Pakistan Müslümanları: İslami Kimlikte Teselli Aramak
Pakistan’daki ortalama bir Müslüman ailenin İslami kimliğini ne belirler? İslam dünyasındaki gelişmeler Pakistan Müslümanlarını nasıl etkiler?
Pakistan modern dünyada İslam adına kurulmuş tek devlettir ve 1947’de Hint altkıtasından Müslümanların siyasi mücadelesinin bir sonucu olarak kurulmuştur. İngilizler, İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde, sömürgeci hâkimiyetlerini sona erdirmeye hazırlanırken Müslümanlar, Hintli Müslümanlar için ayrı bir devlet yaratmak üzere Hindistan’ın parçalanmasını talep ettiler. Hindistan’daki Müslümanların çoğunluğu, içinde dinlerini özgürce yaşayabilecekleri ayrı bir ülke fikrini oldukça çekici buluyordu. Hinduların çoğunluğu oluşturacağı bir birleşik Hindistan’da yaşama fikri hususunda kaygılıydılar. Nitekim Pakistan hareketinin alamet-i farikası, “Pakistan nedir? Allah’tan başka ilah yoktur.” anlamına gelen “Pakistan ka matlab kiya, La ilaha illallah” Urduca sloganıydı.
Pakistan, Müslümanların ülkesi olarak kurulduğundan beri İslam, Pakistan milliyetinin üzerine inşa edileceği en bariz temel oldu, çünkü Pakistan’da yaşayan çeşitli etnisitelerin millet diye adlandırılabilecek bir kültür ortaklığı bulunmuyordu. Pakistan, dil ve diğer kültürel ifade biçimlerinde, birbirinden oldukça farklılaşan muhtelif uyruklardan oluşuyordu. Bu farklı etnisiteleri birbirine yaklaştıran tek şey ortak dinleri, yani İslam’dı. Bu anlamda, Pakistan, bir ulus-devlet olmaktan çok ideolojik bir devlettir, “Pakistanlı” diye bir etnisite yoktur. Hatta “Pakistan” kelimesi “saflığın ülkesi” anlamına gelir ve herhangi bir etnik-millî anlamı bulunmamaktadır. Pakistanlıları bir millet yapan olgu, dinleri İslam’dır.
Pakistan tarihinin ilk yıllarında siyasi elitler içerisindeki bazı kesimler, Pakistan’a laik bir yönetim şeklini getirmek için girişimlerde bulundu. Sonunda bu girişimlerin, İslam retoriği kullanılarak kurulmuş bir devletin ülküsüne zararlı olduğu ortaya çıkmıştır. İslam olmaksızın, radikal olarak birbirinden farklı kültür topluluklarıyla bir milleti kurmak ve tahkim etmek neredeyse imkânsızdı. 1971 yılında, Pakistan’ın doğusu, bağımsız Bangladeş’i kurmak için ayrıldı. Bangladeş’in bağımsızlık hareketinin önderliğini yapan siyasi liderler, birleşik Pakistan’ın batı tarafındaki diğer etnik toplulukların gerçekleştirdiği gasp girişimlerine karşı Bengal ulusunun çıkarlarını korumak için mücadele verdiklerini söylüyorlardı. 1971 felaketi, Pakistan’da laik bir hükûmet şeklinin farklı cemaatler arasında etnik gerilimleri tetikleyebileceğini ve Pakistan’ın varlığına ciddi bir tehdit oluşturacağını kanıtladı. O yıl, güç sahiplerinin, muhtelif kültürel teşekkülleri harekete geçirmede İslam’ın önemini fark etmelerinin vaktiydi. İlerleyen yıllarda liderler ve diğer devlet dışı aktörler devlet ve toplumun İslami bir özellik taşıması gerektiği hususuna dikkat ettiler. Devlet mekanizması, yazılı ve dijital basın, eğitim kurumları ve dinî kurum ve kuruluşların birlikte yürüttükleri çabalarının sonucu olarak İslam, Pakistanlı Müslümanların bilincinde sağlam bir yere oturdu. İyi bir Pakistan vatandaşı fikri, genel anlamda iyi bir Müslüman fikrinden ayrı görülmüyordu. Böylelikle İslam, Pakistan milliyeti ve ideolojisinin temeli oldu. Hâlâ yürürlükte olan 1973 anayasasında Pakistan, ilk kez resmî olarak nitelendirilmiş olan “Pakistan İslam Cumhuriyeti” olarak adlandırılmıştır.
İslam’ı, Pakistan milliyetinin kaçınılmaz bir parçası yapan bir tür tarihsel deneyimle Pakistanlı Müslümanlar, tüm dünyada İslam ve Müslümanlara ilişkin sıradışı olaylar çağına tanıklık etmektedir. 1977’de Rusya’nın Afganistan’ı işgali ve özellikle sonrasındaki başarılı direniş, Pakistanlı Müslümanlar için merkezî bir noktadır. Çok sayıda genç savaşçı, Sovyet ordusuna karşı direniş hareketine katılmak üzere İslam dünyasının her tarafından gelmiştir. ABD ve bazı Müslüman ülkeler tarafından desteklenen Pakistan ile ülkenin istihbarat teşkilatı ve sivil dinî kuruluşları, Ruslara karşı taşeron savaşta, cephenin paydaşı olmuştur. Pakistan, direniş savaşçılarıyla silah ve fonlarının Afganistan’a intikal ettiği giriş kapısıydı. Pakistanlı Müslümanlar ülkelerini, Müslümanların çıkarlarının muhafızı olarak görmeye başlamışlardı. Onlara göre, Afgan direnişi, aslında, Rusların yaydığı komünist sisteme karşı bir birleşik İslami direnişti. Pakistan’daki çoğu kimse, İslam’ı tehdit eden şeytani bir sisteme karşı verilen savaşta, ülkelerinin lider rolü oynadığına inanıyordu. Bu algı, Pakistan’ın, başarılı bir şekilde nükleer silah üretmesi ve nükleer gücünü ilan eden ilk Müslüman ülke olmasıyla daha da güçlendi. “Pakistan İslam’ın kalesidir.” gibi ifadeler Pakistan’daki evlerde sıkça kullanılan ifadeler hâline geldi.
Pakistan ideolojisinin tarihsel evrimi ve İslam dünyasındaki son gelişmelerin Pakistan toplumu üzerinde ciddi bir etkisi olmuştur. İslam ve Müslümanların karşılaştığı zorluklar, Pakistanlı bireyleri kendi kimliklerini tanımlama ve koruma hususunda daha hassas yapıyor. Bununla beraber ortaya çıkan tepki tekdüze değil. Daha çok sayıda insan, öncekinden daha dindar olup ibadetleri daha çok ifa ediyor olsa da hâlâ İslam’a dair herhangi bir şeye artan derecede hoşnutsuzluk gösterenler de var. Bu her iki eğilim de Pakistan toplumunda rahatça gözlenebilmektedir.
Yukarıda serdedilen savları ortaya koymak üzere bir dostum ve ailesi iyi bir örnek. 22 yaşındaki Waqar Khan, Kuzey Pakistan’da Abbottabad şehri yakınlarındaki bir kenar mahallede yaşayan üç erkek ile altı kızı olan ailenin en küçük çocuğu. Hep beraber geniş aile şeklinde yaşıyorlar. Bu orta sınıf bir aile, Waqar’ın babası ve erkek kardeşleri, Abbottabad’ın işlek bir kasabasında, zirai ürünler dükkânı işletiyor. Waqar ise üniversitede elektronik mühendisliği öğrencisi.
Waqar yaklaşık beş sene önce İslami kimliğine ağırlık vermeye başladı. Geleneksel İslami kıyafetler giymeye ve sakal bırakmaya başlamıştı. Beş vakit namazını aksatmıyor, İslam ve Müslümanların durumuyla ilgili tartışmalara ilgi duyuyordu. Camilerdeki dinî toplantıların müdavimi oldu ve bizzat konferanslar veriyor. Waqar, ailesinden uzakta bir öğrenci yurdunda, üniversite öğrencisi olarak kaldığı sırada dönüşmeye başladı. Gözlemlerime göre, İslam’a dönen gençlerin çoğu, ailelerinden belli bir düzeyde bağımsızlıklarını elde ettiklerinde bunu gerçekleştirebiliyorlar. Bazılarına aileleri karşı çıkıyor. Bu süreç, gençlere mevcut yaşam tarzlarını değerlendirme ve sahip olmak istedikleri gelecek hakkında karar verme imkânı tanıyor. Genç nesil, gittikçe daha fazla İslam ve Müslümanlara göre kimliklerini tanımlama ihtiyacı hissediyor. İlginç olan, Pakistan’daki genç neslin iki karşıt uç arasında seçim yapma hususunda kararlı olduğunu gözlemlemek. Gençlerin çoğu daha dindar olurken diğerleri de dinî inanç ve fikirler konusunda aşırı eleştirel oluyor. Waqar’a bu konudaki fikrini sorduğumda bana tamamıyla katıldığını söyledi. Üniversitede camiye giden öğrenci sayısında beklenmedik bir artış olduğu ifade etti. Aynı zamanda, dinî ibadetlerini yerine getiren öğrencilere karşı nefretlerini alenen ifade eden birkaç öğrencinin de olduğunu söyledi. Kendisine karşı çıkan, yaşam biçimi ve inançlarına meydan okuyup eleştiren öğrencilerle yüzleşmek zorunda kaldığı olayları anlattı bana. Bu özel eğilim, Pakistan’daki tüm üniversitelerde gözlemlenebiliyor ve bunun Pakistan toplumunda gerilim yaratma potansiyeli bulunuyor.
Waqar’ın ağabeyleri Gulfaraz (40) ve Sheraz (35) ile tanıştım. Onlardan öğrendiğim, İslami kimlikleri konusunda her zaman bilinçli oldukları ancak son zamanlarda dinî vecibelerini daha fazla yerine getiriyor oldukları. Her ikisi de daha fazla insanın, özellikle gençlerin, İslam’ı daha yakından gözlemlediğini kabul ediyor. Ebeveynlerinin kendilerini Müslüman olarak yetiştirdiklerini ve İslam’ın öngördüğü şekilde bir ahlaki bakışa sahip olma konusunda hassas olduklarını söylüyorlar. Ancak ebeveynleri, günlük ibadetler ve diğer İslami vecibeler hususunda hiçbir zaman katı olmamıştı. Çocuklarını dinî inanç ve teamüller konusunda herhangi bir sistematik eğitime de tabi tutmamışlardı. Ne var ki, Gulfaraz ve Sheraz’ın kendi çocuklarının eğitimi ve davranışları hususunda çok daha ilgili oldukları görülüyor. Ayrıca, çocuklarının Waqar gibi, geleneksel İslami kıyafetler giymeye başlamalarından memnun olacaklarını ifade ediyorlar. İslam’ı yaşama konusunda, bundan on yıl evvel çocuklarına karşı tutumlarının aynı olup olmadığını merak ettim. Bu soruyu sorduğumda verdikleri cevap olumsuzdu. Her ikisi de din hakkındaki görüşlerinin son on yılda büyük bir dönüşüme uğradığını itiraf ediyordu.
Waqar ve ağabeyleri, bulundukları yerin yakınında yapılan dinî sohbetlere düzenli olarak gidiyor. Gulfaraz ve Sheraz, küçük kardeşlerinin camilerde ders verdiğini görmekten gurur duyuyorlar. Pakistan’daki son eğilimler gösteriyor ki çeşitli dinî hareket ve kuruluşların, medrese diye bilinen eğitim kurumlarının ve tasavvuf tarikatlarının kitlelerin dinî uyanışında esaslı bir rolü var. Waqar Nakşibendi tarikatına üye ve Pakistan’daki meşhur Nakşibendi şeyhi Maulana Zulfiqar Ahmed ve öğrencisi Maulana Kamaluddin Ahmed’in de öğrencisi. Waqar’ın etkisiyle, ağabeyleri de dinî toplantılarda yer alıyor ve tasavvufa ilgi duyuyorlar.
Waqar ve aile efradı, dinî vecibeleri hususunda daha dikkatli hâle gelirken Pakistan devletinin ve toplumunun İslami karakterini sürdürmesine olan ihtiyaç konusunda daha fazla ikna olmuşlar. Üç erkek kardeşin hepsi de Pakistan’ın İslami devlet ve yargı sisteminin olması gerektiği görüşündeydi. Dahası, Pakistan devletinin, dünya Müslümanlarının çıkarlarının muhafazasında daha aktif bir rol oynamasını istiyorlar. Pakistan’ın, İsrail’in son Gazze saldırısına karşı yumuşak kınamalarından memnun görünmüyorlar, devletin, Filistinli Müslümanlar konusunda daha aktif bir rol oynamasını istiyorlardı.
Waqar’ın yaşadığı civarda, benzer bir durumda olan aileler var. Semt camisinin düzenli müdavimleri arasında çok sayıda genç bulunuyor. Onların etkisiyle, aileleri de dinî fikirlere karşı daha anlayışlı oluyorlar. Ayrıca, ciddi oranda kız öğrenci medreselerde okuyor.
Waqar’ın ailesi Pakistanlı Müslümanların çoğunun yaşadığı genel dinî uyanış eğiliminin tipik bir örneği. Bununla birlikte, uyanış süreci her zaman sorunsuz olmuyor. Aşırı ideolojilere dönen ve kendi bakış açılarını kabul etmeyen herkese büsbütün hoşgörüsüzlük sergileyen insanlar da var. Pakistan’ın başı terörizmle belada; bunu uygulayanlar, İslam’a uyduklarını ve dinlerine hizmet ettiklerini iddia ederek eylemlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bu, Müslümanların zihinlerinde çelişki yaratıyor ve bazılarına İslam’dan uzaklaşmaları için gerekçe sunuyor. Pakistan’daki dinî uyanış, aynı zamanda İslam içerisindeki mezhepsel farklılıklar hususunda insanları daha da farkında hâle getiriyor. Bu da toplumda gerilime sebep olabiliyor.
Pakistan, terörizm ve toplumsal gerilim açısından bir kriz döneminden geçiyor olsa da her kriz aynı zamanda bir fırsat barındırır. Bu tür durumlar insan zihnini, kendi durumunu iyileştirmenin yolları üzerinde düşünmeye ve tartışmaya iter. Waqar gibi modern eğitim almış, aynı zamanda dinî cemaatle bağlantısı olan eğitimli insanlara umudumuzu bağlayabiliriz. Böyle kimseler toplumdaki gerilimi yatıştırmada önemli bir rol oynayabilir ve Müslümanların karşılaştığı zorlukları aşmanın yollarını gösterebilirler.
Fotoğraf: ©flickr.com/Samenwerkende Hulporganisaties