Müslüman Karşıtlığının “Teröre Karşı Savaş” Söylemiyle İhracı
Prof. Dr. Khaled Ali Beydoun, yayınladığı son kitabından hareketle dünya genelinde yükselen İslamofobiyle devletlerin ne amaçladığını değerlendirdi.
Prof. Khaled Beydoun ulusal güvenlik, sivil haklar ve İslamofobi konularında yazan ve konuşan bir akademisyen ve entelektüel. Wayne State Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğretim üyesi olan Beydoun, geçtiğimiz mart ayında okurlarıyla buluşan “The New Crusades: Islamophobia and the Global War on Muslims” (Yeni Haçlı Seferleri: İslamofobi ve Müslümanlara yönelik Küresel Savaş) isimli kitabına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. ABD’de İslam karşıtlığı üzerine araştırmalar yapan Beydoun, The New Crusades adlı son kitabına ilişkin “Kitap için ‘Yeni Haçlı Seferleri’ ismini seçtim çünkü ‘Haçlı Seferi’ kavramı İslam ile Hristiyanlık arasında geçmişten bu yana süregelen çatışmayı tanımlamak için kullanılıyor.” dedi.
Kitabın Ad Seçimi
Beydoun, kitabın yazım sürecinde çok fazla bilimsel araştırma yaptığını, ayrıca Hindistan, Çin, Fransa, Kanada gibi birçok ülkede Müslüman karşıtı eylemlere maruz kalmış kişilerle röportajlar gerçekleştirdiğini belirterek, bu yönüyle kitabın dinamik yapıda olduğu söyledi.
Kitabı yaklaşık 5 yılda tamamladığı bilgisini veren Beydoun, isim tercihine ilişkin şunları aktardı:
“Kitap için ‘Yeni Haçlı Seferleri’ adını seçtim çünkü, ‘Haçlı Seferleri’ ifadesi İslam ile Hristiyanlık arasında geçmişten bu yana süregelen çatışmayı tanımlamak için kullanılıyor. Müslüman dünyasında Avrupa, tarihsel ve modern bağlamda teröre karşı savaşla bağlantılıydı çünkü 21 yıl önce teröre karşı savaş başlatıldığında dönemin Amerikan Başkanı George Bush, bunu bir ‘Haçlı Seferi’ olarak adlandırmıştı. Bu yüzden kitaba başlık verirken bu iki olaydan yola çıktım.”
Beydoun, Müslüman karşıtlığının artık dünyaya nüfuz etmiş bir sorun olduğunun altını çizerek, kitabı yazarken farklı ülkelerde varoluş mücadelesi veren Müslüman toplumun duygu ve düşüncelerini okuyucuların gözünde canlandırmayı amaçladığını dile getirdi.
ABD ‘Teröre Karşı Savaş’ Politikasıyla İslamofobiyi Nasıl İhraç Etti?
Kitapta 11 Eylül saldırılarının ardından “teröre karşı savaş” söylemiyle başlatılan müdahalenin, Müslüman kimliği üzerindeki etkisinin ana tema olarak işlendiğini kaydeden Beydoun, “ABD’nin nasıl merkezi bir katalizör olduğu ve teröre karşı savaş söylemiyle İslamofobiyi küresel bir fenomen olarak genişlettiği hakkında düşünmek önemli. Kitabın ana temasının ‘ABD’nin ‘teröre karşı savaş’ politikasıyla İslamofobiyi nasıl ihraç ettiği’ olduğunu söyleyebilirim.” diye konuştu.
Beydoun, Müslüman karşıtlığını “emperyal bir proje” olarak ele alınması gerektiğini dile getirerek, “İslamofobi, ABD tarafından küresel güçlerini ilerletmek ve açıkça Irak’ta petrol gibi hırsla arzu edilen doğal kaynakları ele geçirmek için kullanılan bir araç ve silah. İslamofobinin irrasyonel olduğunu düşünüyoruz, değil mi? İrrasyonel nefret. Ancak bunu hükûmet açısından incelediğimizde, rasyonel olduğunu da görüyoruz. Bu, hükûmetlerin istedikleri şeye daha fazla erişim elde etmek için stratejik ve kasıtlı olarak kullandıkları bir araç.” görüşünü paylaştı.
Müslüman karşıtlığını “neo-kolonyal proje” olarak tanımlayan Beydoun, bunun yeni bir fenomen olmadığını, geçmişte Oryantalizm şeklinde adlandırılan fikirlerin de Müslüman karşıtı eylemleri beslemeye hizmet ettiğini söyledi.
Beydoun, Müslüman karşıtlığının her ülkede benzer şekilde gerçekleşmediğinden bahsederek, “İslamofobi, Müslümanlar tarafından benzer şekilde tecrübe edilmiyor. Bu gerçekten onların nerede olduğu, hangi ülkede yaşadığı, kimliklerinin ne olduğuna bağlı olarak değişiyor. Uygur Müslümanlarının maruz kaldığı İslamofobi ile bizlerin yaşadığı İslamofobi birbirinden çarpıcı biçimde farklı.” değerlendirmesini yaptı.
Müslüman Karşıtlığını Besleyen Hükûmetler
“Laiklik ve ateizm İslamofobinin çok menfur bir kaynağı olabilir.” diyen Beydoun, Fransa ve İsveç gibi laik ülkelerde, hükûmetlerin yapısı ve ideolojik eğilimlerinin Müslüman karşıtlığını beslediğine işaret etti.
Beydoun, Avrupa’nın giderek daha seküler hale geldiğine dikkati çekerek, “Hatta daha seküler olmaktan da öte, daha tanrısız hale geliyor. Örneğin, Fransa ya da İsveç gibi ülkelerde dinin azalan belirginliği nedeniyle Müslümanlar daha dindar hale geliyor ve bu durum kültür çatışmasına neden oluyor.” ifadesini kullandı.
Kitapta, Müslüman karşıtı vakalarda cinsiyetin rolüne de değindiğini aktaran Beydoun, “Müslümanlar, cinsiyetin özellikle İslamofobinin deneyimlenmesi üzerindeki etkisini nadiren düşünür ama kitap, bunları gerçekten ortaya koyuyor. Eğer bir kadınsanız, hangi ülkede olduğunuza bağlı olarak İslamofobi deneyiminiz, bir erkeğin İslamofobi deneyiminden önemli ölçüde farklı olacaktır.” diye konuştu.
“Avrupa İslamofobinin Yuvası Hâline Geldi”
Avrupa ülkelerinde gerçekleştirdiği röportajlardan yola çıkarak gözlemlerini aktaran Beydoun, “Avrupa birçok nedenden dolayı Müslüman düşmanlığının yuvası haline geldi. Müslümanlar, dinlerini icra ettikçe, kadınlar başörtüsü taktıkça, erkekler beyaz entari giyip sakal bıraktıkça, mescitlere gittikçe bu durum Avrupalılar için dini gerekçelerle onlara ayrımcılık yapmanın kolay bir yolu oluyor.” ifadesini kullandı.
Beydoun, Müslümanların, distopik romanlardaki gibi kendilerini “big brother” (büyük birader) tarafından izleniyormuş gibi hissettiğine işaret ederek, “Müslümanlar, gözetleme gibi yıkıcı politikaların bir nevi kurbanları olarak bununla mücadele ediyor, terörizm şüphesi nedeniyle bireylerin mahremiyeti çoğu zaman ihlal ediliyor.” dedi.
Müslümanların özellikle istihdam edilirken ayrımcılığa maruz kaldığını dile getiren Beydoun, sözlerini şöyle tamamladı:
“Müslümanlar çoğu zaman çeşitli iş türlerinde ayrımcılığa uğruyor. Batı’da bazı kişilerin belli isimleri olduğu için ayrımcılığa uğradığını duymuşsunuzdur. Ben bir işe başvurduğumda ve özgeçmişimde adımın Khalid Ali Beydoun olduğunu gördüklerinde, işverenler Edward Smith adında birine kıyasla beni işe alırken iki kez düşünebiliyor. Eğer söz konusu Müslüman bir kadınsa ve iş görüşmesine başörtüsüyle giderse, görünüşü nedeniyle ayrımcılığa uğruyor.” (AA)