“Pozitif Radikallik” Mümkün Mü?
Radikal, radikalizm, radikallik... Günümüzde sıkça kullanılan bu kavramlar, oldukça olumsuz çağrışımlara sahip. Oysa “radikallik” kavramının kökeni ve gelişimi, bugün kullanıldığından çok farklı bir seyir ortaya koyuyor.

Radikal kavramı Latince olan “radix” (kök) kelimesinden türemiştir ve bir meseleyi veyahut olguyu kökünden ele almak manasına gelir. Günümüzde “radikal” kavramı negatif anlamda anlaşılıp kullanılır ve genelde terör ve şiddet kullanımı ile ilişkilendirilir. Kavramın tarihine bakıldığı zaman, tersi bir durumun söz konusu olduğunu görmekteyiz. Esasen “radikal” kavramı 2000’li yıllara kadar pozitif bağlamda kullanılmış, bunun ötesinde toplumsal ve siyasi alanlardaki köklü değişimlerin oluşması için zorunlu görülmüştür. Bu bağlamda 18. ve 19. yüzyıllardaki özgürlük ve demokrasi hareketleri radikal olarak tanımlanmıştır. Bu radikallik belli reformları hayata geçirme adına ortaya konulan kararlılık olarak görülmüştür. Benzer şekilde 1960 ve 70’li yıllarda solcu gruplar “radikal” olarak telakki edilmiştir. Geçmiş yüzyıllardaki akımların aksine bu radikal sol gruplar, şiddet kullanımından uzak durarak önemli toplumsal değişimlere ön ayak olmuşlardır (Junk, 2018).
Radikalliğin Kabul Görüşü
Radikal kavramı, teoride bir meseleyi kökünden ele alma manasına gelmekle birlikte, pratikte toplumsal kabulleri (konsensüs) aşan düşünceler veya eylemler olarak tasnif edilmiştir. Bu eylemleri bilinçli bir şekilde toplumsal hareketlere dönüştüren isimler olmuştur (Was ist radikal? – Eine Einführung , 2019). Bunların başında Mahatma Ghandi, Martin Luther King veya Malcolm X gibi şahsiyetler gelmektedir. “Sivil itaatsizlik” örnekleri olarak da tanımlanabilecek bu hareketler, zaman zaman hukuki çerçevelerin dışına çıktıklarından yerleşik düzen tarafından yaptırımlarla karşı karşıya kalmıştır. Fakat ortaya koydukları düşüncelerin toplumda karşılık bulmasıyla birlikte, siyasi alanda da değişikliklere öncülük etmişlerdir. Dolayısıyla ilk başta radikal olarak kabul edilen görüşler, sonraki süreçte toplumsal normların değişimini tetikleyerek sosyal, siyasal ve hukuki alanlarda kabul görmeyi başarabilmiştir.
Geçmişte elde edilen bu kazanımlar ışığında, bugün radikal fikirlerin tüm baskılara rağmen toplumun belli kısımları tarafından ısrarla savunularak elde edildiği ve edilgen bir toplumun demokrasilerin değil totaliter sistemlerin önünü açtığı birçok sosyal bilimci tarafından kabul edilmektedir. Buna göre demokrasilerin canlılığını yitirmemesi için radikal fikirlerin ortaya konulması ve dile getirilmesi olmazsa olmaz olarak görülür. Bu noktada can alıcı soru, bu fikirlerin ne şekilde ortaya konulduğudur. İfade özgürlüğüne azami derecede önem atfeden hukuk sistemlerinde dahi, toplumu ayrıştırıcı veya kutuplaştırıcı fikirlerin kabullenilmesi noktasında tahammül eşiği yüksek değil. Güncel bir örnek olarak koronavirüs salgını bağlamında devletlerin aldığı önlemleri aşırı bulan belli kesimlerin protesto özgürlüğü, devletin güvenlik mekanizmaları ile hukuk sistemini karşı karşıya getirebiliyor.
Müphemlik Kültürüne Zıtlık
Alman etnolog Werner Schiffauer’a göre, bir meseleyi veya olguyu kökünden ele alma anlamındaki “radikal fikirler”, mahiyetleri gereği somut veya soyut düşman üretirler. Misal olarak ırkçılık heterojen bir toplumu, feminizm ataerkil yapıları, muhafazakarlık ise modernizmi düşman olarak telakki etmektedir. Bu yönleri ile günümüzde yaygın bir şekilde anlaşıldığı şekliyle radikallik veya radikal akımlar –Thomas Bauer’in deyimiyle- “müphemlik kültürü”ne taban tabana zıt bir çerçeve sunar. Bu tarz akımlar, izafiliği ve muğlaklığı reddedip, kendi görüşlerini mutlaklaştırma eğilimindedirler. Yukarda belirtildiği üzere bu yaklaşımıyla radikallik önemli toplumsal çığırlar açabileceği gibi, toplumsal huzuru ve güvenliği ciddi manada tehlikeye atabilme potansiyelini de barındırır. Bu durum da kişinin, tek çözüm olarak gördüğü kendi fikriyatının barışçıl yollarla büyümesini mümkün görmemesine ve şiddet kullanımını meşru bir vasıta olarak kabul edilmesine yol açabilir. Zira fikirlerin mutlaklaştırılması, hukuk düzenini reddedip kendi işini kendi görme meyline kapı aralar. Bu çerçevede örnek olarak 1789 yılında yaşanan Fransız Devrimi gösterilebilir. Otoriter bir düzeni bertaraf etme niyetiyle yola çıkan Fransız devrim hareketi, nihai noktada emellerine ulaşma adına kendi otoriter sistemini kurmuştur. “Terör” kavramı bu devrim hareketinin kullandığı inanılmaz boyutlara varan şiddet neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu noktada ayırt edici olan, radikalliğin hangi noktaya evrildiğidir.
Yine Schiffauer’a göre dünyadaki sorunları veya problemleri tek boyutlu gören ve buna bağlı olarak tek bir çözüm ortaya koyan akımlar tabiatları itibariyle toplumsal etki oluşturma özellikleri barındırır. Bu akımlar, kompleks ve çok boyutlu olgulara karşı kolay ve rijit cevaplar vermek suretiyle zor sorulara kolay cevaplar bekleyen kesimler için çekici hâle gelirler. Tekrar belirtmek gerekir ki radikallik özü itibariyle indirgemeci ve tek boyutlu değildir. Toplumsal nefreti körüklemeyen, aksine toplumsal barışı hedefleyen ve her türlü istismara karşı kararlı bir duruş sergileyen radikal akımlar mevcuttur ve bunların olması kazanç olarak görülmektedir. Buna rağmen bilhassa son 10 yılda “radikal” kavramı giderek negatif çağırışımlar yapan bir kavrama dönüşmüştür ve terörizm ile eş anlamlı kullanılmaya başlanılmıştır. Halbuki siyasal bilimci Dr. Julian Junk’a göre radikallik bir “durum” değil bir “süreç” olarak telakki edilmelidir. Bundan dolayı radikalliğin müsbet boyutları olabileceği gibi belli sınırları aşınca zararlı hâle geleceği de açıktır. Radikalleşme üzerine çalışmalar yapan Dr. Julian Junk’a göre negatif manada kullanılması gereken kavram radikallik değil, ekstremizmdir. Zira radikalliğin aksine ekstremizm bir tutumdur ve özü itibariyle menfidir.
“Pozitif Radikallik”
Ektremizm ve radikallik kavramları günümüzde çoğunlukla eş anlamlı kullanılmakta. Bu alanda çalışan sosyal bilimciler ve Almanya’da Anayasayı Koruma Dairesi gibi kurumlar bu iki kavramı daha net ayırmaktadır. Bu bağlamda ekstremizm, radikalliğin aksine kendi düşüncesini var etme üzerine değil, düşman olarak telakki edilen unsuru bertaraf etme üzerine kuruludur. Dolayısıyla radikalliğin aksine ekstremizmin hiçbir yapıcı veya toleranslı yönü yoktur. Bu tanımlamalar göz önünde bulundurulunca radikallik ve ekstremizm kavramlarının denkleştirilmesinin ne denli sorun teşkil ettiği ortadadır. Bu yaklaşımlar aynı zamanda dünyada yaşanan sorunlara esaslı çözüm önerileri sunabilecek akımların önünü tıkamaktadır. Yukarda belirtildiği gibi pozitif radikalliğin eksikliği, demokrasilerin sağlıklı bir şekilde devam etmesini de engellemektedir. Ekstremizm ise yapıcı bir unsur barındırmaksızın var olan bir yapıyı (çoğu zaman devlet otoritesini) yıkmaya odaklanmıştır. Alman Anayasayı Koruma Dairesi de 1970’li yıllardan itibaren devlet otoritesini yıkmaya yönelik faaliyet gösteren yapıları “ekstremist” olarak tanımlamıştır ve bu tanımlama hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
Radikallik ile ekstremizm arasındaki bu ayrımın birçok alanda çok da belirgin olmadığını hatırlatmakta fayda var. Oysa kavramların doğru kullanılmasına önem vermek, aynı zamanda o kavramları bilinçli bir şekilde istismar eden kesimlerin önüne geçmeyi sağlar. Kavramların köklerine inmek, gerektiğinde bağlamıyla birlikte tarihsel sürecini araştırıp ortaya koymak bugün her şeyden çok daha önemli. Aksi takdirde tanımlama üstünlüğü sürekli belli kesimlerin elinde kalacak ve haksızlığa maruz kalan bireyler, gruplar veya topluluklar hiçbir alanda özne hâline gelemeyecekler.
Kaynaklar
Junk, Julian (2018) Was ist Radikalisierung? Präzisierung eines Begriffs. Peace Research Institute Frankfurt / Leibniz-Institut Friedens- und Konfliktforschung.