ortamına sürüklemek isteyen bir araçtan başka bir şey değil.