'ABD'

Trump Amerikası ve Rusya: Yeni Bir İttifak mı, Yoksa Yanlış Hesaplama mı?

Trump’ın Rusya açılımı, mevcut küresel dengeleri bütünüyle reddediyor. Hangi ekonomik çıkarlar, jeopolitik hedefler ve enerji stratejileriyle şekillendiği henüz çok anlaşılmayan bu hamle, ABD’nin müttefiklerini endişelendirirken, küresel güç dengelerinde kalıcı bir değişimin habercisi olabilir mi? Yoksa Trump kısa vadeli kazanımlara odaklanarak riskli bir siyasi manevra mı yapıyor?

Görsel: TPYXA_ILLUSTRATION - Shutterstock.

28 Şubat Cuma günü ABD Başkanı Donald Trump, Başkan Yardımcısı JD (James David) Vance ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’in katıldığı ortak basın toplantısı başta ABD’nin geleneksel müttefikleri olmak üzere dünya genelini ilgilendiren bir infial yarattı. ABD ile Ukrayna arasında haftalardır tırmanan ve askerî yardımların kesilmesi hakkındaki gerilimin doruk noktasını teşkil eden bu açık kavga, yaygın şekilde bir diplomatik kriz olarak algılandı. Trump ve Vance daha önce Zelenskiy’den “sevilmeyen bir diktatör” olarak bahsetmiş, kazançlı bir maden çıkarma anlaşması için ona baskı yapmış ve aynı zamanda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le ilişkileri normalleştirmek (hatta iyileştirmek) adına bir hamle yapmıştı.

Bu doruk noktasına varılmadan önce, geçtiğimiz ay Trump Putin’e olan güvenini açıkça dile getirdi, Rusya’nın barış istediğini iddia etti ve hatta savaşı Ukrayna’nın başlattığını öne sürdü. Başlangıçta bu tutum Trump’ın arka planda Putin’i müzakere masasına getirmeye yönelik güttüğü bir stratejinin parçası olarak yorumlanmaya açık olsa da son gelişmeler Trump’ın -henüz kamuoyunca yeterince bilinmeyen- motivasyonlarının sadece diplomasiyle sınırlı kalmayabileceğini de gösteriyor. Trump, Zelenskiy’i defalarca eleştirmekle kalmadı, aynı zamanda uluslararası arenada Rusya yanlısı bir tutum da sergiliyor.

Örneğin, geçen ayki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında ABD, Avrupa’nın savaşa son verilmesi ve Rus askerlerinin Ukrayna’dan çekilmesi çağrısında bulunan karar tasarısına karşı oy kullanarak Rusya’nın yanında yer aldı. Geçtiğimiz günlerde gelen daha da tartışmalı bir hamle ise, Trump yönetiminin ABD Siber Komutanlığına Rusya’ya karşı tüm planlamalardan geri çekilmesi emrini vermesi oldu. Bu hamleler, Trump’ın ABD dış politikasını kasıtlı olarak Moskova’ya yakınlaşmaya doğru kaydırıp kaydırmadığı sorusunu gündeme getiriyor.

Trump’ın Rusya Açılımının Arkasındaki Olası Motivasyonlar

Uluslararası ilişkiler uzmanları ve medya kuruluşları, özel bir sebep konumundaki Ukrayna’nın ötesinde, olası üç genel [ekonomik ve jeopolitik] faktörün Trump’ın Rusya’ya doğru kaymasına neden olabileceğini vurguluyor:

  1. Rusya’yla Normalleşen İlişkilerin ABD’ye Sağlayacağı Ekonomik Faydalar

Trump, ABD-Rusya ilişkilerinin geliştirilmesiyle bağlantılı ekonomik fırsatları açıkça dile getirdi. 24 Şubat’ta [kendi kurduğu sosyal medya platformu] Truth Social’da Putin ile iki ülke arasındaki “büyük ekonomik kalkınma işlemleri” hakkında görüştüğünü paylaştı. Benzer şekilde, geçtiğimiz şubat ayında Suudi Arabistan’da ABD’li ve Rus yetkililer arasında yapılan bir toplantının ardından Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Amerika’nın “Ruslarla ekonomik ortaklık kurmak için inanılmaz bir fırsata” sahip olduğunu ve savaşın sona ermesinin “potansiyel olarak tarihî ekonomik ortaklıklar için kapıyı açan anahtar” olacağını belirtti.

