'İngiltere'

Brexit Britanya’sında Nefret Suçu: Ülke Krizde Mi?

Geçtiğimiz beş yıl boyunca Britanya’da tespit edilen nefret suçu oranlarında kayda değer bir artış yaşandı. Referandum kampanyalarında kullanılan göçmen ve yabancı karşıtı siyasi söylemin etkili olduğu nefret suçları en çok Müslümanları hedef alıyor.

@ Shutterstock.com değişiklikler: Perspektif

Britanya’da son iki yılda ırk ve inanca yönelik nefret suçları rekor seviyelere ulaştı. Hükûmet, bu artışın “muhtemelen” halk arasında konuya dair artan farkındalık, nefret suçlarının daha iyi kayıt altına alınması ve mağdurların polise gitmeye eskisine nazaran daha istekli olmalarıyla alakalı olduğunu öne sürse de uzmanlar oranlardaki %29’luk artış karşısında bu açıklamayı yetersiz buluyor. Hükûmetin açıklaması ayrıca neden yalnızca ırk ve inanç temelli nefret suçlarının rekor seviyelerde arttığına yanıt veremezken, inanç temelli nefret suçlarının ağırlıkla Müslümanları hedef aldığı görülüyor.

Brexit Referandumu

Irk ve inanca yönelik nefret suçlarındaki keskin artışın Brexit referandumunun akabinde gerçekleşmesi tesadüf değil. Kampanya sürecinden oylamaya kadar “ayrılma” destekçileri tarafından benimsenen ırkçı, yabancı düşmanı ve göçmen karşıtı söylem Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Komitesi (İng. UN Committee on the Elimination of Racial Discrimination) tarafından şiddetle kınandı. O dönem özellikle Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (United Kingdom Independence Party) lideri Nigel Farage’ın yayımladığı, üzerinde Slovenya sınırında kuyrukta bekleyen Suriyeli sığınmacıların fotoğrafının yer aldığı seçim afişi sert eleştirilerin hedefi oldu. Seçmenleri kasıtlı olarak yanlış yönlendirdiği gerekçesiyle eleştirilen Farage ise, Doğu Avrupa’dan giriş yaparak gelen geniş kitleler hâlindeki mültecilerin Birleşik Krallık üzerinde zincirleme etkide bulunduğunu savundu. Suriyelilere odaklanan “ayrılma” kampanyacıları, aynı zamanda daha fazla “Müslüman‘ın” ülkeye geleceğini ve bunun da daha fazla İngiliz kadının tecavüze uğramasına ve Türkiye’nin 2020’de AB’ye girmesine neden olacağını öne sürüyorlardı. Şunu hatırlatmakta fayda var: Referandumdan yalnızca bir hafta önce işte bu nefret atmosferinde, “Önce Britanya” diye bağıran Thomas Mair adlı aşırı sağcı saldırgan, Batley ve Spen seçim bölgelerinin Milletvekili Jo Cox’u güpegündüz, görgü tanıklarının ifadesine göre defalarca bıçaklayarak katletti. Mair sonrasında cinayeti Cox ve benzerlerinin göçmenlere ve çok kültürlülüğe kucak açan ve Müslüman topluluklarını muhatap alan birer “hain” oldukları için işlediğini söyledi. 

Referandum Sonrası Nefret

Referandumu takip eden haftada 3198 adet ırk ve inanç temelli nefret suçu kaydedildi: Bu bir önceki yılın aynı haftasına kıyasla %42 artış anlamına geliyordu. Referandumu takip eden on bir ayda ise bu rakamlar %23 oranında arttı.  Ayrılma taraftarı siyasiler, kendilerini nefret suçlarındaki bu artıştan soyutlamaya çalışsalar da yapılan bir araştırma, ayrılık lehine kullanılan oyların en yaygın gerekçesinin göç ve egemenlik kaygıları olduğunu ve ayrıca nefret suçlarındaki bu dramatik artışın oylamaya doğrudan tepki olduğunu ortaya koyuyor. Araştırma bu durumun İngiliz siyasetçilerinin ve ana akım medyanın anlamlı demokratik bir olayı sürekli ön yargı ve şiddet bağlamında ele almasının bir sonucu olduğunu belirtiyor. 

Bu durum özellikle inanç temelli nefret suçu açısından tetikleyici bir nitelik taşıyor. İçişleri Bakanlığı resmî verilerine göre, dinî nedenlerle işlenen nefret suçlarında referandumdan sonra %40 oranında artış oldu. Resmî veriler ayrıca, dinî motiflerle işlenen tüm nefret suçlarının Müslümanlara yönelik olduğunu gösteriyor ki bu oran Müslümanların ülke nüfusunun yalnızca %5’ini oluşturduğu göz önüne alındığında oldukça yüksek. Diğer kaynaklar ise daha kaygı verici bir tabloya işaret ediyorlar. Örneğin, Londra’nın emniyet birimi olan Metropolitan (Büyükşehir) Polis Teşkilatı verilerini ele alacak olursak, Müslümanlara yönelik nefret suçu rakamlarının referandumdan bu yana her yıl artış gösterdiği görülüyor: Referandumu takip eden yılda rakam 1,205 iken bir sonraki yılda 1,678’e ulaşmış. Aynı şekilde, İngiltere’de Müslümanlara yönelik saldırıları takip eden gayri resmî kuruluş Tell MAMA referandumu izleyen yıl içerisinde kendilerine bildirilen sokak düzeyinde gerçekleşen İslamofobik saldırılarda %16 artış olduğunu, bu oranda geçen yıl yeniden %30 oranında yükselme olduğunu kaydediyor. Tell MAMA’nın da açıkladığı gibi, Brexit Britanya’sında “Müslüman karşıtı söylem, ülkenin siyasi atmosferini kirletiyor ve nefreti teşvik ediyor.”

