Filistin: Mahkûm Annelerinin Gözyaşları
Filistinli mahkûmlar 17 Nisan 2017’de başladıkları, yaklaşık kırk gün süren açlık grevlerine son verdiler. Greve İsrail cezaevlerinde idari gözaltında bulunan 1500 mahkûm da katılmıştı. Bu mahkûmların anneleriyle konuştuk.
Beytüllahim’de Hz. İsa’nın doğduğuna inanılan Doğuş Kilisesi’nin karşısındaki yola Filistinli mahkûm anneleri çadırlarını kurmuşlar. İki bin yıldan fazla süredir hac kenti olan Beytüllahim, evladının mahkemeye götürülüşünü yaşlı gözlerle izlemiş olan bir başka anneye tanıklık ediyor. Çadırların altında, sandalyelerde ya da yerde oturan yirmi kadın var. Her biri, tutuklanan oğlunun fotoğrafını göğsüne bastırıyor. Fotoğraflarda gülümseyen genç adamlar var.
Mayıs ayının yakıcı güneşi altında bu Filistinli annelerle buluştuğumda hepsi hapishanelerdeki oğulları için kaygı duyuyorlardı. 17 Nisan 2017’de başlayan açlık grevinin 38. günüydü. İsrail cezaevindeki Filistinli tutukluların sadece tuzlu su içtiği 38 gün.
Beytüllahim’den Hristiyan bir Filistinli kadın olan Nadia, bu anneleri desteklemek için oradaydı. Kendisinin oğlu yoktu, ancak kocası, 1987’de patlak veren ilk İntifada’dan üç yıl sonra İsrail kuvvetleri tarafından gözaltına alınmıştı. “Buradayım, çünkü İsrail cezaevlerinde Filistinli mahkûmların hangi şartlar altında tutulduğunu çok iyi biliyorum. Kocam hapisteyken, onu ziyaret hakkım yalnızca ayda bir idi ve ona dokunamıyordum bile.”
Leïla Zawreh ise 70 yaşında. Başına hafif beyaz bir eşarp bağlamış. 48 saatten beri bu çadırın altında, bir halı üzerinde oturuyor, 41 yaşındaki oğlunun çerçeveli bir fotoğrafını göğsünde tutuyordu. Oğlunun 2002’de nasıl tutuklandığını bize anlatıyor. O yıl 40 Filistinli Doğuş Kilisesi’ne sığınmaya çalışırken, İsrail güçleri Kilise’yi çevrelemiş, Kilise’ye ve içindeki Filistinlilere ateş açmış. Uzun müzakerelerden sonra İsrail, 35’ini Avrupa ülkelerine ihraç etmiş ve evlerine geri dönmelerini yasaklamıştı. Fakat Leïla Zawreh’in oğlu geri dönmüş ve tutuklanmış. “Oğlum, Filistin’in kendi kaderini belirleme hakkı için savaşıyordu. Polis memuru olarak görevini yapıyordu, halkını savunuyordu, Kilise’yi de koruyordu.” diyor. Batı Şeria’nın bu kısmı Oslo Anlaşmasına göre A bölgesinde, yani Filistin’e ait olmasına rağmen bu olay gerçekleşmiş.
“Babası, oğlunun özgürlüğüne kavuşmasını göremeden öldü. Oğlum tutuklandığında eşi hamileydi; torunum şimdi 13 yaşında. Oğlum evladını hiç kucaklayamadı, hatta onunla vakit dahi geçiremedi.” diye ekliyor. Leïla Zawreh’in diğer oğlu Mohamed Zawreh mahkûmların sözcülüğünü yapıyor.
Mahkûmlar telefon kulübelerinin kurulmasını, gazete ve kitaplara erişim sunulmasını, İsrail üniversitelerine kaydolma imkânının sağlanmasını, özellikle yüksek risk altındaki tutuklular için daha iyi tıbbi bakıma erişim sunulmasını istiyorlar. Ayrıca idari gözetimlerin durdurulmasını talep ediyorlar. Çünkü Filistinliler idari gözetim altında tutulduğunda, yargılanma hakları reddediliyor bu nedenle herhangi bir sebep bildirilmeden aylarca tutuklu kalabiliyorlar. En son rakamlara göre, yaklaşık 490 Filistinli idari gözetim altında tutuluyor.
Nablus’ta anneler yolun kenarında bir çadır kurmuşlar. Kudüs kent manzarasının bir parçası hâline gelen çerçeveli fotoğraflar dizmişler. Çadırın dışında, Yasser Arafat’ın ve şu andaki Filistin Yönetimi’nin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’ın da portresi var.
Altmış yaşları civarında üç anne daha görüyoruz orada. Beyaz başörtüsüyle Ümmü Ali, Ümmü Halid ve tekerlekli sandalyede Ümmü Muhammed. Üçünün de oğlu cezaevinde. Bu küçük grup adına Ümmü Ali konuşuyor bizimle: “Orada evlatlarımıza nasıl muamele ediyorlar bilmiyoruz. En son duyduğumda evladım kan kusuyordu. Hayatından endişe ediyorum. Hepimiz endişe ediyoruz. Evladımı en son 3 ay önce gördüm, yalnızca 45 dakika görüştürdüler.”
Oğlunun yaşamını anlatıyor bize Ümmü Ali: “Oğlumun iki oğlu, bir de kızı var. Evladım 15 yıldır cezaevinde. O cezaevinde iken babası, abisi, kız kardeşi vefat etti. Oğlumun çocukları büyüdü; ama kendisi çocuklarının büyüdüğünü göremedi. Evladımı yalnızca aradaki pencereden görebiliyoruz. Ancak bir telefon vasıtasıyla konuşabiliyoruz aradaki cam nedeniyle.”
Sonra Ümmü Halid alıyor sözü ve başlıyor oğlunu anlatmaya: “Gelinim oğlumu görebilmek için bir şekilde izin almıştı. Ama cezaevine vardığında, İsrail polisi görüşmelerine izin vermedi. Güya resmî olarak evlilikleri geçersizmiş ve onun karısı sayılmıyormuş. Kocasını görmeye 16 yaşındaki kızlarıyla birlikte gitmişti; kızına da göstermediler babasını.”
Ümmü Muhammed, herhangi bir şey söylemeden yalnızca başını sallamakla yetiniyor. Ne zaman oğullarının özgür bırakılması için sesli dua edilse, arada içini çekiyor ve “İnşallah” diyor.
Ümmü Ali sözlerine devam ediyor: “Evladım nerede bilmiyorum. Kimi mahkûmlar hastaneye sevk edildi. Onu yalnızca Kızıl Haç çalışanları görebildi. Yalnızca yazılı bilgi veriliyordu bize.”
Evlatları için hayata tutunmuşlar, yalnızca onlar için dik duruyorlar: “Evlatlarımız sabretmemiz, beklememiz için bize güç veriyor.” diyor Ümmü Halid. “Tek arzum ona dokunmak, kollarıma almak. Onu tekrar görürsem Allah biliyor ya, bayılır giderim. Evlatlarımızı görmek, onlara sarılmak ümidi ne gece ne de gündüz aklımızdan çıkıyor.”
“Nablus Mahkûmları” üyelerinden olan bir adam sohbetimize katılıyor: “Aslında her şey temel hak hürriyetleri ile ilgili. Öyle sıra dışı istekleri falan yok.”
Ümmü Halid, mahkûmlara baskılarını durdurması için İsrail’in boykot edilmesini istiyor: “Filistin Yönetimi’nin herhangi bir gücü yok. Bunun yerine, bu meseleyi biz gündeme getiriyoruz.” Uzun bir süre bekliyor ve sonra sözlerine ekliyor: “Sürekli aşağılanmak, onurumuzu ayaklar altına aldırmaktansa, ölmek daha iyi bir yol gibi görünüyor. Temel haklarını elde edebilmeleri için açlık grevi nihai bir seçenek onlar için. İnsanlara yalvarıyoruz harekete geçmeleri için. Bizim derdimiz siyasi manevralar değil. Burada öyle yüksek bedeller ödeniyor ki…”
Tüm söyleşi boyunca Ümmü Muhammed sessizliğini koruyor; arkadaşlarının konuşmasını dinliyor. En nihayetinde ağzından: “Ehko, ehko, ehko” sözcükleri dökülüyor: “Anlat, hepsini anlat…”
Grev sonunda mahkumların taleplerinin yüzde 80’i karşılandı. Genel hatlarıyla, İsrail yönetimi, aileleriyle irtibat kurabilmeleri için mahkûmlara telefon kulübelerinin tahsisini kabul etti. Bunun yanı sıra, gözaltına alınan ya da mahkûm edilen çocukların anne-babalarını görmelerine izin verilecek; öncesinde izin verilmiyordu. Gazzeli mahkûmların ziyaret hakkı fazlalaştırıldı; eskiden iki ayda bir kez iken, şimdi ayda bire çıkarıldı. Kıyafet ve çantalar cezaevlerinin içinde denetlenecek. Üçüncü derece akrabalara da (örneğin yeğenlere) ziyaret hakkı verilecek. Filistinli “güvenlik mahkûmları” belirlenecek. Cezaevlerinin Filistinlilere ayrılan bölümlerdeki mutfaklara elektrikli aletler tahsis edilecek. Yılda bir defa olmak üzere aileleriyle fotoğraf çektirebilecekler. Aşırı kalabalık hücre sorununa çözüm bulunacak ve ayrıca hücrelerdeki sıcaklığı düzenleyen klima sistemleri kurulacak. Mahkûmlar, ailelerinin oturduğu muhitlere yakın cezaevlerine sevk edilecek. Yine de bu kısmi düzenlemeler, mahkûm annelerin gözyaşlarını dindirmeyecek gibi görünüyor.