Rus tarafının da bu fikri memnuniyetle karşıladığı söylenebilir: Şubat ayında Putin’in Ukrayna’nın Rus işgali altındaki bölgelerinden maden çıkarılması konusunda ABD ile iş birliği yapmayı teklif ettiği biliniyor. Ayrıca New York Times’ın bildirdiğine göre Rus yetkililer, Suudi Arabistan’daki son toplantıda Amerikalı mevkidaşlarına yaptırımların uygulanmaya başlamasından bu yana ABD şirketlerinin 324 milyar dolar kaybettiğini iddia etti. Fakat bu rakamın ihtilaflı olduğuna ve doğruluğuna şüpheli bakıldığını belirtmek gerek. Financial Times’a göre gerçek rakam 50 milyar dolara yakın. Zira öne sürülen 324 milyar dolarlık rakamın “ABD’li şirketlerin vazgeçtiği kârları”, yani Amerikan şirketlerinin Rusya’da kalması hâlinde potansiyel kazançlara ilişkin iyimser tahminleri de içerdiği düşünülüyor.

Rakamlardaki bu belirsizliğin ötesinde, Rus ekonomisinin ABD’ye çok yüksek ve çeşitliliği geniş bir potansiyel sunduğu söylenemez. Rus ekonomik üretiminin ana paydasını petrol ve askerî teçhizat ihracatı oluştururken Rusya’nın bu arz kalemlerine dair ABD tarafından güçlü bir talep yok. ABD hâlihazırda güçlü bir yerli petrol rezervine sahip ve sınır komuşusu Kanada gibi daha güvenilir ticari ortakları var. Rusya geniş maden ve enerji rezervlerine sahip olsa da, bu sektörler Kremlin’le yakından bağlantılı oligark kontrolündeki şirketlerin kontrolünde çalışıyor. Dolayısıyla Rusya’nın doğal kaynaklarına yatırım yapmak, ABD adına gerçek bir kazanç kapısı olmayabilir. Rusya’nın kırılgan ekonomisi, Kremlin’in son zamanlarda savaşı finanse etmek için özel mülk ve işletmelere el koymaya başlaması ve ABD-Rusya ilişkilerinin istikrarsız yapısı nedeniyle ABD’yi alıkoyabilecek önemli riskler söz konusu.

  1. OPEC ve Küresel Petrol Fiyatları Gündemi

Trump, Amerikalı seçmenler arasında önem verilen bir konu olduğu için uzun zamandır yüksek petrol fiyatlarını eleştiriyor. Suudi Arabistan ve Rusya’nın başını çektiği petrol üreticisi ülkeler birlikleri OPEC ve OPEC+, küresel petrol fiyatları üzerinde önemli bir kontrole sahip. Trump ilk döneminde OPEC’e fiyatları düşük tutmak için üretimi arttırması yönünde sık sık baskı yapmıştı.

Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca petrol fiyatları varil başına 80 dolar civarında seyretti. Bu birim fiyatı, Trump’a göre hâlâ yüksek bir seviyede. Trump, 2025’in başlarında Davos zirvesinde OPEC’e hitaben “Fiyatı düşürmek zorundasınız.” dedi ve bu konudaki şikâyetlerini yineledi. Rusya ile daha yakın bir ilişki, Trump’ın küresel petrol fiyatlarını düşürmek için Moskova’nın OPEC kampındaki nüfuzunu kullanmasına yol açabilir.

