'Soykırım'

Soykırım Sözleşmesi Nedir ve Filistin’deki Soykırımı Durdurmaya Yeterli mi?

Bugün soykırım suçuna dikkat çekmek amacıyla “Soykırım Suçu Mağdurlarını Anma ve Onurlandırma ve Bu Suçun Önlenmesi Uluslararası Günü” olarak kabul edilen 9 Aralık. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 9 Aralık 1948’de kabul edilen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ise bugün soykırımların önlenmesinde hâlâ yetersiz. Peki ama neden?

9 Aralık 2024 Büşra Öztürk
©Shutterstock.com

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 9 Aralık 1948’de Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni (Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide) kabul etti. Bu adım, insanlık için tarihi bir dönüm noktasıydı. Ancak, bugüne geldiğimizde, bu sözleşmeye rağmen Orta Doğu’da, özellikle Gazze’de yaşanan soykırım, pek çok BM kuruluşu ve insan hakları örgütleri tarafından doğrulanmış ve en önemlisi dijital ortamda, gözümüzün önünde cereyan eden bir hadise olmasına rağmen, dünya çapında etkili ve güçlü devletlerin büyük ölçüde sessiz kalmasıyla 1 yılı aşkın bir süredir aralıksız devam ediyor. Bu sessizlik, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında ciddi soru işaretleri ve derin bir ahlaki boşluk yaratıyor.

Soykırım Nedir ve Soykırım Sözleşmesi Nasıl Ortaya Çıktı?

Soykırım, bir grubun, ulusal, etnik, ırksal veya dinî kimliği nedeniyle sistematik bir şekilde yok edilmesidir. Bu suç, sadece öldürme eylemiyle sınırlı değildir. Aynı zamanda, o grubun yaşam koşullarının kasıtlı olarak zorlaştırılması, fiziksel ve psikolojik zarara uğratılması, zorla yerinden edilmesi ve hatta grup üyelerinin zorla başka bir gruba aktarılması gibi geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Bu suçun tanımlanması ve cezalandırılmasını sağlamak amacıyla 9 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni kabul etti. Bu sözleşme, savaş suçları ve insan hakları ihlalleri konusunda hukuki bir dayanak oluştururken, aynı zamanda devletleri soykırımı önlemek ve bu tür suçları cezalandırmakla sorumlu tutuyor.

1951 yılında yürürlüğe giren sözleşme, tarihsel olarak Holokost gibi trajediler sonrası bir tepki olarak ortaya çıktı. Yahudi kökenli bir hukukçu ve tarihçi olan Raphael Lemkin, soykırım terimini ortaya atan ve bu kavramı uluslararası hukuka kazandıran kişi oldu. Latince “genus” (soy, ırk) ve Yunanca “killing” (öldürme) kelimelerinin birleşiminden türetilmiş olan “soykırım” kelimesini Lemkin, sadece fiziksel öldürme eylemleriyle sınırlamayarak, grubun kültürel ve sosyal yapısını yok etmeye yönelik her türlü eylemi de kapsayacak şekilde tanımlamış, ayrıca soykırımın sadece savaşlarda değil, barış zamanında da yapılabilecek bir suç olduğunu vurgulamıştır. Bu sözleşme, 1951 yılında yürürlüğe girerek dünya çapında 147 devletin onayını aldı.

Sözleşmenin Temel Paragrafları

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, soykırımı bir “uluslararası suç” olarak tanımlar ve devletlere, bu tür suçları önlemeleri için yükümlülükler getirir. En önemli maddeleri ise başlıca şunlardır:

Madde I: Taraf Devletler, soykırımı bir suç olarak kabul eder ve bu suçun işlenmesini önlemek ve cezalandırmak için gerekli tüm tedbirleri alacaklarını taahhüt ederler.

Madde II: Soykırım, bir etnik, dinî, ırksal veya ulusal grubun yok edilmesi amacıyla gerçekleştirilen eylemleri kapsar. Bu eylemler şunlardır:

  • Grup üyelerinin öldürülmesi,
  • Grup üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar verilmesi,
  • Grup üyelerinin yaşam şartlarının kasıtlı olarak zorlaştırılması,
  • Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler alınması,
  • Zorla çocukların başka bir gruba aktarılması.

Madde III: Soykırımı destekleyen, planlayan veya teşvik eden tüm eylemler suçtur ve cezalandırılır.

Madde IV: Soykırımı işleyen kişiler, hükûmet yetkilileri ya da özel kişiler olabilir ve hepsi cezalandırılabilir.

Gazze’de Soykırım ve Uluslararası Sessizlik

Günümüzde, Gazze’deki durum, soykırım suçunun tanımına uyan bir insani kriz yarattı. 7 Ekim 2023’ten itibaren İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, özellikle sivil halkı hedef alması, bu bölgedeki Filistinlilerin yaşamlarını ciddi şekilde tehdit ediyor. On binlerce insan hayatını kaybederken, yüzbinlerce insan evinden edildi. Gazze’deki sivil yerleşim alanları, hastaneler, okullar ve camiler gibi insani altyapılar da hedef alındı. Bu saldırılar, soykırımın tanımına giren eylemlerle örtüşmektedir; çünkü aynı etnik, dinî ve ulusal kimlikteki insanlar hedef alınıyor ve yaşam koşulları kasıtlı olarak zorlaştırılıyor.

Bu noktada, Güney Afrika gibi bazı devletler, İsrail’e karşı uluslararası mahkemede davalar açarak bu eylemlerin soykırım olarak tanınmasını talep ediyor. Ancak, dünya genelinde birçok büyük devlet, özellikle Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’e destek vererek bu soykırımı görmezden geliyorlar. Almanya, geçmişteki sorumluluğunun farkında olarak soykırımla ilgili hassasiyet gösterse de, İsrail’e verdiği koşulsuz destekle Gazze’deki olaylara karşı bir yıldır sessizliğini koruyor. Aynı şekilde, Amerika Birleşik Devletleri de İsrail’in politikalarına verdiği desteği sürdürerek, Gazze’deki insanlık dramına karşı uluslararası bir çözüm üretmekte konusunda isteksiz bir tavır sergiliyor.

İnsan Hakları Savunucularının Sessizliği ve Uluslararası Hukukun Zayıflığı

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, insanlık tarihinin en karanlık suçlarından biri olan soykırımı engellemek ve cezalandırmak için uluslararası topluma büyük bir sorumluluk yüklüyor. Ancak, geçmişteki soykırımlar ve günümüzde devam eden krizler, bu yükümlülüklerin çoğu zaman yerine getirilmediğini ve uluslararası hukukun etkinliğinin ciddi şekilde zayıfladığını gözler önüne seriyor. Bosna ve Ruanda’daki soykırımlar, uluslararası toplumun harekete geçme noktasındaki kararsızlığını ve ihmalkarlığını açıkça ortaya koymuştu. Bugün de Gazze’de yaşanan trajedi, bu sorumluluğun ihmalinin bir başka acı örneği.

Uluslararası hukukun zayıflığı, yalnızca sözleşmelerin varlığından ibaret olamayacak kadar derindir; bu hukukun hayata geçirilmesi, devletlerin kararlılığına ve uluslararası işbirliğine bağlıdır. Ne yazık ki, çoğu zaman insan hakları savunuculuğu yapan devletler ve büyük güçler kendi çıkarları doğrultusunda bu sorumluluklarının gereğini yerine getirmekten kaçınıyor ve jeopolitik hesaplarla hareket ederek soykırımların önlenmesi noktasında sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Bu sessizlik ise, sadece hukukun değil, insanlık onurunun da ihlal edilmesidir.

Soykırımın önlenmesi için devletler arası işbirliği büyük bir önem taşıyor. Uluslararası toplum, geçmişteki hatalardan ders alarak, soykırımın engellenmesi ve suçluların cezalandırılması konusunda daha etkin bir tutum takınmalı, sadece adaletin sağlanması için değil, aynı zamanda insanlık için gerekli olan vicdani ve ahlaki sorumluluğu yerine getirmelidir. Aksi takdirde, bu sessizlik ve kayıtsızlık temel uluslararası sistemlerinin sonu olacaktır.

Büşra Öztürk

Londra Üniversitesi Hukuk bölümünden mezun olan Büşra Öztürk, Viyana Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamladı. İkinci yüksek lisansını aynı üniversitede İletişim alanında tamamlayan Öztürk, Birleşmiş Milletler Viyana Merkezi Orta Doğu Masası’nda ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda araştırmacı olarak çalıştı.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler