Avusturya Bir Yol Ayrımında: FPÖ’nün Yükselişi Avrupa’daki Trendlere Bir Ayna
Avusturya bir dönüm noktasıyla karşı karşıya. Ülkede 29 Eylül'de sandığa gidecek seçmenler yalnızca hükûmeti kimin yöneteceğini değil, ülkenin geleceğini de belirleyecek. Avusturya aşırı sağa teslim olacak mı?
Avusturya’da yaklaşan seçimler sonrası siyasi arenada gerçekleşmesi beklenen yeniden yapılanmanın merkezinde, şu anda anketlerde yaklaşık yüzde 30 oy oranıyla birinci sırada yer alan sağ popülist FPÖ (Özgürlük Partisi) ve onun yükselişi bulunuyor. FPÖ’nün artan etkisi, tüm Avrupa’da yükselen sağ popülizm akımının bir yansıması. Bu sağa kayışın, bir sonraki hükûmette ne kadar etkili olacağı ve Avusturya siyasetini nasıl şekillendireceği merak konusu. Ancak, seçimlerin ardından ülkenin siyasi manzarasının değişececeği kesin.
Avusturya, sağ popülizmin Avrupa çapında yükselişini en güçlü şekilde hisseden ülkelerden biri. FPÖ’nün zaferi, sadece Avusturya için değil, tüm Avrupa Birliği için önemli sonuçlar doğurabilir. Örneğin Avusturya’nın, Avrupa’nın entegrasyon projelerine karşı daha sert bir tutum takınması ve Brüksel’deki karar mekanizmalarında daha milliyetçi bir çizgi izlemesi olası. Bu, özellikle göç, sınır güvenliği ve ekonomik uyum gibi konularda AB’nin içindeki mevcut çatlakları daha da genişletebilir.
Sağa Kayışın Küresel Bağlamı
FPÖ’nün yükselişi, siyasi gözlemciler için sürpriz değil ve Avrupa’daki daha geniş bir sağa kayış dalgasının parçası olarak görülüyor. İtalya’da Giorgia Meloni’nin hükûmeti, Fransa’da Marine Le Pen’in popülaritesinin sürekli artışı ve Almanya’da AfD’nin özellikle doğu eyaletlerinde güç kazanması, kıtanın dört bir yanında milliyetçi ve popülist hareketlerin ne kadar köklü hâle geldiğini gösteriyor. Bunun sebepleri çok yönlü: Devam eden göç krizi, şehir ile kırsal kesim arasındaki büyüyen uçurum, AB’ye duyulan güvensizlik ve “sıradan insanların” kaygılarının göz ardı edildiği hissi, bu yeni sağ hareketler için zemin hazırladı. Bu hareketler, küreselleşme karşıtı, milliyetçi ve göçmen karşıtı politikalarıyla benzer bir tabana hitap ediyor: Kırsal kesimde yaşayan, ekonomik olarak zorlanan ve geleneksel değerlerin erozyona uğradığına inanan bir seçmen kitlesi.
Avusturya’daki seçimler de bu trendin bir parçası olarak değerlendirilebilir. FPÖ, son yıllarda kendisini “küçük adamın” partisi olarak konumlandırmayı başardı. Göç, güvenlik ve ulusal egemenlik konuları, partinin seçim kampanyasının temelini oluşturuyor. Herbert Kickl, Avusturya’nın ulusal egemenliğini koruma ve yabancı unsurları ülkenin dışında tutma söylemini, özellikle kırsal bölgelerde ve daha muhafazakâr seçmenler arasında başarılı bir şekilde kullanıyor.
FPÖ’nün söylemi, “Avusturya’nın Avusturyalılara ait olduğu” ve “Avrupa’nın kalesi” kavramlarını merkezine alarak, ulusal kimliği tehdit altında hissedenlere hitap ediyor. Herbert Kickl liderliğindeki FPÖ, önceki yıllara kıyasla daha radikal bir çizgi izlemeye başladı. Kickl, kışkırtıcı konulara ağırlık veriyor ve bilinçli olarak siyasi söylemin sınırlarını zorluyor. Kendini, “sisteme” ve “sol-liberal elitler”e karşı çıkan bir halk savunucusu olarak tanıtıyor. “Halkın şansölyesi” olma talebi, bu stratejinin bir parçası olarak özellikle dikkat çekiyor. Göç politikası konusunda Kickl’ın söylemleri Avrupa’nın insani mülteci politikalarını sorguluyor. Bu şekilde birçok insanın küresel gelişmelere ve tehdit olarak algıladıkları göçe yönelik güvensizliğini derinleştiriyor. Bu, ekonomik belirsizlik ve toplumsal gerilimlerin arttığı zamanlarda birçok seçmen için cazip bir söylem.
Avusturya Seçim Kampanyaları Birer TV Maratonu
Genel olarak konuşmak gerekirse Avusturya seçim kampanyasını diğer Avrupa ülkelerinden ayıran şey, medya aracılığıyla yapılan tartışmaların sayısı. 1990’lı yıllardan bu yana TV’deki münazaralar, Avusturya’daki seçim kampanyalarının merkezi hâline geldi. Almanya ya da ABD’de adaylar yalnızca iki ya da üç kez doğrudan karşı karşıya gelirken, Avusturya’da âdeta bir TV maratonu yaşanıyor. Neredeyse her gün ekranlarda boy gösteren, sert yorumlarla birbirlerine üstün gelmeye çalışan adaylar, seçmenlerin dikkatini çekmek için mücadele ediyorlar.
Bu münazaralar sadece reyting rekorları kırmakla kalmıyor, aynı zamanda kamuoyu algısını da büyük ölçüde şekillendiriyor. Klasik seçim kampanyalarının önemini yitirdiği ve seçmenlerde seçim yorgunluğunun arttığı bir dönemde, TV münazaraları partilere mesajlarını iletmek için bir platform sunuyor. Özellikle FPÖ, bu tartışmalardan yararlanıyor. Karizmatik ama bir o kadar da kutuplaştırıcı lideri Herbert Kickl, “elitler”e yönelik eleştirilerini ve ulusalcı taleplerini medya aracılığıyla etkin bir şekilde dile getiriyor. Kickl’in çıkışları genellikle kışkırtıcı ve siyasi nezaket sınırlarını zorlayan bir üslupla yapılıyor. Bu da taraftarlarının hoşuna giden bir yaklaşım.
Merkezin Siyasi Bölünmesi: Geleneksel Partiler İçin Bir Fiyasko mu?
FPÖ anketlerde güçlü olabilir, ancak siyasi tecridi hâlâ bir sorun. Kickl yalnızca seçmenleri değil, aynı zamanda potansiyel koalisyon ortaklarını da kutuplaştırıyor. Kickl bir hükûmette yer almayı umut ederken, muhafazakâr ÖVP ve sosyal demokrat SPÖ’nün net pozisyonlar almada zorlandığı görülüyor. ÖVP lideri ve mevcut başbakan Karl Nehammer, Kickl ile bir iş birliğini resmen reddetmiş durumda, ancak bu ret pek inandırıcı görünmüyor. Nehammer, “Kendisini radikalleştiren bir Herbert Kickl ile devlet yönetilemez.” diyor. Ancak bu vaat ne kadar ciddi?
Siyasi gözlemciler, Nehammer’in seçim sonrası tüm seçenekleri açık bırakacağını düşünüyor. ÖVP’nin şu anda %22 ila %25 arasında değişen oy oranı, tek başına yeterli olmayabilir. Geçmişte, 2017’de de ÖVP, FPÖ ile koalisyon kurmuştu. Ibiza skandalı ve Sebastian Kurz’un istifası bu koalisyonu sona erdirmeden önce, bu iki parti birlikte hükûmetteydi. Aynı koalisyonun yeniden kurulması tüm çekincelere rağmen olası görünüyor.
SPÖ’nün durumu ise daha karmaşık. Andreas Babler liderliğinde olan parti, kimlik krizine girmiş durumda. Yıllarca Avusturya yönetiminde söz sahibi olmuş bu geleneksel parti, iç çekişmeler ve düşen anket sonuçları ile mücadele ediyor. Babler, geçen yıl parti lideri olduktan sonra partiyi daha sosyal bir çizgiye çekmeye çalıştı, ancak bu çabalar partinin içinde yeterli desteği bulmuş değil. SPÖ anketlerde sadece %20’nin biraz üzerinde seyrediyor ve Babler’in seçim sonuçlarını değiştirme şansı giderek azalıyor.
Göç ve Güvenlik: Seçim Kampanyasını Şekillendiren Temalar
Avusturya seçim kampanyasına egemen olan konular her zaman bellidir. Bunlar Avrupa’da sağcı hareketlerin öne çıkardığı tipik meselelerdir: Göç, güvenlik ve küreselleşme karşıtlığı. Hem FPÖ hem de ÖVP, sığınmacı ve göç politikalarında sert bir çizgi izliyor. Kickl, “her türlü önlemle sınırların korunması”ndan bahsederken, ÖVP, AB’nin dış sınırlarının daha sıkı kontrol edilmesini ve Romanya ile Bulgaristan’ın Schengen’e katılmasının engellenmesini savunuyor. Bu konular, özellikle muhafazakâr ve yaşlı seçmenler arasında karşılık buluyor. 2015’teki mülteci krizi ve sonrasındaki toplumsal değişim, bu seçmenleri derinden etkiledi.
Öte yandan SPÖ, sosyal adalet konusunu gündeme taşımaya çalışıyor. Babler, zenginlerden daha fazla vergi alınması ve sosyal açıdan zayıf kesimlere daha fazla destek sağlanması gerektiğini savunuyor. Ancak bu temalar, son dönemde yapılan başarılı maaş anlaşmaları nedeniyle önemini yitirmiş durumda ve SPÖ’nün bu stratejiyle başarı elde edip edemeyeceği belirsiz. Enflasyon uzun süredir gündemin başında yer alsa da, ekonomik toparlanma sonrasında göç ve güvenlik meseleleri seçmenlerin ilgisini yeniden üzerine çekmiş durumda.
Küçük Partiler Koalisyonun Anahtarı Olabilir mi?
Büyük partiler güç mücadelesi verirken, Yeşiller ve liberal NEOS gibi küçük partiler de önemli oylar kazanabilir. Hâlihazırda ÖVP ile koalisyon ortağı olan Yeşiller, iklim değişikliği ve çevre koruma gibi konulara odaklanıyor ancak anketlerdeki destekleri sınırlı zira ÖVP ile koalisyonu boyunca epeyi zayıf kalmıştı. NEOS, ÖVP’ye koalisyon ortağı olabilecek bir parti olarak ekonomik liberalleşme ve şeffaflık vurgusuyla ön plana çıkıyor. Her iki parti de yaklaşık %10 oy oranına sahip ve FPÖ dışlanarak bir hükûmet kurulacaksa kilit rol oynayabilirler.
İlginç bir şekilde, bir zamanlar hiciv partisi olarak kurulan “Bira Partisi” de dikkat çekiyor. Parti lideri Dominik Wlazny, “temiz politika” yapma vaadinde bulunuyor ve sıradışı yaklaşımıyla özellikle genç seçmenleri cezbetme potansiyeline sahip.
Seçim sonuçları ne olursa olsun, koalisyon görüşmeleri zorlu geçecek. FPÖ’nün birinci parti olarak çıkması durumunda bile, partiyle koalisyon kurmayı kabul edecek ortak bulması zor olabilir. Karl Nehammer’in başında olduğu ÖVP, resmî olarak Kickl liderliğindeki bir FPÖ ile iş birliği yapmayı reddediyor, ancak geçmişte benzer iş birliği örnekleri görüldü. ÖVP, hükûmette kalma isteği ağır bastığında, FPÖ ile koalisyona girme konusundaki tavrını değiştirebilir.
Ancak, daha olası bir senaryo, ÖVP’nin SPÖ ve NEOS gibi daha merkezde yer alan partilerle bir koalisyon kurmaya çalışması olabilir. Bu, özellikle SPÖ’nün oylarını artırması durumunda daha da mümkün hale gelebilir. Yine de, SPÖ’nün Babler liderliğindeki zayıf durumu, partinin bu tür bir koalisyon için güçlü bir pozisyonda olmayabileceğini gösteriyor. Bu durumda, ÖVP’nin iki küçük parti ile bir hükûmet kurma çabası, belki de FPÖ ile iş birliğinden daha istikrarsız bir yapıya sahip olabilir.
FPÖ’nün İktidara Gelişinin Olası Sonuçları
FPÖ’nün iktidara gelmesi, Avusturya’nın hem iç hem de dış politikasında önemli değişikliklere yol açabilir. İç politikada, göçmen karşıtı politikalar sertleşebilir, sınır güvenliği artabilir ve sosyal politikalarda daha milliyetçi bir yaklaşım benimsenebilir. Göçmenlerin ülkeye kabul edilmesi ve entegrasyonu konusunda daha sıkı kurallar getirilmesi muhtemel. Bununla birlikte, FPÖ’nün AB’ye yönelik daha eleştirel tavrı, Avusturya’nın AB içindeki konumunu da etkileyebilir. Özellikle AB ile olan mali yardımlar ve mülteci anlaşmaları, FPÖ’nün gündeminde daha tartışmalı hâle gelebilir.
Dış politikada ise, FPÖ’nün Rusya yanlısı tutumu ve AB’ye karşı şüpheci yaklaşımı, Avusturya’nın AB içindeki uyumlu rolünü zayıflatabilir. FPÖ’nün AB’den daha fazla bağımsızlık talepleri ve milliyetçi söylemleri, Avusturya’nın diğer Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerini de zorlayabilir. Özellikle AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar ve enerji politikaları gibi konularda, FPÖ’nün iktidara gelmesi halinde daha ayrışan bir dış politika izlenebilir.