“İnsan Hakları ve Evrensel Değerler, Bir Ülkenin Sınırlarına Hapsedilemez!”
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar (YTB) Başkanı Doç. Dr. Kudret Bülbül ile Türkiye’nin diaspora politikalarına yönelik eleştirileri ve yapılan çalışmaların ayrıntılarını konuştuk. Kurumun çok yeni olduğunu ve çalışmaların özellikle yurt dışında aktif yurttaşlığın desteklenmesi çerçevesinde yürütüldüğünü ifade eden Bülbül, Türk diaspora politikasına yönelik eleştirilerin anlamsız ve haksız olduğunu vurguladı.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) diaspora politikasında ne tarz bir belirleyiciliği var?
Öncelikle YTB sadece bir diaspora başkanlığı değil; bu çalışmalarımızın sadece bir boyutunu oluşturuyor. Yurt dışındaki vatandaşlarımız yanında ikinci alanımız soydaş ve akraba topluluklarımız. Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Afrika’da, Türkiye’nin tarihî ve kültürel ilişkilerini geliştirmek amacındayız. Bu coğrafyalarda birkaç yüz milyon insana hitap eden bir alanımız var. Üçüncü çalışma alanımız da uluslararası öğrenciler; her yıl, binlerce öğrencinin Türkiye’de eğitim almasını destekliyoruz. Hâlihazırda, yaklaşık 152 ülkeden 15.000 öğrencimiz var. Bu yıl hükûmetin bize verdiği 4.000 kontenjan vardı. Bu kontenjan için, 186 ülkeden 82.000 başvuru aldık. Türkiye bu anlamda ciddi bir eğitim üssü hâline geliyor.
Diaspora boyutuna gelirsek; Türkiye uzun zaman soydaş ve akraba topluluklarıyla ilişkisini kesmişti. İnsanımızın bulunduğu ülkelerin kısmen yanlış politikaları da eklenince kimsesiz milyonlarca insanımız söz konusuydu. YTB, 4 yıl önce, yurt dışındaki vatandaşlarımızın dertleri ile dertlenmek ve onları bulundukları ülkede aktif birer yurttaş yapmak amacıyla kuruldu. Dönem dönem Avrupalı dostlarımız Türk diasporasına yönelik çalışmaların içişlerine müdahale olarak algılandığını düşünüyorlar. Bu çok yersiz bir endişe. Çünkü esas itibariyle oradaki vatandaşlarımızı aktif birer yurttaş olmaları noktasında desteklediğimizde biz onların yükünü hafifletiyoruz. Bizim 50 yıllık ihmalkârlığımızla, ilgili ülkelerin eksik, kısmen yanlış politikalarıyla oradaki vatandaşlarımız büyük bir dışlanmışlık hissine sahipler. Dışlandığını düşünen insanlar doğal olarak ne kendilerine, ne topluma, ne de çevrelerine katkıda bulunabilirler. Aslında biz bu uğraşımızla insanlarımızın bulundukları topluma daha fazla katkıda bulunmalarına zemin hazırlamış oluyoruz.
Diaspora politikası anlamında YTB’den önceki durum nasıldı?
Daha önce de değişik kurum ve kuruluşların yaptığı çalışmalar vardı, ama Türkiye son onbeş yıldır ciddi bir değişim geçiriyor. Daha önce toplum ile devlet arasında ciddi bir kopuş vardı. Oysa son gelişmelerle yeni Türkiye, tarihiyle, toplumuyla, coğrafyasıyla barışık bir Türkiye. Öncesinde tarihinin bir dönemini reddeden bir Türkiye vardı. Türkiye’yi 1920’lerde başlatan bir yaklaşım vardı. Bütün komşularımızla sorunlarımız vardı. Böyle bir Türkiye kendi sorunlarıyla boğuştuğu için yurt dışındaki insanlarıyla ilgilenme potansiyeline sahip değildi.
Türkiye’nin diaspora politikası, Avrupa’daki karar alıcılar tarafından eleştiriliyor ve Türkiye’nin kendi diasporasını mobilize ettiği iddia ediliyor. Türk diaspora politikasının temel kabulleri nelerdir?
Bu endişeleri yersiz buluyorum. Türkiye’de de AB politikaları konusunda endişe taşıyan insanlar var. Alman vakıflarının yaptıklarına dair endişelere sahip olanlar var. Ben bu konuya şöyle bakıyorum: İnsan hakları, evrensel değerler, temel ilkeler ülke sınırlarına hapsedilemeyecek değerlerdir. Biz nasıl Türkiye’de insan haklarıyla ilgili yüksek standartlar oluşturmak ve bunların takipçisi olmak istiyorsak aynı şeyin, dünyanın başka bir yerinde yaşayan insanlarımız için de uygulanmasını istiyoruz. Bu anlamda AB ülkelerinin Türkiye’ye yönelik olumlu eleştirileriyle bizim Avrupa’dan beklentilerimiz arasında bir farklılık yok. Nasıl Türkiye’de insan hakları konusunda, aktif yurttaşlık konusunda katkı verici politikalar üretiliyor, AB fonları bu iş için kullanılıyorsa, benzer şekilde bizim de Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız orada aktif yurttaş olarak var olmalı ve biz de bu tür çalışmaları arttırmalıyız.
Bizim Türkiye’ye yönelik önceliklerimiz neyse, diaspora politikasındaki önceliklerimiz de odur; isteğimiz farklılıklarıyla barışık, çoğulcu bir Türkiye. Biz büyük bir göç medeniyetinin çocuklarıyız. Horosan’dan, Türkmenistan’a sürekli farklı kültürlerle, kimliklerle karşılaşmışız. Anadolu’da, Balkanlar’da farkı kültürlerle, aidiyetlerle karşılaşmışız. Bu yürüyüş 50 yıl önce Avrupa’ya misafir işçi olarak gönderdiğimiz insanlarımızla devam ediyor. Bugün dünyanın değişik yerlerinde en fazla ihtiyaç duyulan şey farklı kültürlerin birbirini dışlamadan varlığını sürdürebilmesidir. Biz Türkiye’de bu anlayışın neresindeyiz diye sorarsanız, haklı bir eleştiri yapmış olursunuz. Ama aynı perspektiften Avrupa ülkelerinin de alacağı eleştiri var. Dolayısıyla bizim, bütün farklılıkların bir arada yaşayabildiği ve aktif yurttaş olarak topluma çok yönlü katkı sağlayabildiği bir diaspora ya da vatandaş perspektifimiz var. Bu, ülkelere göre farklılık göstermiyor.
Biz Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın yaşadığı ülkelerin dilini, kurallarını, değerlerini çok iyi bilmesini istiyoruz. Bununla birlikte, insanlarımızın kendi kimliklerini, kültürlerini, değerlerini, aidiyetlerini korumalarını da arzu ediyoruz. Esas itibariyle oradaki insanlarımızın, kendi kimliklerini koruyarak dışlanmamalarından en fazla katkı görecek olan ilgili ülkelerdir.
“Müslüman”, “Türk”, “Türkiye kökenli” ya da “Türkiyeli”… Türkiye, kendi diasporasını nasıl tanımlıyor?
Avrupa’daki insanlarımızın durumunu tartışırken, Türkiye’de de çok farklı konuları tartışmıyoruz. Türkiye’de vatandaşı nasıl tanımlamak gerekir konulu tartışmalarda gelinen nokta, “Türkiye vatandaşı”dır. Avrupa’da yaşayan insanlarımızın bazıları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil. Bazıları Müslüman, bazıları değil. Bazıları Türk, bazıları değil… Türkiye’de de Yahudiler, Hristiyanlar, Kürtler, Aleviler var. Bunlar kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa, Türkiye ile ne şekilde bir ilişki kuruyorlarsa, bu ilişkilerin hepsi bizim için saygındır. Bizim bir kimlik tanımlayarak onları öyle görmek isteme gibi bir düşüncemiz yok. Türkiye toplumu tek unsurlu bir toplum değildir, devletin de bunlarla barışık olması gerekir. Aynı yaklaşımı Avrupa’ya da sergiliyoruz. Oradaki insanımız Türkiye ile ne tür bir ilişki kurmak istiyorsa, kendisini nasıl tanımlıyorsa, bizim için bütün bu tanımlamalar makbuldür.
Peki Türk diaspora politikasının muhafazakâr bir sosyal ahlak barındırdığı, diasporasını belli bir kimlik içerisinde görmek arzusunu taşıdığı iddialarına ne cevap verirsiniz?
Bu eleştiriler yersiz. Tersinden düşünelim, AB Türkiye’de projeleri destekliyor, Almanya’nın çeşitli sivil toplum örgütleri Türkiye’de çalışmalar yapıyor. Bu oluşumlar demokrasiyi, sivil toplumu güçlendirme açısından kendilerince bir ihtiyaç görüyor ve çaba gösteriyor. Biz de yıllarca ihmal ettiğimiz insanlarımız bulundukları toplumda daha aktif olsunlar, hukuki sorunlarını daha iyi halledebilsinler, dillerini, kimliklerini daha iyi koruyabilsinler diye çalışmalar yapıyoruz. Saydığım bu noktalar garanti altına alınmış olsaydı herhâlde bize çok daha az iş düşecekti.
Ben kuşkucu yaklaşımları çok makul bulmuyorum. Türkiye’nin Avrupa’da şu ana kadar yaptığı çok fazla faaliyet yok. Başka ülkelerin çalışmaları incelendiğinde Türkiye’nin böyle bir endişeyi taşıma hakkına daha fazla sahip olduğu görülür. Ama burada doğru yaklaşım çoğulculuk, demokrasi, insan hakları, aktif yurttaşlık gibi çalışmaları desteklemektir. Biz Avrupa ülkelerinin Türkiye’de yaptığı çalışmalara destek veriyoruz. Aynı şeyi Türkiye’nin Almanya’da ya da Hollanda’da yapmasından rahatsızlık duyulması anlaşılır değil.
Avrupa insanlığa pozitif katkı yapan değerlerin neşet ettiği bir coğrafya. Ama Avrupa’nın genetiğinde dünyaya iki savaş hediye eden negatif bir perspektif de var. Avrupa bütün bunları aştığı oranda hem kendisine hem de dünyaya katkı sağlar. Avrupa yakın dönemde artan ırkçılıkla karşı karşıya. Eğer ayrımcılık, İslamofobi ve dışlama politikaları öne çıkarsa elbette bundan oradaki vatandaşlarımız ve Avrupa’nın kendisi zarar görür. Dolayısıyla Avrupa’da yükselen dışlayıcı yaklaşıma öncelikle Avrupa’nın kendisinin tepki göstermesi gerekir. Avrupa’da bu alanda sağduyulu dostlarımız var. Umarız Avrupa’daki geçmiş dönemdeki olumsuz unsurlar değil, insanlığa katkı veren, pozitif unsurlar galip gelir.
Örneğin Avrupa’daki cami saldırıları ciddi bir sorun. Son on yılda Almanya’da 220 camiye saldırı yapıldı. Bir camiye niye saldırılır, bunu gerçekten idrak edemiyorum. Türkiye’de bir sinogoga, bir kiliseye böyle bir şey yapılsa hep birlikte ayağa kalkarız. Bu tür uygulamalar elbette küçük, fanatik unsurların işidir, bundan dolayı bütün bir Alman toplumuna sorumluluk yüklenemez. Ama oradaki insanlarımız Alman karar vericilerini bu tür olaylarda yanlarında göremezlerse, işte o zaman dışlandıklarını hissederler. Avrupa’daki sağduyulu kesimle birlikte, her türlü ayrımcılığa karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Aslında bu anlamda, YTB olarak bizim perspektifimiz ile Avrupa’nın sağduyulu yöneticilerinin perspektifi arasında bir farklılık yok. Avrupalı dostlarımızın Türkiye’deki insan hakları ya da dinî özgürlükler konusunda gerekli eleştirileri yapmaları konusunda ben rahatsız değilim. Çünkü insan hakları bir ülkenin iç işleri olarak görülemez. Biz bu konuda nasıl Avrupalı dostlarımızın eleştirilerinden rahatsız olmuyorsak, o ülkelerin de cami yangınları, dışlama veya İslamofobik yaklaşımlar gibi insanlık dışı uygulamalara bizden önce müdahale etmeleri gerekir.
Türk diaspora politikası ile ilgili birden fazla kurum söz konusu: Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet, Dışişleri Bakanlığı ve YTB… Bu yapının kompleksliğinin diaspora politikasını hareket edemez bir hâle getirdiğini düşünüyor musunuz?
Doğrusu şu an için bir kargaşa söz konusu değil. Haklısınız, birden fazla kurum var, belki kesişmeler olabilir, ama yurt dışındaki insanlarımıza yönelik yapılacak o kadar çok iş var ki… Bu alanda yüz yılı aşan bir süre kendi hâline bırakılmışlık var, bütün bunları kapatmaya yönelik kurumların da birbiriyle kesişen çalışmaları var. Bunların zamanla derleneceğini düşünüyorum.
Son olarak, yurt dışında kültürel kimliklerini kaybetme endişesi taşıyan Türkiye kökenlilere ne söylemek istersiniz?
Biz istiyoruz ki vatandaşlarımız gerek Türkiye’deki seçimlerde, gerek bulundukları ülkelerdeki seçimlerde oy kullansınlar. Çünkü siyasi katılım konusunda bir aktivasyon söz konusu değilse, diğer katılım türlerinde de bir ilerleme sağlamak zordur.
Vatandaşlarımız bulundukları ülkelerin ve AB’nin temel değerlerini alan aktif birer yurttaş olsunlar. Bunun için bulundukları ülkelerin dillerini öğrensinler. Aynı zamanda kendi dillerini de unutmayarak çok dilli birer Avrupa vatandaşı olsunlar. Kendi kimlik ve kültürleriyle, değerleriyle bulundukları toplum içerisinde var olmak istiyorlarsa, herkese buna saygı duymak düşer. Farklı kimlik ve kültürlerin rahatlıkla ifade edilebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Kimliğini ifade etme konusunda sıkıntıya düşen, sahip olduğu değerleri bastırılan kişi, ne kendisine ne de içinde yaşadığı topluma katkı sağlayabilir. Yurt dışındaki insanlarımız bu doğrultuda her çalışmayı yapabilirler. Biz de kurum olarak bu tür çalışmalarda yurt dışındaki insanlarımızın daima yanındayız.
Vatandaşlarımızın kimlik ve aidiyetlerini önemsiyoruz. Bu empoze şeklinde gerçekleşmiyor elbette, biz sadece kültürel kimliklerini muhafaza konusunda çaba sarfeden insanlarımıza destek sunuyoruz.
Elif Zehra Kandemir sordu