“Karanlıklar Denizi”nde Bir Aydınlık Ada: Litvanya’nın Müslüman Türkleri
Litvanya, "Avrupalı Müslümanlar" söz konusu olduğunda "kıyıda köşede kalan" bir ülke. Oysa Müslümanlarla ilişki kuran ilk Avrupalı ülkelerden biri.
Lipka Tatarları olarak da bilinen Litvanya ve Polonya’daki Müslüman Türklerin Avrupa’daki hikâyesi Altınordu Devleti’ne kadar uzanıyor. Bahr’ül Zulumat (Karanlıklar Denizi) olarak bilinen bölgede kurulan Türk Devleti, yalnızca askerî sahada değil sanatta da kalıcı izler bıraktı. Devletin başkentini Volga Nehri kıyısındaki Saray’a kuran Batu Han, şehri dönemin önde gelen İslam kültür merkezlerinden biri hâline getirdi. Bilginlerin, mutasavvıfların, sanatçıların müdavimi olduğu şehir, İslami ilimlerle birlikte kültür ve sanat faaliyetleri açısından bölgenin cazibe merkezi haline gelmişti. Dönemin Saray’ı ve Hanları İngiliz edebiyatçılarının dahi dikkatini çekmişti. Ünlü İngiliz şair Geoffrey Chaucer şu dizelerde Batu Han’a övgüler yağdırıyordu: “Tatarların yurdunda / Moskofla savaşan bir kral varmış / Onca cesurun canını alan bu soylu kral / Cambuskan diye bilinirmiş.”
Cengiz Han’ın torunları tarafından yönetilen Altın Ordu Devleti’nin, sınır komşusu Litvanya ile uzun yıllar süren savaşları iki ülke arasındaki etkileşim için de kapı araladı.
“Perkunas”tan Hristiyanlığa Litvanya
Konuyla ilgili müstakil bir kitap kaleme alan Harry Norris, Müslüman Tatarların bölgeye geldiklerinde yerli Litvanyalılarla karşılaşmalarını şöyle yazıyor: “(Müslümanlar onları) Viking ve ateşperest olarak görüyordu.” Gerçekten de o dönemde bölgede geleneksel inançların etkisi güçlüydü. Nehirler, ağaçlar, tepelere büyük saygı gösteriliyor, bunların doğaüstü bir anlama sahip olduğuna inanılıyordu. Norris’in kitabında aktardığına göre Litvanya’nın en büyük tanrısı ola Perkunas, çekiciyle bilinen meşhur İskandinav tanrısı Thor’a çok benziyordu. Gökte bir kalede yaşadığına inanılan Perkunas, elinde çekiciyle tasvir ediliyordu.
1387’ye gelindiğinde Litvanya Hristiyanlığı kabul etti. Ancak yerel gelenekler Hristiyanlığın içine çeşitli şekillerde karışarak uzun süre hayatta kalmayı başardı.
Litvanya’da İlk Müslümanlar
Bölgenin Müslümanlarla kalıcı olarak tanışması “Litvanya’nın vaftizi”nden yalnızca 11 yıl sonra, 1398’de gerçekleşti. Volga ve Deşt-i Kıpçak’tan getirilen Müslüman Türkler, Litvanya sınır güvenliğinin sağlanması adına kullanılacaktı. Bu dönemde Tatarlar bugünkü Litvanya’nın Kaunas şehrine, Polonya’da Bialystok’a ve Belarus’ta Minsk’e yerleştirildi. Gelenler arasında Kıpçak Türkçesi konuşan Tatarların yanı sıra Kırım Karaimleri de bulunuyordu. Talmut’u reddedip yalnızca Tevrat’ı kutsal kabul eden bir Yahudi mezhebinin sahibi olan Karaimlerin Trakai Kalesi’ne yerleşmesine izin verildi. Göçmen Türkler, mevcut toplumsal yapıya hızla uyum sağlarken kendi sosyal hiyerarşi sistemlerini bir ölçüde korudular. Tatar beyleri hem Litvanya hem Polonya aristokrasisinde ilerleyen zamanlarda kendine yer bulabildi.
“Sanki Hep Buradaymış Gibi”
Litvanyalı Müslüman Türkler, toplumsal uyum söz konusu olduğunda tarihte akla gelmesi gereken ilk örneklerden. Harry Norris şöyle yazıyor: “Çok sayıda Tatar yerleşik hayata geçti. Hem Litvanya hem Polonya’da sivil hayata karışıyorlardı.” Tatarlar Polonya’ya askerî hizmette bulunduğundan, soyluluk ve sosyal hiyerarşinin korunması büyük öneme sahipti. Söz konusu yapıların korunması, o dönemde, topluluğun asimile olmasını da engelledi. Ancak bu durum, Müslüman Türk toplululuğunun farklı dinî inançlara sahip yerli halkla uyum içinde yaşamasına engel olmuyordu. Onlar kısa bir sürede, “sanki hep buradaymış gibi” yaşamaya başlamış, yeni yurtlarına adapte olmuşlardı.
Bununla beraber, geldikleri gibi kalmaları da söz konusu olmadı. Öyle ki, dillerinden kültürlerine kadar çok sayıda alanda değişikliğe uğradılar. Norris, kitabında 1855-1935 yılları arasında yaşamış ünlü Türkolog Muhammet Murat Remzi’nin dönemin Türkleri hakkındaki görüşlerini şöyle anlatıyor: “Lehistan’daki bu Müslümanlar Toktamış Han’ın askerlerinden ve Witold’a yerleşmiş Tatarların soyundan geliyor. Cuci Han’ın düşüşünde ortaya çıkan kargaşada buraya gelip yerleşmişler. Geçen zamanda ‘unutkanlık örümceği’ onları dilleri ve gelenekleri üzerinde ağlarını örmüş. Fakat ilmî açıdan pek bilgileri olmasa da İslam inançlarını asla kaybetmemişler.”
Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Değil
Litvanya sınırlarını korumak için getirilen, ardından yüzyıllarca ülkede kalan, sosyal ve siyasi hayata karışan, Litvanya’nın bir parçası olan Müslüman Türklerin kaderi Sovyetlerle beraber tam ters istikamette değişir. Müslüman mezarları, ibadethaneler ve diğer eserler yıkılır. Bunlardan en ünlüsü, başkent Vilnius’un en büyük meydanı olan Lukiskes civarındaki camidir. Cami ve çevresindeki mezarlık 1960’larda Sovyet yönetimi tarafından ortadan kaldırılır. Süregelen baskı ve yıldırma politikası sonucu Tatarların bir kısmı başka yerlere göç etmek zorunda kalırken bir kısmı da ateizmi seçer.
Bugün Tatarlar’ın Litvanya nüfusunun yalnızca binde 1’ini oluşturduğu tahmin edilmekte. İslami hassasiyet ve dinî yaşam ise oldukça düşük seviyede.