  1. Çin’e Karşı Olası Bir “Tersine Kissinger Planı”

Trump’ın Rusya’ya yönelmesinin bir diğer olası nedeni de küresel güç dinamiklerini stratejik olarak yeni bir eksene sokmak istemesi olabilir. Bazı analistler Trump’ın güçlü bir Amerikan karşıtı ittifakı önlemek için Rusya’yı Çin’den uzaklaştırmaya çalıştığını düşünüyor. The Economist bu stratejiyi, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın 1970’lerde ABD-Çin bağlarını güçlendirmek ve Sovyetler Birliği’ni zayıflatmak için gösterdiği başarılı çabalara atıfla “Tersine Kissinger” olarak adlandırıyor. Trump’ın ekibi böylesi bir yaklaşımın varlığına dair bazı ipuçları verdi. Geçtiğimiz ay Başkan Yardımcısı JD Vance, ABD’nin Rusya’yı Çin’in kucağına itmesinin “saçma” olduğunu savundu. Savunma Bakanı Pete Hegseth de benzer şekilde Amerika’nın önceliğinin Pasifik’te Çin ile çatışmayı engellemek olduğunu vurguladı.

Ancak bu stratejinin bazı hatalı yönleri olduğu düşünülüyor: Kissinger’ın yaklaşımı 1970’lerde işe yaradı çünkü Sovyetler Birliği ve Çin açık bir çatışmanın eşiğindeydi. Bugün, zaman zaman yaşanan gerginliklere rağmen Rusya ve Çin, Çin’in büyük ortak konumuna geçtiği, güçlü bir ekonomik ortaklığı sürdürüyor. Geçmişten farklı olarak Çin, Rusya tarafından tehdit edildiğini hissetmiyor ve Moskova bu ikili ilişkideki güç kaybını kabul etmiş durumda. Geçtiğimiz günlerde mevcut ABD Dışilişkiler Bakanı Marco Rubio, Rusya’nın küçük ortak olarak kalmak istemeyeceğine dair bir tahmini dillendirmiş olsa da bu görüş herkesçe kabul edilmiş değil.

Rusya’nın Çin’e ekonomik bağımlılığının artıyor olmasını vurgulayan bazı uzmanlar, Trump’ın Rusya açılımının Putin yönetimini Çin’den ayrı haraket etmeye ikna edemeyeceğini düşünüyor ve dolayısıyla bu girişimin hatalı olduğunu belirtiyor. Çin’den uzaklaşma rotasından Putin cephesini caydırabilecek bir diğer faktör ise, yakın gelecekte Trump’tan ofisi devralacak yeni ABD yönetiminin Trump’ın dış ilişkiler ajandasını bir anda ıskartaya çıkartabilme ihtimali: ABD anayasası gereği Trump’ın yeniden aday olamayacağı ve iktidarın yeniden Demokrat Partiye geçme olasılığı düşünüldüğünde bu, Rusya için öngörmesi zor bir olasılık değil.

Niyetleri ve Projeksiyonları Yeterince Netleşmemiş Bir Rusya Stratejisi

Moskova ile ilişkileri normalleştirmek ABD’ye kısa vadede ekonomik faydalar sağlayabilirken, müttefiklerini sevk edebileceği arayışlar açısından bazı önemli riskleri beraberinde getiriyor. Rusya ile bağların güçlendirilmesi Amerika’nın Avrupalı müttefiklerini yabancılaştırabilir, ABD dış politikasını istikrarsızlaştırabilir ve nihayetinde Çin’in Rusya’nın birincil ortağı olarak kalması durumunda etkisiz kalabilir. Trump’ın yaklaşımının gerçek bir stratejik değişime mi yoksa sadece kısa vadeli bir siyasi manevraya mı işaret ettiğini göreceğiz.

Belki de bu “uzun vade – kısa vade” bilinmezliğine cevap ararken, Trump’ın daimî perspektifi olan, kısa dönemde maksimum kâr odaklı ticari başarı arama güdüsünü ve seçmenlerine zafer olarak lanse edebileceği bir dış politika kazanımı bulma arayışını hatırda tutmak gerekiyor. Nitekim, Trump seçim kampanyasında Orta Doğu ve Ukrayna’daki savaşları bitireceği vaadini defalarca dile getirmişti. Belki de geçici ve istikbali belirsiz bir barış zemini bulma isteği, Trump için bu sürecin itici fikridir.

Bir diğer gözetilmesi gereken faktör ise Trump’ın “kaybeden ABD” söylemi: Trump “aptal” addettiği eski ABD Başkanı Biden özelinde ve her zaman korumak istediği başarılı iş adamı personası çerçevesinde ABD’nin oldukça kötü anlaşma ve angajmanlara sokulduğunu iddia ediyor: Putin gibi otoriter liderlerin oldukça “akıllı” kişiler olduğunu ve acziyet (Trump’ın lügatında “gross incompetence”) içerisindeki önceki ABD yönetimlerinin böylesi liderlerle baş edemediğini öne süren bu anlatıya göre Trump, kendisini “ABD’ye yeniden kazanmayı öğretecek kişi” olarak tarif ediyor.

Trump, Oval Ofis’teki görüşmesinde meseleye nasıl baktığını anlatırcasına Zelenskiy’i “Elinde oynayabileceğin iyi kartlar yok!” sözleriyle azarlamıştı. Son olarak 4 Mart’ta Zelenskiy, Trump’ın bu ihtarını kabul ettiğini gösteren bir açıklama yaptı ve ABD’nin önerdiği -ABD’nin Ukrayna’ya bir güvenlik güvencesi vermediği- maden anlaşmasını imzalamaya hazır olduğunu açıkladı. Trump’ın sunduğu az sayıdaki somut göstergeleri bırakıp niyet okumanın sınırlarını zorlayacak olursak, Rusya açılımının Ukrayna’yı bu anlaşmayı kabul etmesini kolaylaştıracak bir koz olarak ileriye sürülüp sürülmediği ihtimali de öne çıkıyor.

İhtiyat payı bırakmayı gerektiren bir diğer faktör ise Rus tarafı. Trump Rusya ile bağlarını güçlendirmesi hâlinde Putin’in uzun vadeli hedeflerinin ne olduğunu saptamak zor. Geçmişteki konuşmalarında “Rusya’nın etki alanını yeniden tesis etmek” istediğini söyleyen Rus liderin tarihsel olarak diplomasiyi bir manipülasyon aracı olarak kullandığı düşünülecek olursa; Putin’in kendisini “pazarlık sanatçısı” olarak tanımlayan Trump’la yapacağı anlaşmalara uyacağına dair somut göstergelerin olduğunu söylemek zor.

Trump’ın ABD dış politikasını Rusya’ya doğru yeniden yönlendirme çabaları kısa vadeli kazanımlar getirme potansiyeline sahip olsa da uzun erimli jeostratejik sonuçlarına dair spekülasyonda bulunmak şu an için oldukça zor. Bunun Trump’ın ilk başkanlık dönemindeki kaotik hâlden farklı bir çehreye sahip ve iyi hesaplanmış bir stratejik değişim mi yoksa küresel istikrarı tehdit eden riskli bir girişim mi olduğunu ya da ABD’nin Ukrayna’daki çıkarlarını maksimize etmek adına yapılan bir spekülasyon olup olmadığını zaman gösterecek. Kesinliğe sahip ve şüphe götürmeyen bir husus ise, devlet kadrolarında büyük bir kesintiye giden ve Elon Musk’ın maddi ve söylem üretme adına verdiği [sosyal] medya desteğiyle Cumhuriyetçi Parti içindeki muhalefeti susturan Trump’ın, ilk döneminden farklı olarak, bu sefer başkanlık yetkilerinin limitlerini zorlamaya hazır olduğu.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler