'Vatan Nedir?'

Kökler ve Evler: Akademik Bir Göçebenin Hikayesi

Ev nedir? Mekan mıdır yoksa kişi mi? Vatan Nedir serisinin bu yazısında, Gülay Türkmen akademik göçebelik ve "ev" kavramına dair hislerini anlatıyor.

Görsel: Lisal1983/Shutterstock

“Kalbin neredeyse evin de oradadır” diye eski bir söz var. On beş yıl önce “ev”ini terk edip kalbini o zamandan beri dört farklı ülkeye taşımış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki bu yanlış bir önerme. Bir “yer” değil ev; daha ziyade insana aidiyet hissettiren bir “nesne”, kök salmasına yardımcı olan bir “kişi”. Peki ya kök salmanıza izin verilmezse? Ya akademik bir göçebe olarak, her birkaç yılda bir köklerinizi sökmek, sıfırdan inşa etmeye çabaladığınız “ev”i yıkmak, yol boyunca size yardımcı olan şeyleri ve kişileri geride bırakmak zorunda kalırsanız ne olur? “Ev”den geriye elinizde ne kalır o zaman?

Geçenlerde 7 yaşındaki oğlum “tüm akrabalarımız Türkiye’deyken biz neden Almanya’da yaşıyoruz?” diye sordu. Şaşırdım. Sıklıkla kendime sorduğum o soruyu bu defa oğlum bana yöneltmişti, hem de hiç beklemediğim bir anda. Arkadaşlarımızla öğle vakti bir kafede oturuyorduk. “Ev” veya yaşam tercihleri hakkında felsefi düşüncelere dalmak için uygun bir ortam değildi. Dolan gözlerimi kaçırarak, “Türkiye’deki siyasi ve ekonomik durum” hakkında bir şeyler mırıldandım. “Hiç geri dönecek miyiz peki?” diye sordu. “Belki ileride, eğer durum daha iyiye giderse,” dedim.

Hollanda’da doğmuş, Almanya’da büyümüştü ve hiç yaşamadığı bir ülkede neden yaşamadığımızı sorguluyordu. Sadece tatillerde gördüğü bir ülke. Toplamda yılda iki aydan fazla zaman geçirmediği bir ülke. Çok sevdiği dayısına, halasına, kuzenlerine, anneannesine, babaannesine ve dedelerine “ev” olan, ancak ona olmayan bir ülke (yoksa yanılıyor muyum?). Şu anki durumumuzu sorgulamasının esas sebebinin Almanya’daki (yine akademi kaynaklı) en son taşınmamız olduğunu biliyordum. Yine de oğlum için “ev”in neresi olduğunu merak etmekten alıkoyamadım kendimi. Neredeyse tüm hayatını geçirdiği Almanya mı? Doğduğu Hollanda mı? Yoksa tatillerini geçirdiği ve sevdikleriyle buluştuğu Türkiye mi? “Ev” kimdi onun için? Ebeveynleri mi? Arkadaşları mı? Akrabaları mı? “Ev” neydi? Oyuncakları mı? Kitapları mı? Anadili Türkçesi mi, yoksa akıcı bir biçimde konuştuğu Almancası mı?

Yıllardır göç ve aidiyet üzerine araştırmalar yapıyorum. Sığınmacılarla, gönüllü göçmenlerle ve ülkelerine geri dönenlerle derinlemesine görüşmeler yaptım. Oğlumun bana sorduğu bu soruyu araştırmalarım çerçevesinde pek çok insana sordum. Birçok farklı cevap aldım. Ev kavramının çoklu anlamları, ev kurmak için gereken çok katmanlı çaba, göçmenlerin şimdiki ve geçmiş evleriyle ilgili hissettikleri umut, hayal kırıklığı, memnuniyet ya da hoşnutsuzluk üzerine çok düşündüm. “Ev”in kültürel ve yapısal bileşenleri ve aidiyet üzerine makaleler yazdım. Ancak, yine de oğlumun sorusunu kapsamlı bir şekilde cevaplayamıyordum. “Bunun sebebi yeteneksiz bir araştırmacı olmam değil, konunun karmaşıklığı” diyerek kendimi rahatlatmaya çalıştım.

Kökleri Olmayan Bir Ev Mümkün mü?

Konu gerçekten de karmaşık. Göçebelik başlangıçta insana heyecan veriyor, hatta ayrıcalıklı bile hissettiriyor; farklı ülkelere taşınmak, farklı insanlarla tanışmak, farklı kültürleri tanıma imkanına sahip olmak… Bütün bunlar o kadar parlak ve aydınlık görünüyor ki… Ta ki ışıltısını yitirene dek. Belli bir süre sonra, insan istikrara ve köklerine özlem duymaya başlıyor; insanı ayakta tutan ve “ev” hissiyle donatan kökler… Ancak, maddi güvencesizlik, kısa vadeli iş kontratları ve akademik piyasanın üzerine inşa edildiği sömürü, bırakın kök salmayı, insanın kısa vadeli plan yapmasına dahi olanak tanımıyor. Geçenlerde, geçici akademik pozisyonlar sebebiyle Amerika Birleşik Devletleri’ni bir uçtan öbür uca dolaşmak zorunda kalan bir akademisyenle tanıştım. Şakayla karışık, akademik kariyeri uğruna feda etmek zorunda kaldığı şeyler için bir sunak inşa etmeyi planladığını söyledi: aile üyeleri, yakın arkadaşlar, sevilen şehirler ve mekanlar, kısa kesilmek zorunda kalan romantik ilişkiler, hiç başlayamayanlar… Dünyanın dört bir yanındaki akademisyenlerin farklı sunaklarının tüyler ürperten benzerliğini düşündüm bir an: uluslarötesi akademik fedakârlıklar sunağı…

Bütün bunlara, dönülecek bir “ev”in olmayışının verdiği yası, kişinin “ev”indeki ekonomik ve siyasi çalkantıları, memleketindeki akademik özgürlüğün yavaş ama emin adımlarla yok edilmesini ve bunun kişiyi akademik olarak da evsiz bırakışını da ekleyin. O zaman insan ister istemez şunu soruyor: Kökleri olmayan bir “ev” mümkün mü?

Ortanca en sevdiğim çiçeklerden biri, özellikle de bana Türkiye’deki bahar aylarını hatırlattığı için. Mart 2022’de, 2007 yılında İstanbul’dan ayrılışımızdan bu yana taşındığımız yedinci şehirdeki evimizin balkonu için üç ortanca aldık. İki tanesi hemen öldü. Soğuk havaya uyum sağlayamadılar. Üçüncüsü mucizevi bir şekilde hayatta kaldı ve hâlâ çiçek açıyor. Hiç bitmeyen bu akademik yolculuğumuzda kendimizi yeniden “ev”de hissedebileceğimize dair tüm umudumu kaybettiğimde, o ortancaya bakıyorum ve her şeye rağmen kök salınabileceğini kendime hatırlatıyorum. O da yetmezse, oğlumun bir klibi izlerken söylediği şeyi düşünüyorum: “Bak anne, uçan bir ev, bizimki gibi!” Belki de kökleri olmayan bir “ev” her şeye rağmen mümkündür.

*Bu yazının İngilizce orijinali 2022 yılında Medium.com’da “Home without Roots? On Being an Academic Nomad” adıyla yayımlanmıştır.

Gülay Türkmen

Gülay Türkmen, yüksek lisans ve doktora derecelerini Yale Üniversitesi’nden almış bir sosyologdur. On beş yılı aşkın süredir Orta Doğu ve Avrupa’da din, etnik köken, göç ve çeşitlilik üzerine araştırmalar yürütmektedir. ABD, Avusturya ve Almanya’da akademik çalışmalarını yürütmüş olan yazar güncel olarak WZB Berlin Sociale Sciences Center’da araştırmalarına devam etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler