Kahire’den İstanbul’a: Darbe Girişiminin Ardından Avusturya
15 Temmuz’un ardından Batı Avrupa’da meydana gelen tepkiler sosyal demokratları samimiyet testine maruz bıraktı. Onların bu testi geçip geçmemeleri bir yana, Avrupa’daki Türkiye kökenlileri büyük sorumluluklar bekliyor.
Bu yazı yazıldığı sıralarda Mısır’daki darbenin 3. yıldönümünü arkamızda bırakmıştık. Hüzün dolu bir yıldönümü. Demokratik bir şekilde seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi hâlâ hapiste. Belki idam edilecek, belki de hayatı boyunca hapis yatacak. Darbecilerin başındaki komutan Sisi ise sivil cumhurbaşkanlığına soyundu. Hükûmeti kanlı bir şekilde devirmişti. Kanlı bir cuntacıydı. Ama bugün özellikle Batı’da kabul görmüş durumda. Bir demokratın böyle bir olayı meşru sayması mümkün değil. Mursi’nin iktidar dönemi ne kadar başarısız olursa olsun hiçbir şey darbeyi aklayamaz.
Konu Türkiye’deki darbe girişimi ve Avusturya’daki etkileriyken bunları yazmadan olmazdı. Önce genel bir durum tespiti ile başlayalım: Avusturya’da Türk olmak daima zordu. Müslüman olmak en geç 11 Eylül saldırıları ile her geçen sene daha da zorlaştı. Bugünse Türkiye deyince Avusturya’da akan sular durur. Ama Erdoğan deyince cinnetlik bir ortam oluşur. Bir de toplumsal hafızadan bir türlü silinmek bilmeyen Viyana kuşatmaları var. Özetle: Viyana’nın kapısına dayanmış bir Türk ordusu yok, ama öyle bir rüzgâr esiyor bu güzelim ülkede.
Darbenin Ardından
Türkiye’de darbe girişimi oldu. Darbe başarılı olmadı lakin can ve mal kaybı korkunçtu, toplumsal yaraların ise haddi hesabı yoktu. Ertesi gün Avusturya kanalı ATV için İstanbul’da dört gün boyunca haber yaptım. Dördüncü günün sonunda zihnen yorulmuş ve sakin Viyana’ma döneceğim için mutluydum. Ne de olsa Türkiye’deki akrabalarım ve arkadaşlarım güvendeydi. Dört gün boyunca Avusturya’daki tepkileri ve sosyal medyayı takip edememiştim. Gelir gelmez gazete manşetlerini, sosyal medya paylaşımlarını okumaya başladım: Şoktaydım!
Avusturya’da doğup büyümüş Türk asıllı, Müslüman bir birey kolay kolay şoka girmez. Biraz önce değindiğim gibi Avusturya’da değişmeyen gerçekler var. Ülke diğer Avrupa ülkeleri gibi Erdoğan merkezli bir okumada ısrarcı. Lakin gördüklerime inanamıyordum. Ürktüm.
Darbe gecesinde Viyana’da 4000 civarında Türkiye kökenli izinsiz bir gösteri yapmış ve o ruh hâliyle “Ya Allah, Bismillah, Allahu ekber” gibi Avrupa kamuoyunda ters tepki oluşturan sloganlar atılmıştı. Bunun üzerine Avusturya kamuoyu âdeta cinnet geçirmiş, “Erdoğan için yollara dökülenler ülkeden atılmalı”, “Bir diktatör uğruna yürüyüş yapanlara tahammül edemeyiz” gibi ifadeler sadece sosyal medyada değil aynı zamanda saygın gazetelerin manşetlerinde de yer edinmişti. Öldürülen sivillerden bahsetmeyen ama darbeci asker ve subayların kötü muameleye uğrayabileceğini dile getirenler de cabasıydı.
Siyasette de durum medyadakinden farklı değildi. Şöyle bir örnek vermekte fayda var: Aşırı sağcı FPÖ ile solcu Yeşiller Türkiye ve Türkler konusunda hemfikirdi. 2013’te Erdoğan’a destek yürüyüşü sonrası AKP’li Türkleri sınır dışı etme fikri bir Yeşiller milletvekilinden gelmişti. Darbeden sonra Avusturya’da bu fikre geniş kitleler sıcak bakmaya başladı.
Polemiğe varan bir şekilde söyleyecek olursak: Konu Türkiye, ülkedeki Türkler veya Erdoğan olunca Avusturya’da artık sağcı, solcu ya da liberal kalmıyor.
İstanbul’dan Viyana’ya döndüğümde darbeye karşı duran, ama aynı zamanda Erdoğan’ı da eleştiren bir çizgi oluşacağını düşünüyordum. Tek mantıklı tutum da buydu. Eğer demokrat isek darbeye karşı olmak kaçınılmazdı ve AKP’nin olağanüstü hâlde attığı adımları titizlikle takip etmek de aynı demokratlık çizgisindeydi. Ama Avusturya’daki durum öyle gelişmedi. Tam tersine Türklere olan baskı daha da arttı. Avusturya kamuoyu Erdoğan’ı eleştirmek adına ülkedeki Türkleri yerden yere vurmak, İslami kuruluşları ve cemaatleri yeniden mercek altına almak, böylece tehlikeli ve antidemokratik bir yola sapmak konusunda kararlı gözüküyor.
Avusturya’daki Türklerin Geleceği Hakkında
Avusturya’daki bir arkadaşım, “Bu ülkedeki durumumuz zaten kötüyken Erdoğan yüzünden artık berbat oldu.” dedi. Bu cümle bence yanlış. Çünkü sevilmeyen bir azınlık, Türkiye faktörü olsa da olmasa da sevilmeyen bir azınlıktır, kaçışı yok. Velev ki Erdoğan yarın istifa etse Avusturya’daki ırkçı tayfa Türkleri veya Müslümanları birden sevmeye başlamayacak. Erdoğan Avrupa’daki ırkçılığa bir kamuflaj hâline gelmiş durumda.
“Erdoğan” dedikten sonra Avusturya’daki Türklere “özel kanun”larla yasal kısıtlamaları uygun gören bir siyasi elit ile karşı karşıyayız. İnanmak istemeyenler için temmuz ayından bir haber: Viyana yakınlarındaki Wiener Neustadt isimli bir kasabada Türk bayrağı asmak artık yasak (gibi). Bu beldede oturan Türkiye kökenlilerin darbe girişimi sonrası camlarına asmış oldukları Türk bayrakları yerel siyaset tarafından kaldırtıldı. Abartılmayacak bir olay gibi görünse de aslında böyle bir uygulamanın hiçbir yasal temeli yok. Ama yasak işliyor. Yani Türklere özel kanunlar yürürlükte bile.
Türkiye’deki demokrasi için dert yananlar kendi ülkelerinde gayri demokratik uygulamalara sıcak bakmaya başladılar. 15 Temmuz’un ardından daha önce tanıdığım ve mantıklı olduklarını sandığım gazeteci meslektaşlarımı bile bu cinnet havasında kaybettim diyebilirim. Bir taraftan Türkiye’de olup biteni üzüntü ile takip ederken aynı üzüntüyü artık Avusturya için de hissetmeye başlıyor insan. Avusturya’da kanlı bir darbe girişimi olmadı, terör eylemleri de yok, ama sanki tanklar ve F-16’lar Viyana caddelerinde terör estirmiş gibi kızgın bir atmosfer var.
Tek Ümit Dayanışma
Kendimi okuyuculara karşı borçlu hissediyorum. Yazının buraya kadarki kısmı karamsar ve üzücü gerçeklerle dolu. Fakat bir umut ışığı her zaman olur, olmalı.
Avusturya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin elinde olmayanlara bir bakalım: Avusturya kamuoyu Türkiye ve Türklere daima ön yargıyla baktı ve bu değişmeyecek. Türklere ve Müslümanlara (esasen Avusturya’da Türk ve Müslüman ayırımı yapılmıyor) yüklenip seçim kazanmak da mümkün. Siyasi partilerin performansları zaten belli, Türklerin oylarını istemesini bilen siyasiler aynı seçmen gruba ikinci sınıf vatandaşlığı uygun görüyor. Bu faktörler kalıcı ve etki alanı dışı.
Gelelim Türk toplumunun imkânlarına. İlk olarak ve her şeyden önemlisi anayasaya sımsıkı sarılmalı. Anayasanın ruhu Avusturya toplumunda yaşadığı müddetçe ülkedeki Türkler güven içinde yaşayabilecekler. Bu güvenli ortama giden yol taşlı olsa da oraya varmak mümkün. Nasıl mı? Dayanışma ile. Avusturya’daki Türkiye kökenliler Türkiye’deki siyasi tercihlerini bir yana bırakmalı ve Avusturya sahnesinde bir araya gelmeli. Bağımsız ve çeşitli siyasi akımların fiilen yan yana gelebileceği bir oluşum hayata geçirilmeli. Dindarı ve laiki, solcusu ve sağcısı, kadını ve erkeği yan yana gelmeli. Avusturya’da en büyük eksik bağımsız bir sivil toplum örgütü.
Avusturya’da Türkiye kökenlilerin nabzını tutan, ülkedeki gelişmelerle ilgili duygu ve fikirlerini kamuoyuna sunacak bir platform yok. Avusturya Türkleri bu tür tartışmalarda hemen hemen tamamen sessiz kalıyor. Bunu fark eden Avusturya siyaseti bu zaafiyeti kendi amaçları doğrultusunda kullanıyor.
Ümit ediyorum ki yeni nesil şamar oğlanı olmaktan bıkmıştır ve yeni yollara başvuracaktır. Çünkü Akif’in deyimiyle:
“Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.”