Britanya’nın Nefret İklimi

Her ne kadar Brexit’in önemli bir etkisi olmuş olsa da referandum her şeyi tek başına açıklamıyor. Birleşik Krallık’taki durumu anlamak için, sosyo-politik görünümün nasıl değiştiğini ve Müslümanlar ile İslam’ın bu duruma nasıl dâhil edildiğini düşünmek gerekiyor. Sosyo-politik durum nefrete “izin” veren iklimleri yaratabilir ve böylece nefret suçlarının fiiliyata dökülmesine de izin vermiş olur. Araştırmalar gösteriyor ki, siyasiler söylemlerini ve yetkilerini “biz” ile “onlar” arasına sınırlar çizmek suretiyle “ötekileri” korkular ve tehditler kurgulamak için kullandıkları takdirde bu endişe verici senaryo büyük ihtimalle hakikate dönüşecek. Ayrılma taraftarı siyasilerin söylemleri ve retoriklerinde bu açıkça görülüyor. Aslına bakılırsa, en az yirmi yıldır İngiliz politikacılar göçmenleri ve Müslümanları sürekli sorunlu “ötekiler” şeklinde etiketleyerek ayırmaktalar. Meslektaşım Özlem Ögtem-Young ile birlikte gözlemlediğimiz gibi, Brexit referandumu bu iddiaya meşruiyet kazandırarak kimlerin “ait”  ve kimlerin “ait olmadığı” konusunda bir ayrım yaptı. Her ne kadar referandum bu açıdan “tek defaya mahsus” bir durum olsa da, nefrete sadece kucak açmayan aynı zamanda bu nefretin fiiliyata dökülmesini mümkün kılan iklimi besleyici bir rol oynadı. Bu durum özellikle Müslümanlara ve İslam’a yönelik nefret suçları için geçerli. Son on yıldır ana akım politikacılar, İslam’ın ve Müslümanların “bizim” kültürümüze, değerlerimize ve yaşam tarzımıza yönelik tehdit oluşturduğu iddialarını, Müslümanların ve İslam’ın “sorunlu” olduğu fikrini sürekli dile getiriyor. Bu fikirlerin aynı zamanda ‘AB’den Ayrılma’ kampanyalarının temelini oluşturduğu açıkça görülüyor. Benzer şekilde ana akım siyasi söylemler giderek aşırı sağcı fikirler ile benzeşmeye başladı. Britanya ana akım medyasında da Müslümanlar ve İslam’a yönelik aşağılayıcı bakış açısını “normalleştirmeye” doğru belirgin bir yönelim var. Sonrasında nefrete zemin hazırlayan bir iklimin oluşturulması, ırk ve inanca yönelik nefret suçlarının rekor seviyelere ulaşması, her zamankinden daha çok bölünmüş, ayrıştırılmış ve parçalanmış bir Britanya’yı gösteriyor. 

Kasvetli Bir Gelecek: Brexit Sonrası

İngiltere’nin bazı kesimlerinde hükûmetin AB’den çekilme müzakerelerindeki başarısızlığına ilişkin var olan bariz öfke, durumun daha da kötüleşmesine yol açabilir. Britanya’nın AB’den resmî olarak ayrılması, nefret suçlarının daha ileri seviyelerde işlenmesinde katalizör etkisi yapacak. Bu durumdan en büyük darbeyi Britanya Müslümanlarının alacağından kimsenin şüphesi yok, zira son gelişmeler Müslümanların nefrete izin veren bir iklimde tehlikede olduklarını gösteriyor. Yeni Zelanda’da camilere yönelik yapılan terör saldırılarını izleyen haftada, Britanya’da Müslümanları hedef alan, kaydedilmiş nefret suçlarının sayısı %593 oranında arttı. Brexit bu durumu kuşkusuz daha kötüleştirmiş olsa da, ada ülkesinde mevcut krizi en iyi açıklayan şey mevcut sosyo-politik iklim ve bu iklimin nefrete izin veriyor olmasıdır.

Chris Allen

Leichester Üniversitesi Kriminoloji Bölümü Nefret Araştırmaları Merkezi’nde öğretim üyesi olan Dr. Chris Allen İslamofobi ve İslamofobik nefret suçları konularında çalışmalar yürütmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler