İsrail’in Gazetecilerle Bitmeyen Savaşı
Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarının sadece ilk iki haftasında otuz dört gazeteciyi öldüren İsrail'in işlediği savaş suçları cezasız kalmaya devam ederken, İsrail'in gazetecilere karşı yürüttüğü yeni olmayan bu savaş sadece Orta Doğu'da değil tüm dünyada basın özgürlüğü ve gazetecilerin güvenliğine yönelik ciddi bir tehdit teşkil ediyor.
“Ne zaman bir gazeteci öldürülse, yaralansa, tutuklansa ya da sürgüne gitmek zorunda bırakılsa, hakikatin parçalarını kaybederiz. Bu kayıplardan sorumlu olanlar iki yargılama ile yüzleşir: Biri uluslararası hukuk karşısında, diğeri ise tarihin affetmeyen bakışları önünde.”
Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) Program Direktörü Carlos Martinez de la Serna
İsrail ordusunun (IDF) Gazze’de görev yapan gazetecileri sistemli bir şekilde hedef alması uzun süredir gündemi meşgul ediyor. Gazze’deki gazeteciler, İsrail’in yıkıcı hava saldırıları, kıtlık, Gazze nüfusunun yüzde 90’ının yerinden edilmesi ve binaların yüzde 80’inin yıkılması gibi İsrail’in bölgede bir yılı aşkın bir süredir ara vermeden devam eden savaş suçlarını belgelemeye çalışırken, İsrail Filistinli gazetecileri de tüm sivil halka yaptığı gibi sürekli Hamas’la ilişkilendirilerek meşru hedefler hâline getiriyor.
İsrail’in Gazze saldırılarının başladığı 7 Ekim‘den bugüne kadar Gazze, Batı Şeria, İsrail ve Lübnan ‘da en az 137 gazeteci ve medya çalışanı öldürüldü. Dünya genelinde özellikle İsrail’in müttefiki Batılı ülkelerin hükûmetleri ve ana-akım medya kuruluşları Gazze’de görev yapan basın mensuplarına yönelik İsrail ordusunun kasıtlı saldırılarını tematize etmekten kaçınırken, bazı kuruluşlar meselenin ciddiyetine dikkat çekmeye çalışıyor. Bunlardan biri olan New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi (Committee to Protect Journalists – CPJ), 7 Ekim 2023’ten bu yana geçen süreyi veri toplamaya başladığı 1992 yılından beri gazeteciler için en ölümcül dönem olarak tanımlıyor.
Ordunun “Meşru” Hedefi: Gazeteciler
Bununla birlikte İsrail ordusunun gazetecileri hedef alması yeni bir uygulama değil. CPJ mayıs ayında yayımladığı bir raporda, İsrail güçlerinin 7 Ekim 2023’ten önce de gazetecileri öldürdüğü “ölümcül bir şablonu” belgeleriyle ortaya koydu. Grup, son yirmi yılda İsrail ordusu tarafından görevi başında hedef alınan 20 gazetecinin öldürülüş şeklini inceledi ve İsrail’in bu gazetecilerin ölümüyle alakalı hiçbir askerini yargılamadığını tespit etti.
En son 2022’de Al Jazeera muhabiri ve aynı zamanda Amerikan vatandaşı olan Filistinli gazeteci Şirin Abu Akleh İsrail güçlerinin Cenin’deki mülteci kampına yaptığı baskını olay yerinden bildirirken, üzerinde basın yeleği olduğu hâlde İsrail ordusuna ait bir keskin nişancı tarafından başından vurularak katledilmişti. İsrail başlangıçta Abu Akleh’in Filistinlilerin açtığı ateş sonucu öldüğünü söylese de, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yapılan bağımsız soruşturmalar gazetecinin İsrail güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünü belgeledi. Bunun üzerine İsrail ordusu gazetecinin “muhtemelen bir İsrail askeri tarafından” öldürüldüğünü kabul etmek zorunda kaldı. Abu Akleh, 2000 yılından beri İsrail’in görev başında öldürdüğü 55. gazeteci olmuştu.
7 Ekim sonrası ise gazeteciler sistematik bir şekilde İsrail’in meşru hedefi hâline geldi. Sivil halk ve alt yapıya yönelik saldırılarının yol açtığı yıkım ve tahribatı dünyanın görmesine engel olmak amacıyla bölgeye yabancı gazetecileri sokmayan İsrail’in, bölgedeki Filistinli gazetecileri engellemek için kendilerini ve ailelerini ölümle tehdit ettiği biliniyor. CPJ bugüne kadar İssam Abdallah, Hamza Al Dahdouh, Mustafa Thuraya, İsmail Al Ghoul, ve Rami Al Refee adlı en az beş gazetecinin İsrail güçleri tarafından doğrudan hedef alınarak öldürüldüğünü tespit etti. CPJ hâlen olası bir hedef göstermeye işaret eden en az 22 vakanın teyidi için ayrıntıları araştırmaya devam ediyor.
Öte yandan gazetecilerin hedef alınmadan önce kısa mesajla veya anonim numaralardan aranarak tehdit edildikleri belirtiliyor. CPJ, “İsrail’in sorumluluktan kaçmak için tasarlanmış gibi görünen bir tepki modeli bulduğuna” ve bu modelin önce gazetecileri tehdit etmek ardından da aile üyelerini öldürmek şeklinde kendini tekrar ettiğine işaret ediyor. Al Jazeera muhabiri Anas Al-Sharif’in 90 yaşındaki babası oğluna yönelik çok sayıda tehdidin ardından evine düzenlenen bir İsrail hava saldırısında öldürülmüştü. Anas Al-Sharif saldırıdan önce Al Jazeera’ye, İsrail ordusundaki subaylardan yayınlarını durdurması ve kuzey Gazze’yi terk etmesi yönünde çok sayıda telefon ile WhatsApp üzerinden konumunu ifşa eden sesli mesajlar aldığını bildirmişti.
Bir başka örnek vakada, aldığı tehdit ve uyarılara rağmen Gazze’den ayrılmayan Al Jazeera’nın Gazze büro şefi Wael Al Dahdouh, 25 Ekim 2023’te İsrail’in Gazze’nin merkezindeki Nuseirat mülteci kampına düzenlediği hava saldırısında eşini, oğlunu, kızını ve torununu kaybetti. Saldırının hemen ardından İsrailli gazeteci Zvi Yehezkeli, İsrail’in Kanal 13 televizyonuna verdiği mülakatta Al Jazeera muhabiri Wael Al Dahdouh’un ailesinin İsrail hava saldırılarında kasıtlı olarak hedef alındığını, “Genellikle hedeflerimizi biliyoruz, örneğin bugün hedef Al Jazeera gazetecisinin ailesiydi” sözleriyle itiraf edecekti.
Aralık 2023’te Al Dahdouh’un kendisi de Gazze’nin güneyindeki bir okula düzenlenen hava saldırısının ardından haber takibi yaparken bir insansız hava aracının saldırısına uğradı. Tecrübeli gazeteci yaralanırken meslektaşı Al Jazeera kameramanı Samer Abudaqa ise hayatını kaybetti.
Öldür, Suçla, Aynı Şeyi Tekrarla
7 Ocak 2024’te Al Dahdouh’un ilk saldırıda hayatta kalan ve kendisi gibi Al Jazeera muhabiri ve kamera operatörü olan oğlu Hamza Al Dahdouh da, bir hava saldırısının ardından çekim yaptıktan sonra güneydeki Refah şehrine dönerken İsrail ordusunun araçlarını vurması sonucu bir meslektaşıyla birlikte öldürüldü. İsrail ordusu başlangıçta araçta bulunan bir kişinin potansiyel bir tehdit olarak gördükleri bir insansız hava aracını kullandığını iddia etti; ardından öldürdüğü gazetecilerin Gazze merkezli bir terör örgütü üyesi olduklarını öne sürdü. Vurdukları araçta bir terörist olduğu iddiasını destekleyecek kanıtlara sahip olup olmadığını soran NBC News‘e konuşan İsrail ordu sözcüsü Daniel Hagari, “Savaş bölgesinde drone kullanmak bir sorun. Teröristlere benziyor” diyerek olayın “talihsiz” olduğunu ve soruşturmanın hâlen devam ettiğini söylerken, iddialarını kanıtlayan herhangi bir kanıt sunamadı.
Al Jazeera, muhabirlerinin insansız hava aracını askeri amaçlarla değil gazetecilik çalışmaları bağlamında kullandıklarını ve saldırının gazetecilerin drone değil araç kullandığı sırada gerçekleştiğini belirterek, “İsrail’in yalan iddialarda bulunma ve kanıt uydurma konusunda iyi bilinen bir geçmişi var” şeklinde konuştu. Esasen CPJ Mayıs 2023’te yayımladığı özel raporda “İsrail-Gazze savaşı başlamadan önce de İsrail’in iddialarını doğrulayacak güvenilir kanıtlar ortaya koymadan gazetecileri terörist olmakla suçlama yöntemini” belgelemişti.
Kendini İsrail yanlısı olarak tanımlayan ve medyadaki “İsrail karşıtı önyargıları” ortaya çıkardığını iddia eden HonestReporting adlı grup, 8 Kasım 2023’te serbest fotoğrafçı Yasser Qudih ve Gazze’de çalışan diğer üç fotoğrafçıyı 7 Ekim’deki olaylar hakkında önceden bilgi sahibi olduklarını iddia ederek hedef gösteren bir haber yayımladı. Qudih, kadrolu fotoğrafçı olmamasına rağmen 7 Ekim saldırısı sırasında Reuters’e olay yerinden fotoğraf sağlamıştı. Gazetecileri hedef alan haberde adı geçen Reuters, The Associated Press, CNN ve The New York Times gibi uluslararası haber kuruluşları HonestReporting’in iddialarını şiddetle reddederek Qudih hakkında “asılsız suçlamalarda” bulunduğunu belirttiler.
Ne var ki haberin yayımlanmasından 5 gün sonra Qudih’in ailesinin sekiz üyesi, Gazze’nin güneyindeki evlerinin dört adet füzeyle vurulması sonucu hayatını kaybetti. Reuters, hakkındaki suçlamaların ardından Qudih’in güvenliğine yönelik çok sayıda tehdidin internette dolaştığını bildirmişti. Qudih saldırıdan sağ olarak kurtulurken, HonestReporting daha sonra gazeteciler hakkında ortaya attığı suçlamaların asılsız olduğunu kabul ederek, “sadece soru sorduklarını ama kesin bir iddiada bulunmadıklarını” söyledi. Fakat mesnetsiz olduğunu kabul ettikleri iddiaların yer aldığı haber sonrası, İsrail Başbakanlık ofisi gazetecilerin “insanlığa karşı işlenen suçlara” ortak oldukları açıklamasını yapmış, İsrail savaş kabinesi üyesi Benny Gantz gazetecilere terörist muamelesi yapılmasını ve yakalanmalarını önerirken, İsrail’in eski Birleşmiş Milletler elçisi Danny Danon da gazetecilerin “ortadan kaldırılması” gerektiğini söylemişti.
İsrail’in Gazze saldırıları gazeteciler için bölgeyi yakın tarihin en ölümcül cephesi hâline getirirken, İsrail ordusu gazetecileri kasıtlı olarak hedef aldıklarını ısrarla reddediyor. “Medya çalışanlarını hedef alan bir politika söz konusu değil” diyen üst düzey bir ordu yetkilisi, rekor sayıda gazetecinin öldürülmesini ise Gazze’de çok sayıda sivilin öldüğü bombardımanın boyutuna ve yoğunluğuna bağlıyor. Ancak Guardian tarafından yapılan bir araştırma, 7 Ekim sonrası İsrail ordusu içindeki bazı kişilerin Gazze’deki gazetecileri meşru askeri hedefler olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Soruşturma, Paris merkezli kâr amacı gütmeyen Forbidden Stories tarafından yürütülen ve İsrail’in saldırıya başlamasından bu yana Gazze’deki gazeteci ölümlerini analiz eden Gazze projesinin bir parçası olarak hayata geçirildi.
İsrail’in Hedefindeki 6 Gazeteci
Gazetecilere fiziksel ve psikolojik baskı uygulayarak susturmaya çalışmasının yanı sıra, bu suçu için meşru bir zemin oluşturmaya çalışan İsrail, yakın zamanda Gazze’deki 6 Al Jazeera muhabirini “terörist” olarak tanımlayarak, bu kişilerin Hamas ve İslami Cihad gibi gruplarla ilişkili olduğunu iddia etti. İddialarının Gazze’de ele geçirilen militan gruplara ait belgelere dayandığını öne süren İsrail’in bir nevi öldürülecekler listesine aldığı gazeteciler ile ilgili Paris merkezli Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) Kampanya Direktörü Rebecca Vincent, şimdi de bu 6 gazetecinin hedef alınmasından korktuklarını söyleyerek, “Tekrar ediyoruz, gazeteciler terörist değildir ve bu belgelerin yayınlanmış olması ne gazetecilerin terörle bağlantılı olduklarına dair bir kanıt teşkil eder, ne de İsrail’e öldürme yetkisi verir.” dedi.
RSF 2024 yılının başında, İsrail’in öldürdüğü Al Jazeera muhabirleri İsmail Al Ghoul, ve Rami Al Refee cinayetlerini incelemişti. İki gazeteci aynı gün İran’da suikasta uğrayan Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin ailesinin evine yakın bir yerden canlı yayın yaptıktan kısa bir süre sonra araçlarına düzenlenen insansız hava aracı saldırısı sonucu öldürülmüşlerdi. İsrail, İsmail Al Ghoul’un Hamas’ın askeri kanadının bir üyesi olduğunu ve 2007 yılında askeri rütbe aldığını iddia etmişti. Ancak RSF soruşturmasında 2007 yılında Al Ghoul’un 10 yaşında bir çocuk olduğunu ve İsrail’in sözde kanıtlarında buna benzer “çok sayıda tutarsızlık” bulunduğunu ortaya koymuştu.
CPJ Başkanı Jodie Ginsberg gazetecileri terörle itham etmenin aynı zamanda onları itibarsızlaştırıp gazeteciliklerine olan güveni sarsmak için kullanılan bir yöntem olduğuna dikkati çekiyor:
“Bu, hükûmetlerin, özellikle de otoriter hükûmetlerin her zaman kullandığını gördüğümüz bir taktik. Bir gazeteciyi suçlu ya da terörist olmakla suçlarsanız, verdiği bilgilere şüphe düşürürsünüz ve bu, okuyucuların, dinleyicilerin ve izleyicilerin o kişinin söylediklerinin ya da gösterdiklerinin geçerliliğini sorgulamasını sağlamak için kasıtlı bir taktiktir. Bence burada gördüğümüz şey de bu… bir tür gaslighting.”
Guardian’a göre İsrail’in gazetecileri terörist olarak yaftalamaya yönelik bu hamlesi, araştırmacı gazeteciliği ulusal güvenlik tehditleriyle eş tutan endişe verici bir emsal teşkil ediyor. İnsan hakları savunucuları İsrail’in bu hukuksuz yöntemlerinin silahlı çatışmalarla ilgili haber yapma eylemini suç hâline getirerek bağımsız gazeteciliğin altını oyduğunu savunurken, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ise Eylül 2024’te bir açıklama yayınlayarak İsrail’i gazetecilere ve medya çalışanlarına yönelik tacizlerine son vermeye çağırdı ve basının çatışmalar sırasında şeffaflık ve hesap verebilirliğin sağlanmasında temel bir rol oynadığını vurguladı.
Lübnan ve Batı Şeria
Gazetecilere yönelik tehditler sadece Gazze ile sınırlı değil. İsrail’in Lübnan’ın güneydoğusunda en az 7 medya kuruluşundan bir düzineden fazla gazeteci tarafından kullanılan ve avlusunda açıkça “basın” yazan araçların bulunduğu bir yerleşkedeki misafirhaneye ekim ayında düzenlediği hava saldırısında 3 Lübnanlı gazeteci öldürülürken, 3 gazeteci de yaralandı. İsrail’in Lübnan’da daha önce düzenlediği saldırılarda ise aralarında Reuters muhabiri Issam Abdallah’ın da bulunduğu 5 muhabir öldürülmüştü.
Human Rights Watch (HRW), “Press” yeleği giyen gazetecilerin kolayca tanınabilir olduğunu, dolayısıyla bu saldırıların kazara olmadığını ve birer savaş suçu olduğunu belirtiyor. HRW, Lübnanlı gazetecilere yönelik bu saldırıları “açıkça kasıtlı” olarak nitelendirerek, çatışmaları izleyen gazetecilerin haklarının uluslararası hukuk tarafından korunduğunu hatırlatıyor.
Benzer şekilde, Batı Şeria’da protestoları ve İsrail’in askeri eylemlerini takip eden gazeteciler de taciz, gözaltı ve şiddet olaylarına maruz kaldıklarını bildiriyorlar. Associated Press ve diğer kaynaklardan elde edilen verilere göre İsrail ordusu zaman zaman Al Jazeera muhabirlerinin evlerine ve ofislerine doğrudan saldırılarda bulunarak, gazetecilerin ekipmanlarına ve yayın tesislerini ciddi şekilde hasara uğrattı. Al Jazeera, İsrail’in gazetecileri hedef almasının, gerçekleri dünyaya ulaştırma çabalarını engellemeye yönelik bir girişim olduğunu savunuyor. Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’na göre, Batı Şeria’daki basın mensupları, ekipmanlarına el konulması ve hareketlerinin sıkı bir şekilde izlenmesi suretiyle sistematik olarak çeşitli kısıtlamalara tabi tutuluyorlar.
Birleşmiş Milletler (BM) uzmanları işgal altındaki Batı Şeria’da, İsrail’in 27 Ağustos’ta başlattığı saldırılar sonrasında tırmanışa geçen gazetecilere yönelik şiddet, taciz, sindirme ve engelleme olaylarını kınayan bir basın açıklaması yayımladı. Eylül ayında Cenin ve Tulkarem’de, İsrail askerlerinin bölgedeki askeri operasyonlarıyla ilgili haber yapan gazetecilere ve araçlarına basın mensubu olduklarını gösteren yelek giymelerine rağmen gerçek mermilerle ateş açtığı en az üç ayrı vaka yaşanırken, bu saldırılarda 4 gazeteci yaralanmıştı.
27 Ağustos’tan bu yana İsrail aralarında Al Jazeera muhabirlerinin de bulunduğu gazetecileri tehdit ederek bölgeyi terk etmeye zorlarken, bir vakada, askerler gazetecileri kişisel telefonlarındaki materyalleri silmeye zorlamıştı. En az bir gazeteci keyfi olarak tutuklanıp sorgulanırken, çok sayıda gazeteci de İsrail güvenlik güçleri tarafından kullanılan buldozerlerle kovalandıklarını bildirdi. BM açıklamasında, “İsrail askerlerinin Batı Şeria’da da Gazze’de olduğu gibi uluslararası hukuku açıkça ihlal ederek gazetecilerin güvenliğini hiçe saydığını görmek son derece rahatsız edici” derken, İsrail’i yabancı medyanın Gazze’ye girişine izin vermediği gibi şimdi de Batı Şeria’daki gazetecileri tehdit ederek çalışmalarına engel olmakla suçladı.
Eylül ayında ağır silahlı İsrail askerleri canlı yayında Al Jazeera’nın işgal altındaki Batı Şeria’nın Ramallah kentinde bulunan bürosuna baskın düzenleyerek büro şefi Walid al-Omari’ye büroyu kapatması için tebligat vermişti. Kapatma kararının gerekçesi Filistinli gazetecilerin duymaya alışkın olduğu sözde “terörizme” destek suçlamasıydı. İsrail yönetimi ekim ayında, yayınlarının Hamas’ı desteklediği ve “kışkırtma” içerdiği gerekçesiyle Al Jazeera’nın İsrail’deki ofisinin kapatılmasına yol açacak acil önlemleri kabul etmişti. Ancak kapatılması talimatı verilen Al Jazeera bürosunun Oslo Anlaşmaları’nda Filistinlilerin kontrolü altında olduğu belirtilen A Bölgesi‘nde bulunuyor olması öyle görünüyor ki on yıllardır süren hak ihlalleri yaptırımsızlıkla ödüllendirilen İsrail için bir sorun teşkil etmiyordu.
İsrail’in bu girişiminin öncesinde, ABD Başkanı Biden’ın kamuoyunu kışkırtmakla itham ettiği Katar merkezli Al Jazeera’nın “İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin” haberlerini “yumuşatması” için Dış İşleri Bakanı Antony Blinken aracılığıyla Katar
Bir yandan uluslararası toplum ve insan hakları kuruluşları gazetecilere yönelik saldırıları nedeniyle İsrail’in hesap vermesini talep ederken, öte yandan bu saldırıların bu zamana kadar cezasız kalması, dünyanın çeşitli bölgelerindeki diğer tüm çatışmalar için taraflara gazetecileri rahatlıkla hedef alabilecekleri mesajını veren kötü bir emsal teşkil ediyor. BM uzmanları savaş bölgelerinde gazetecilerin susturulması ve öldürülmesinin bir savaş suçu olduğunu aylardır söyleyerek İsrail’e uluslararası hukuka uyması çağrılarını yinelerken, bu konunun ciddiyetine yakışır somut adımlar atılmadığı sürece Filistin’de basın yeleği, amacının aksine, gazetecileri korumaktan çok açık hedefler hâline getiren gereksiz bir aksesuar olmaya devam edecek.