Avrupa’da Radikal Sağın Yükseliş Nedenleri
Avrupa Parlamentosu Seçimleri öncesi radikal sağın yükselişi ile alakalı tahminler, cevaplandırılması gereken soruları beraberinde getirdi: Radikal sağın yükselmesinin tek sebebi ekonomik kriz mi? Daha da önemlisi, radikal sağ, sadece Avrupa Parlamentosunda mı sandalye kazanacak?
30 yıl önce Fransa’da pek tanınmayan politikacı Jean-Marie Le Pen, popüler bir televizyon programı olan “Hakikat Saati” programına konuk olmak için davet edildi. Kendisini seçmene tanıttığı bu program, partisi Ulusal Cephe (FN)’nin tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bundan kısa bir süre sonra, 1984 Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde, Ulusal Cephe iki milyondan fazla oy aldı ve yeni bir radikal sağ parti doğdu.
Fransa’da olduğu gibi 1980’lerin ardından, radikal sağ partiler bir çok Avrupa ülkesinde önemli birer politik güç hâline geldiler. Yakın zamanda Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) 2013’teki Genel Seçimlerde, kısa bir süreliğine kaybettiği oyları geri kazanarak oyların yüzde 20’sinden fazlasına sahip oldu. İsviçre’deki son seçimde İsviçre Halk Partisi (SVP) yüzde 27’ye yakın oy alarak seçimi ilk sırada bitirdi ve hemen akabinde Avrupa Birliği ülkelerinden gelen göçmenlere katı sınırlamalar getirilmesinde etkili oldu. Geçtiğimiz yıl İsveç’te daha önce neo-Nazi partisi olan İsveç Demokratları (SD), tarihlerinde ilk defa parlamentoya girerken, bundan kısa bir süre sonra Finlandiya’da yapılan ulusal seçimlerde Gerçek Finler (PS) yüzde 19 oy kazanarak sandalye sayılarını 8’den 39’a çıkardılar. Tarihsel olarak radikal sağ parti barındırmayan Birleşik Krallık’ta bile AB şüphecisi ve göç karşıtı olan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP), yapılan son kamuoyu yoklamalarında her on seçmenden birinin desteğini aldığı görülüyor.
Avrupa’da bu gelişmeler, ayrılıkçı politikaları bertaraf edememe kaygıları ile birleşince Avrupa’daki radikal sağ hakkında iki yaygın görüş ortaya çıkmaktadır. İlk olarak, bu partiler Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde büyük güç kazanacaklar ve Avrupa Birliği politikalarında ve yönetiminde önemli rol oynayacaklar. Özellikle katılımı düşük olan ve seçmenlerin pek de ilgi göstermedikleri –bu nedenle de “ikinci sınıf seçim” olarak nitelenen- Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde mevcut hükûmetlere tepki gösterilecek. Fakat radikal sağın güçleneceği seçimlerde bu partilerin tüm kıtayı hakimiyet altına alacakları çıkarımı da yapılamaz. Mesela, akademisyen Cas Mudde’nin muhtemel sonuçlar hakkında yaptığı analize göre, radikal sağ “sadece” 12 Avrupa Birliği ülkesinde Avrupa Parlamentosuna girecek ve bu partiler de tüm sandalyelerin 30-35 tanesini veya bölgede yüzde 4-6 civarı sandalye kazanabilecek. Radikal sağ partiler hakkında yaptığımız tanımı, Almanya için Alternatif (AfD) veya Beppe Grillo’nun İtalya’daki Beş Yıldız akımı gibi popülist ve Avrupa Birliği karşıtı akımları da içine alacak şekilde genişletsek bile, Mudde’nin tahminine göre bu partiler yine de yüzde 20’den fazla sandalye kazanamayacaklar. Ayrıca, Marine Le Pen’in Ulusal Cephe Partisi (FN) veya Geert Wilders’in Hollanda’daki Özgürlük Partisi (PVV)’nin de iyi sonuçlar elde edecek olmalarına karşın, Avrupa genelinde radikal sağ, bölünme ve iç çatışma yaşamaya çok meyillidir.
Örneğin UKIP’nin Le Pen ve Wilders ile ittifak kurma ihtimali çok düşük ya da Avusturyalı, Hollandalı ve Fransız radikal sağ partilerin buna benzer bir şekilde, Yunanistan’daki neo Nazi Altın Şafak veya Macaristan’daki Jobbik gibi daha da ayrılıkçı ve aşırı akımlar ile birlik olması mümkün değil. Avrupa’daki radikal sağı bekleyen en büyük sınavlardan birisi Avrupa Parlamentosu’nda fon alımı ve grup statüsünün korunması için gerekli olan örgütsel birliği Avrupa çapında sağlayıp devam ettirebilmeleridir. Bunu başarmak imkânsız olmasa da, radikal sağın uzun vadede bu tür birlik ve beraberliği sağlayabilmesi pek de mümkün gözükmüyor.
2014 Avrupa Parlamentosu Seçimlerine yaklaştıkça, Avrupa’daki radikal sağ hakkında öne sürülen ikinci yaygın görüş ise, radikal sağın seçimlerdeki büyük gücünün temelinde 2008 sonrasındaki ekomomik krizin yatıyor olduğu ve buna bağlı olarak da ekonomik sıkıntılar giderildiğinde bu partilerin kuvvetle muhtemel yok olacağıdır. Ekonomik durgunluğun korumacı, sosyal şövenizm, yabancı düşmanlığı ve popülist yaklaşımlar sunan radikal sağ partilerin seçim şansını arttırdığı yadsınamaz. Ayrıca ekonomik kriz, kısıtlı kaynakların tahsisi ve göç hakkında hassas, radikal sağa kaymaya meyilli, serbest meslek sahibi ve son otuz yıldaki ekonomik ve etnik değişikliklerde göz ardı edildiğini hisseden mavi yakalı işçilerin hassasiyetini daha da artıracaktır.
Radikal sağın bu artan potansiyelinin diğer önemli bir yüzü de politik elitlere olan güvenin önemli ölçüde sarsılmasıdır. Buna örnek olarak üye ülkelerde Avrupa Birliğine güvendiğini söyleyen vatandaşların yüzdesinin, 2007’den bugüne, yüzde 60’tan yaklaşık yüzde 30’a düşmesi gösterilebilir. Euro Bölgesinin yavaşça büyüyen bir işsizlikle mücadele ettiği günümüzde ise sadece 4 vatandaştan birisi ülke liderine güvendiğini ifade etmektedir.
Öte yandan ekonomik kriz, potansiyel radikal sağ seçmen sayısını arttırsa bile, radikal sağın aldığı desteğin asıl kaynağı bu değildir. Başta da belirttiğimiz gibi, bu dağınık ve birbirinden bağımsız partilerin yükselişi, 2008’de Lehman Brothers’in iflasından çok daha önceye, en az 1970’lerden beri Avrupa ülkelerinde süregelen başlıca yapısal değişikliklere dayanıyor. Bu partilerin seçimlerdeki yükselişi birçok çetin ekonomik devir boyunca, ekonomik büyüme, istikrar, kriz ve son olarak da ekonomik durgunluk dönemlerinde inatla devam etti. Radikal sağ kanat partileri, Yunanistan gibi ekonomik krizden en fazla etkilenen ülkelerde daha fazla bir yükseliş gösterse de, krizden ve olumsuz sonuçlarından pek etkilenmeyen, çok düşük işsizlik oranına ve pozitif makro ekonomik koşullara sahip olan Avusturya ve İsviçre gibi ülkelerde de yükselme eğilimini devam ettirdi. Ayrıca, radikal sağın yükselişi gerçekten ekonomik kriz tarafından tetikleniyorsa, neden hepsi de ekonomik krizden büyük ölçüde etkilenen İrlanda, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerde başarılı bir radikal sağ akım bulunmuyor? Bununla beraber, neden İtalya’daki Kuzey Ligi (LN), İngiliz Ulusal Partisi (BNP), Belçika’daki Vlaams Belang (VB) veya seçmeni olmayan İngiliz Savunma Ligi (EDL) seçimlerde oy kaybetti veya tamamen çöktüler?
Bu örnekler ekonomik krizin radikal sağın seçim başarısının altında yatan tek neden olduğu tezini çürütüyor. Aksine, Avrupa’daki radikal sağ başkaldırısının kökeni, ülkelerindeki ekonomik değişim sonucunda kendini göz ardı edilmiş hisseden, politik görüşmelerde gündeme gelmeyen ve uluslarına ve ulusal kimliklerine karşı tehlikelere aşırı duyarlı olan sosyal gruplara dayanıyor.
Özet olarak, Avrupa’daki radikal sağ, 1980 ve 1990’larda bazı yorumcuların tahmin ettiğinden çok daha dirençli bir güç ve kendinden söz ettirmeye devam edecek gibi de görünüyor. Aslında radikal sağ asıl gücünü Avrupa’daki seçimlerden ziyade Macaristan ve İsveç’teki gibi ulusal seçimlerden elde edecektir. Daha önceki seçimlerde Jobbik, 2010 yılında, toplam seçmenin yüzde 16’sına denk gelen 800.000 oy alarak ilk defa Macar Parlamentosuna girmişti. Bundan sonra Jobbik, ana seçmen kitlesi ile yüzde 13 ortalamasını devam ettirdi ve paramiliter gruplarla bağlantılı olan bu akımın Macar siyasi arenasında sesini daha güçlü duyurmaması için önünde hiç bir engel yok. Eylül’deki Genel Seçimlerde İsveç’te, neo-Nazi köklerine sahip İsveç Demokratları’nın 2010’da yüzde 5,7 oyla tarihte ilk defa 20 sandalye ile parlamentoya girerek kazandıkları zaferi tekrar edip edemeyeceklerine tanıklık edeceğiz. Kamuoyu yoklamalarına göre yüzde 10 oy alacakları, 30 sandalye kazanacakları öngörülüyor.
Bu tarz seçimler, radikal sağın gündemde kalacağını gösteriyor. Her şeye rağmen, bazı akımların bir sonraki sene gülen taraf olacağını ve bazılarının da ekonomik krize rağmen kıyıda köşede kalacağının farkına varmak gerekir. Son yıllar bize Avrupa’daki radikal sağ hakkında bir şey öğrettiyse, o da ekonomik krizin bazı partilere bazı zamanlarda yardım etse bile, neden radikal sağ partilerin bazılarının popülerleşip bazılarının da kıyıda köşede kaldığını tam olarak açıklayamayacağıdır.