'Göç'

Manş Denizi’nde Göçmen Krizi Aşılamıyor

İngiltere ve Fransa arasında yaşanan göçmen krizi, AB’nin göç politikasındaki yetersizlikleri ve ortak dayanışma ilkesi ekseninde yenilenmesinin önemini tekrar gündeme getirdi.

Fotoğraf: Anjo Kan / Shutterstock.com, Değişiklikler: Perspektif

24 Kasım tarihinde Manş Denizi’nde bir trajedi yaşandı. Göçmen taşıyan bir botun batması sonucunda 27 kişi yaşamını kaybetti. Uluslararası Göç Örgütüne göre bu olay, Manş Denizi’ni geçmeye çalışırken en fazla insanın yaşamını kaybettiği olay olarak kayıtlara geçti. İngiltere’ye ulaşmak için hayatlarını tehlikeye atan göçmenlerin sayılarındaki hızlı artışın nedenlerine baktığımızda farklı etkenlerin bir araya geldiğini görmek mümkün.

İngiltere Neden Tercih Ediliyor?

Öncelikle, yasal göç yollarının çok sınırlı olması, Avrupa kıtasının batısında yer alan İngiltere’ye ulaşmak için seçeneklerin çok az ve tehlikeli olması anlamına geliyor. Önceleri göçmenler kamyon kasalarında, havasızlıktan boğulma tehlikesi içinde İngiltere’ye ulaşmanın yollarını ararken, artan kontroller ve geçiş süreleri sebebiyle bu yöntem yerini yine çok tehlikeli olan kanalı botla geçmeye bıraktı. Bu tehlikeli yöntem ile İngiltere’ye ulaşmayı başaranların sayısının artması da yeni göçmenlerin bu yolu tercih etmesine sebep oldu. Göçmenlerin geçişini sağlayan kaçakçılık şebekeleri de hızla bu rotaya yöneldi ve geçişleri organize etmeye başladı.

Göçmenlerle ilgili çalışmalar yürüten insan hakları kuruluşlarına göre İngiltere’nin giderek daha fazla tercih edilmesinin altında yatan nedenler şöyle: Daha önce göçen tanıdıklar veya aile üyelerinin olması, ülkenin göçmenlere daha açık ve toleranslı olduğu algısı, göçmenlerin İngilizceye aşina olması ve İngiltere’de kayıt dışı iş bulmanın daha kolay algısı. Örneğin, Calais’de 402 göçmen ile yapılan bir araştırmaya göre, göçmenlerin yüzde 12’si Fransa’da kalmak, yüzde 82’si İngiltere’ye gitmek istiyor. İngiltere’ye gitmek isteyenlerin yüzde 52’si orada bir aile üyelerinin bulunduğunu belirtti.

Öte yandan kanalı bot ile geçmeye çalışan göçmenlerin sayısındaki hızlı artış karşısında İngiltere hükümeti oldukça sert tedbirler almaya hazırlanıyor. Düzensiz göçe karşı sert önlemleri içeren bir yasa taslağına göre, iltica başvurusunda bulunan kişiler eğer İngiltere’ye gelirken Fransa gibi güvenli bir ülkeden geçtilerse başvuruları otomatik olarak reddedilecek. İngiltere’ye yasa dışı yollarla girdiği belirlenen kişilerin 4 yıla kadar hapsi söz konusu olacak ve göçmen kaçakçıları ise ömür boyu hapis ile cezalandırılabilecek. Aile birleşmeleri de zorlaştırılacak.

Göçmen Krizi Ülke İlişkilerini Sarsıyor

Göçmen krizi İngiltere ve Fransa ilişkilerini de olumsuz etkiledi. Başbakan Boris Johnson Fransa’ya, İngiltere’ye ulaşan göçmenleri geri alması çağrısında bulundu. İngiltere ayrıca, Fransa ile 63 milyon avroluk bir sözleşme yaparak, Fransa’nın sahil koruma ve güvenlik güçlerini desteklemeyi ve yardımda bulunmayı taahhüt etti. Fransız yetkililer ise geçişlerdeki artışı İngiltere’nin gevşek istihdam yasalarına bağlayarak bunların yenilenmesi çağrısında bulundu.

Fransa Cumhurbaşkanı’nın çağrısıyla Calais’de düzenlenen göç krizi konusundaki toplantı öncesinde İngiltere Başbakanı Johnson’un Macron’a hitaben yazdığı mektubu Twitter üzerinden açıklaması tepkiyle karşılandı ve toplantıya katılması öngörülen İngiltere İçişleri Bakanı Patel’in katılımı iptal edildi. Toplantıda Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, “İngiltere Avrupa’yı terk etti; ama dünyayı terk etmedi. Bu sorunlarla ilgili ciddi bir şekilde, İngiltere iç siyaseti tarafından rehin alınmadan, çalışmalıyız.” ifadelerini kullandı. Toplantı sonrasında, Frontex’in kanalda yasa dışı göçmen kaçakçılığını önlemek için bir uçak göndermesi üzerinde anlaşmaya varıldı.

