Bir Deja Vu Olarak İran ile Savaş
Irak işgalinden Afganistan'a, Libya'dan Suriye'ye "hatırladığımız" yalanları söyleyen yüzler, yeniden sahneye mi çıkıyor? İran’a yönelik savaş çığırtkanlığı, geçmişin kanlı senaryolarını mı tekrarlıyor?

Irak ile savaşı başlatmak için söylenen yalanlarla İran ile savaşı başlatmak için söylenen yalanlar arasında çok az fark var. İstihbarat teşkilatlarımızın ve uluslararası kuruluşların değerlendirmeleri, Irak’ı işgal çağrıları sırasında olduğu gibi, hayal ürünü olarak kolayca reddediliyor.
Bizi [ABD’yi] başka bir askerî fiyaskoya sürüklemek için tüm eski klişeler yeniden canlandırıldı. Ne bize ne de komşularına herhangi bir tehdit oluşturmayan bir ülke için şunlar deniyor: “Varlığımızı tehlikeye atacak bir Kitle İmha Silahı (KİS) edinmek üzereler. Bu ülke ve liderleri saf kötülüğün vücut bulmuş hâli. “Özgürlük ve demokrasi tehlikede. [Bush döneminde söylenildiği gibi] ‘Şimdi harekete geçmezsek, bir sonraki açık delil [patlamadan yükselen] mantar bulutu olacak.’ Askerî üstünlüğümüz zaferi garantiliyor. Biz dünyanın kurtarıcılarıyız.”
Şiddetle Dünyayı Yeniden Kurmak İsteyen ve Felakati Görmezden Gelen Siyasetçiler
Bağdat’a yapılan “Şok ve Dehşet” adlı saldırının güncellenmiş versiyonu olan kitlesel bombardıman barış ve uyumu getirecek. Bu yalanları 2003 Irak savaşı öncesinde de duymuştuk. Yirmi iki yıl sonra yeniden canlandırıldılar. Müzakere, diplomasi ve barışı savunan herkes teröristlerin maşasıdır.
Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’deki fiyaskolardan, Ukrayna‘yı saymıyorum bile, hiçbir ders almadık mı?
Bizi sahte bahanelerle bu savaşlara sürükleyen tüm canavarlar, muhafazakar talk show sunucusu Mark Levin, Max Boot -İran’ın nükleer zenginleştirme programının yer aldığı Fordow’u bombalamak için stratejik zorunluluk olduğunu savunan- David Frum, John Bolton, Newt Gingrich, Sean Hannity ve Thomas Friedman gibi tüm canavarlar, nefes nefese korku yaymak için radyo ve televizyonlara geri döndüler.
Afganistan’da Taliban’ı devirip ardından Irak, Lübnan, Suriye, Libya, Sudan, Somali ve son olarak İran’daki rejimleri işgal edip yerinden etmek için yaptıkları büyük plan‘ın yüzlerine patlamış olması önemli değil. Savaş hırslarının yüz binlerce, belki milyonlarca insanın ölümüne ve ABD hazinesinden trilyonlarca doların akıp gitmesine neden olduğu da önemli değil. Öne sürülen argümanlardaki saf aptallık da önemli değil. Megafonları güvende. Onlar, şiddet yoluyla dünyanın sihirli bir şekilde yeniden doğacağına inanan, felaket üstüne felaketi görmezden gelen, savaş endüstrisinin, beyin ölümü gerçekleşmiş ABD’nin yeni nesil muhafazakâr siyasetçileri (neokonservatistler) ve Siyonist olup soykırıma meyledenlerin sadık şarlatanları.
İran ve İsrail’e Dair Bize Unutturulan Gerçekler
ABD İstihbarat Topluluğunun yıllık tehdit değerlendirmesinde “İran nükleer silah üretmiyor ve İran Yüce Lideri Humeyni, 2003’te askıya aldığı nükleer silah programına izin vermedi,” dediğini [hadi] unutun. Bu tespit, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi tarafından da geçen hafta tekrarlandı. Benjamin Netanyahu, neredeyse otuz yıldır nefes nefese yaptığı uyarıyı unutun: İran’ın nükleer silah üretmenin eşiğinde. İsrail’in İran’a yönelik önleyici saldırısının bir savaş suçu olduğunu, bir hastane, ambulans ve gazetecilerin İsrail’in hava saldırılarında katlettiği yüzlerce İranlı sivili unutun. İsrail’in, ABD ile İran arasında Umman’da yapılacak altıncı tur nükleer zenginleştirme müzakereleri öncesinde İran’a saldırı başlattığını unutun. Savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla suçlanan ve hakkında tutuklama emri çıkarılan kişinin İran lideri değil, İsrail Başbakanı olduğunu unutun.
Filistinlilere karşı soykırım kampanyası yürüten İsrail’in, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı (NPT) ihlal ederek en az 90 nükleer silah ürettiğini ve IAEA’nın denetimlerini engellediğini unutun. Donald Trump’ın, İran’ın uymakta olduğu ve İran’ın nükleer programını sınırlamayı amaçlayan Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı (JCPOA) 2018’de yırtıp attığını unutun. Washington ve Londra’nın, bölgedeki ilk demokratik olarak seçilmiş hükûmeti devirmek için 1953 darbesini düzenlediğini ve itaatkâr davranacak Şah Muhammed Rıza Pehlevi’yi iktidara getirdiğini unutun. ABD’nin, İsrail ile birlikte Şah’ın vahşi gizli polis teşkilatı SAVAK’ı eğitip donattığını unutun.
Bomba! Bomba! Bomba!
İran’ın sözde nükleer silah programı, Saddam Hüseyin’in efsanevi kitle imha silahları ve El Kaide ile ittifakı, Irak’ın işgali, 4.000’den fazla ABD askeri ve deniz piyadesi ile yüz binlerce Iraklı sivilin ölümüne yol açtı, yaygın yıkıma ve bölgesel istikrarsızlığa neden oldu ve Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) dahil olmak üzere bir dizi fanatik aşırıcı grubun doğmasına neden oldu. İşgalimizin Bağdat’a demokrasi getireceği, bu demokrasinin yayılacağı ve Orta Doğu’ya yayılacağı, kurtarıcılar olarak karşılanacağımız ve petrol gelirlerinin yeniden yapılanma masraflarını karşılayacağına dair güvenceler, George W. Bush yönetimi ve Washington’daki düşünce kuruluşları tarafından uydurulmuş bir fantezi ve hayaldi. Sonsuz savaşın destekçileri, savaşın mekanizmasını ve sonuçlarını anlamıyor. Saldırdıkları ülkeler hakkında kültürel, tarihi ve dilbilimsel olarak cahildirler. Irak. Afganistan. Libya. Suriye. İran. Aralarındaki farkı bile anlayabildiklerini sanmıyorum.
Savaş Çığırtkanları Neler Uyduruyor?
Bu savaş çığırtkanları, yanıldıkları ortaya çıktığında, suçlarını itiraf etmekte ustadırlar. Bize iyi niyetlerini temin ederler. Yanlış bilgi yaymak istemediklerini söylerler. Sadece dünyayı “kötü adamlardan” korumak ve ulusal güvenliğimizi sağlamak istediklerini söylerler. Bush ve şimdi Trump yönetimlerindekiler dahil, hiç kimse kasten dürüst davranmıyor. Hatalı istihbarata göre hareket etmeleri onların suçu değil. Sorun erdemde değil, yargıda. Onlar iyi insanlar.
Ama bu, belki de en büyük yalandır. Irak’a karşı savaşı meşrulaştırmak için kullanılan istihbarat değerlendirmeleri, çılgın neoconlar ve fanatik Siyonistlerden oluşan bir grup tarafından uyduruldu, çünkü onlar Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve diğer istihbarat teşkilatlarının değerlendirmelerini beğenmediler. Şimdi, İsrail’i her şeyin üstünde tutanların hâkim olduğu başka bir grup, İran’la savaşı meşrulaştırmak için sahte istihbarat değerlendirmeleri uyduruyor. Bu savaşlar iyi niyetle yürütülmüyor. Doğrulanabilir istihbaratın dikkatli ve rasyonel bir değerlendirmesine dayanmıyorlar. Kendi istihbarat kurumlarımızın yanı sıra Birleşmiş Milletler, kitle imha silahları müfettişleri veya IAEA gibi uluslararası kuruluşların da görmezden gelindiği, gerçeklikten kopuk ütopik vizyonlar…
ABD’nin İran’da Demokrasinin Savunucusu Olarak Görünmesi Mümkün Değil
Modern İran’ın tarihi, Batılı güçler tarafından desteklenen ve finanse edilen tiranlarla savaşan bir halkın tarihidir. On yıllar boyunca meşru demokratik hareketlerin acımasızca bastırılması, 1979 devrimine yol açtı ve İran din adamlarını iktidara getirdi. Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin yeni İslam devleti, İslam’ı savundu ve “kibirli” dünya güçlerine ve kendi çıkarları için Filistinliler de dahil olmak üzere başkalarını ezmeye çalışan bölgesel müttefiklerine karşı durulması gerektiğini savundu.
Şah’ın Tüm Adamları: Bir Amerikan Darbesi ve Orta Doğu’da Terörün Kökleri başlıklı kitabın yazarı Stephen Kinzer* “İran’ın son 200 yıllık tarihinin ana teması, ülkeyi boyunduruk altına alan ve yağmalayan yabancı güçlerin elinde ulusal aşağılanma olmuştur,” diyor ve ekliyor:
“Uzun süre bu zulmü İngilizler ve Ruslar uyguladı. 1953’ten itibaren bu rolü ABD devraldı. O yıl, Amerikan ve İngiliz gizli servisleri seçilmiş bir hükümeti devirdi, İran demokrasisini ortadan kaldırdı ve ülkeyi diktatörlüğe sürükledi. Ardından, 1980’lerde ABD, İran-Irak savaşında Saddam Hüseyin’in yanında yer aldı ve ordusunun yüz binlerce İranlıyı öldürmesini sağlayan askeri teçhizat ve istihbarat sağladı. Bu tarih göz önüne alındığında, ABD’nin İran’da demokrasinin savunucusu olarak görünmesinin ahlaken inandırıcılığı sıfıra yakın.”
İran, ABD’de seçimle göreve gelmiş bir hükûmeti, on yıllardır demokrasi aktivistlerini zulüm, suikast ve hapis cezalarına maruz bırakan acımasız bir diktatörle değiştirmek için bir darbe düzenleseydi, nasıl tepki verirdik? İran, Irak ile sekiz yıl süren savaşta bizim yaptığımız gibi, komşu bir devlete silah ve finansman sağlayarak bize karşı savaş açsa, nasıl tepki verirdik? İran, 1988 yılının Temmuz ayında, diğer Amerikan gemilerinin mürettebatı tarafından alaycı bir şekilde “Robocruiser” olarak adlandırılan USS Vincennes (CG49) gemisi gibi, İranlı sivillerle dolu bir ticari uçağa füzeler ateşleyerek 66’sı çocuk olmak üzere 290 yolcuyu öldürseydi, nasıl tepki verirdik? İran istihbarat servisleri, bizim ve İsrail istihbarat servislerinin İran’da yaptığı gibi, ABD içinde terörizmi destekleseydi nasıl tepki verirdik? Bu devlet destekli terörist saldırılar arasında intihar bombalamaları, adam kaçırma, kafa kesme, sabotaj ve hükümet yetkilileri, bilim adamları ve diğer İranlı liderlerin “hedefli suikastleri” de olsaydı nasıl tepki verirdik? İsrail gibi bir ülke, önleyici savaşı yasaklayan BM Şartı’na aykırı bir hipoteze dayanarak bize saldırsa nasıl tepki verirdik?
İran’a Karşı Savaşın Bedeli Ne Olur?
Savaş, bir kez açıldığında kimsenin kontrol edemeyeceği bir kötülükler sandığı açar. ABD bombardıman uçaklarının İran’ın nükleer tesislerine saldırı emrini veren savaş çığırtkanları, İran’da bundan sonra ne olacağına dair Afganistan, Irak, Libya veya Suriye’de olduğu gibi bir planları yok. İsrail ve Trump’ın bu hava saldırılarıyla kendilerinden uzaklaştırdığı Avrupalı müttefikler, Washington ile işbirliği yapma havasında değiller. Pentagon, istese bile, İran’ı işgal etmek ve boyun eğdirmek için gerekli olan yüzbinlerce askerden yoksundur. İran’a karşı savaşta Saddam Hüseyin’in yanında savaşan ve çoğu İranlı tarafından hainlerden oluştuğu düşünülen marjinal ve itibarsız İran direniş grubu Mujahedeen-e-Khalq’ın (MEK) İran hükûmetine karşı geçerli bir karşı güç olduğu fikri ise gülünçtür.
Tüm bu denklemlerde, Afganistan, Irak, Libya ve Suriye halkları gibi İran’daki 90 milyon insan da görmezden geliniyor. Bu insanlar ABD’yi ve kesinlikle İsrail’i kurtarıcı olarak karşılamayacaklardır. Rejimi nefret ediyor olabilirler, ama direneceklerdir. Yabancı güçlerin egemenliğine girmek istemiyorlar. İran’la bir savaş, tüm bölgede Şiiliğe karşı bir savaş olarak yorumlanacaktır. Yakında misilleme olacaktır. Hem de çok. İlk başta düzensiz füze saldırıları olacak, ardından zor yakalanabilen düşmanlar gemilere, askeri üslere ve tesislere saldırılar düzenleyecektir. Bu saldırılar giderek büyüyecek ve ölümcül olacak. Orta Doğu’da konuşlanmış yaklaşık 40.000 asker ve deniz piyadesi de dahil olmak üzere ölü sayısı artacak. Uçak gemileri de dahil olmak üzere gemiler hedef alınacak. Irak ve Afganistan’da yaptığımız gibi, kör bir öfkeyle saldırmaya başlayacak ve başlattığımız yangını körükleyeceğiz.
Bizi bu savaşa sürükleyenler, savaşın araçları hakkında çok az şey biliyorlar ve hakim olmak istedikleri kültürler ve halklar hakkında daha da az şey biliyorlar. Kibirle körleşmiş, kendi halüsinasyonlarına inanan bu insanlar, Ortadoğu’da son yirmi yılda yaşanan savaşlardan hiçbir ders almamışlar. İran’la bir savaş, kendi kendimizi yenilgiye uğratacak ve pahalıya mal olacak bir bataklık olacak, çürüyen imparatorluğun çürümüş yapısına çakılan bir çivi daha olacak.
Savaş tacirleri ve bu askerî fiyaskoları düzenleyenler, mezarlarından bir kez daha dirildiler. Zombiler gibi bir yönetimden diğerine göç ediyorlar. Düşünce kuruluşlarında yerlerini aldılar: Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi, Amerikan Girişim Enstitüsü, Dış Politika Araştırma Girişimi, Atlantik Konseyi ve Brookings Enstitüsü gibi düşünce kuruluşlarına yerleşmiş durumdalar. Bunlar, patronları tarafından yukarı aşağı sallanan kuklalar, iflas etmiş medya tarafından megafon verilen kuklalar, bizi bir bataklıktan diğerine sürükleyen kuklalar.
Eski yüzler ve eski yalanlar, bizi başka bir kabusa sürüklemek için geri döndü.
Dipnot
*Kinzer ile İran hakkında yaptığım röportajı buradan izleyebilirsiniz.
Bu metin Pulitzer ödüllü gazeteci ve yazar Chris Hedges’in 20 Haziran tarihli ‘War Deja Vu‘ (İng. Savaş Deja Vu’su) ile 22 Haziran tarihli ‘War with Iran‘ (İng. İran ile Savaş) başlıklı ve birbirini tamamlayan yazılardan oluşmaktadır. Bağımsız gazetecilik yapan Hedges’in sosyal medya hesabında paylaştığı yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.