Brexit Sonrası Göç Konusuna Yaklaşımlar

İngiltere’nin AB üyeliğinden ayrılmasını savunanların en başta gelen tezlerinden biri sınırların kontrolünün geri alınmasıydı. Brexit referandumu öncesindeki kampanyalar sırasında, 2015-16 Suriye mülteci krizinde Balkanlar’da yürüyen mültecilerin fotoğrafları posterlere basılmış ve “AB üyeliği demek artan göç akınları demektir” anlamına gelecek mesajlar verilmişti. Şimdi Brexit sonrasında yeni bir göç krizinin yaşanması tıpkı tedarik zincirinin aksaması ve 1 milyona varan istihdam eksikliğinin oluşması gibi Brexit’in öngörülememiş etkileri arasında yer alıyor.

İngiltere, AB üyesi iken Schengen alanının bir parçası olmasa da özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olarak adlandırılan serbest dolaşım ve ilgili politikalarına vaka bazında dahil olabiliyordu. Bu sistemde Dublin III Regülasyonu doğrultusunda, mültecilerin iltica taleplerini AB içinde ayak bastıkları ilk ülkede yapmaları sistemi getirilmişti. Bu sisteme göre Fransa’dan gelen bir mültecinin iltica talebini de önce Fransa’da yapması gerekecekti. İngiltere’nin AB dışına çıkması göçmen ve mülteciler için yeni bir iltica başvurusu yapma şansı oluşturuyor. İngiltere’nin AB içindekine benzer bir sistemi oluşturabilmek için ilgili AB üyesi devletlerle ikili anlaşmalar yapması gerekecek.

Plastik botlar ile İngiltere sahillerine ulaşan göçmenlerin görüntüsü, salgın ve sonrasında ekonomideki darboğazlar ile yıpranan hükümetin seçmen nezdindeki desteği ve güvenini olumsuz etkiliyor. Öte yandan, konu Fransa ve Cumhurbaşkanı Macron için de oldukça sorun yaratıyor. Nisan ayında yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde aşırı sağ adaylar ile rekabet yükseliyor. Bunların arasında yer alan popülist Eric Zemmour, AB ve göç politikalarını eleştirirken, Macronu da zorluyor ve İngiltere karşısında daha sert davranması yönünde bir baskı oluşturuyor. Bu durum Brexit sonrasında balıkçılık sorunu, ticaret ve Kuzey İrlanda meseleleri sebebiyle AB ve İngiltere arasındaki gerilimin daha da tırmanabileceğini gösteriyor.

Türkiye ve Yunanistan İle Paralellikler

İngiltere-Fransa arasında yaşananlar 2015-16’da Suriyeli mülteci krizi ve sonrasında Türkiye’den Yunan adalarına geçişler ve iki ülke arasında göçmen botlarının Ege’de Yunan sahil koruma tarafından geri itilmesi ile de benzerlikler gösteriyor. 2015’te geçişlerin birden hızla artış göstermesi üzerinde AB Türkiye’den Suriyelilerin geçişini engellemesi için iş birliği talep etmiş ve sonucunda 18 Mart 2016 mutabakatına varılmıştı. Buna göre Türkiye’ye iade edilen her düzensiz göçmen için Türkiye’de yasal olarak bulunan bir Suriyeli AB’ye yerleştirilecekti. Bu mutabakatın arka planında ise Türkiye ve Yunanistan arasındaki Geri Kabul Anlaşması yatıyordu. AB üyesi olmayan bir ülke ile AB üyesi olan bir ülke arasındaki göç sorununu yönetmek için Geri Kabul Anlaşması dayanak olarak alınmıştı.

2015-16 göç krizi ve özellikle AB’nin güney sınırlarında yaşanan düzensiz göç hareketleri, Dublin III Regülasyonu’ndaki eksiklik ve yetersizlikleri ortaya çıkarmıştı. Deniz üzerinden Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi AB üyesi ülkelere varan mültecilerin ilk başvurularını burada yapmaları, bu ülkeler üzerinde orantısız bir sorumluluk ve yük yaratıyordu. Zaten 2015’te Almanya Başbakanı Angela Merkel açık kapı politikası uygulayarak Dublin Regülasyonu hükümlerinin dışına çıkmış oluyor ve yaklaşık 850 bin Suriyeliyi ülkesine alma kararı alıyordu.

AB’ye yönelen göç hareketleri Ortak Avrupa İltica Sistemi’nin (OAİS) revizyonu ihtiyacını doğurmuştu. Avrupa Komisyonu 2016’da mevcut iltica araçlarını revize etme ve yenileme önerisinde bulundu. Avrupa Parlamentosu 2017’de iltica talebinin ayak basılan ilk ülkede yapılması ilkesini üye devletler arasında iltica başvurularını dağıtmayı öngören bir sistem ile değiştirmeyi önerdi. Buna göre iltica sahibi en az başvuru alan dört ülke arasında seçim yaparak iltica başvurusunu bu ülkeye yapabilecekti. Ancak Konseyde üye devletler bir uzlaşma sağlayamadı ve iltica sisteminin yenilenmesi gerçekleştirilemedi.

OAİS’yi yenilemeyi tekrar gündeme getiren Komisyon, Dublin III Regülasyonu’nu yeni bir İltica ve Göç Yönetimi regülasyonu ile değiştirmeyi teklif etti. Bu yeni regülasyona göre, iltica sistemine dayanışma ve adil sorumluluk paylaşımı ilkeleri hakim olacak. Göç yönetimi tek tek üye devletlere bırakılmayıp AB genelinde düzenlenmeli. Göçün arttığı durumlarda bir dayanışma mekanizması devreye girecek. Tüm üye devletlerin katkıda bulunma yükümlülüğü olacak ancak nasıl katkıda bulunacaklarını kendileri belirleyebilecekler. Bu katkılar ilticacıların ilk ayak bastıkları ülkeden diğer ülkelere yerleştirilmesi, talebi kabul edilmeyen ve/veya yasa dışı olarak AB’de bulunanların iadesi veya operasyonel destek şeklinde olabilecek. Yönetişim ve hazırlıklı olmaya yönelik bir sistem uygulamaya konulacak. Bu şekilde üye devletlerin iltica ve göç politikalarını uygulamak ve yönetmek için yeterli kapasiteye sahip olmaları sağlanacak. Ortak Avrupa İltica Sistemi’ni tamamlamak için “Kriz ve Force Majeure” Regülasyonu da öneriliyor. Buna göre yeni bir göçmen krizi yaşandığında tüm üye devletlerin dayanışma içinde hareket etmesi ve krizi bertaraf etmek için iş birliğine gitmesi zorunlu hale gelecek. Bu zorunlu dayanışma krizin tüm yönlerini ve tüm göçmen gruplarını kapsayacak.

AB Göçmen Politikaları Yetersiz

İngiltere ve Fransa arasında yaşanan göçmen krizi, AB’nin göç politikasındaki yetersizlikleri ve ortak dayanışma ilkesi ekseninde yenilenmesinin önemini tekrar gündeme getirdi. AB’nin Frontex gibi kuruluşları aracılığıyla bu gibi krizlere müdahale etmesi söz konusu olsa da esas yük, krizi yaşayan üye devlete düşüyor. AB içinde tüm üye devletler arasında adil sorumluluk paylaşımı ve dayanışma ilkeleri ise kriz durumunda pek fazla işlemiyor. İngiltere ve Fransa arasındaki krizde de çözüm büyük ölçüde iki ülkenin aralarındaki husumeti bir kenara bırakarak insani mülahazalar doğrultusunda iş birliği yapmasına dayanıyor. Temmuz ayında varılan bir anlaşmaya göre, İngiltere, Fransa’nın sınır güvenliğini desteklemek için 62,7 milyon avro vermeyi kabul etmişti.

Kasım ayı sonunda, İngiltere ve Fransa’nın göç konusunda iş birliğini içeren bir anlaşmaya vardığı duyuruldu. Buna göre Fransa kıyılarını gözetim altında tutan görevlilerin sayısı ikiye katlanacak. İki ülkenin İçişleri Bakanları Manş Denizi’nden geçen düzensiz göç rotasını kapatmak için anlaştı. Şüpheli faaliyetlerin tespiti ve engellenmesinin yanında Fransız kıyılarından tekneyle açılan herkesin kontrol edilmesi sağlanacak. Polis ve jandarma sayısının artırılmasının yanında, kıyıların gözetiminde kullanılan teknoloji de yenilenecek. Dronlar, radar, optronik dürbünler ve sabit kameralar kullanılacak. Ayrıca temmuz ayında faaliyete başlayan bir ortak istihbarat hücresi sayesinde göçmen kaçakçılığı ile mücadelede iş birliği sağlandığı ve etkili sonuçlar alındığı ifade edildi. İltica sisteminin revize edilmesi, yasal göç rotalarının açılması ve sistemin güvenli AB ülkelerinden gelen göçmenlerce suiistimal edilmesinin engellenmesi de ifade edilen amaçlar arasında yer alıyor.

Göç Avrupa’nın en güncel ve can yakıcı konularının başında geliyor. İngiltere’nin Brexit ile AB dışına çıkması, AB’nin batısında yeni bir göç krizini de tetikledi. Göçün ne kadar hızla değişen, akışkan ve kritik bir konu olduğunu bir kez daha ortaya koyan bu kriz, AB gibi bir mekanizmanın sınır aşan göç gibi konuların regülasyonu ve çözümü için önemini de gündeme getirmiş oldu. Ancak AB’nin göç konusunda çözüm üretmesi için üye devletler arasında dayanışmanın işlemesi ve adil sorumluluk paylaşımının geçerlik kazanması şart. Aksi takdirde AB sınırlarında göç odaklı krizlerin devam etmesi kaçınılmaz olacak.

*Anadolu Ajansı’nın Analiz sayfasında yayımlanmıştır.

Çiğdem Nas

Doç. Dr. Çiğdem Nas İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) genel sekreteri ve Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler