'İngiltere'de İslam'

Birleşik Krallık Seçimleri: “Önümüzdeki 5 Yıl, Müslümanlar İçin Zor Olacak.”

Birleşik Krallık’ta 7 Mayıs 2015’te gerçekleştirilen seçimlerde David Cameron önderliğindeki Muhafazakâr Parti seçimleri kazandı. Partinin daha önceki icraatleri göz önüne alındığında bu durum, önümüzdeki beş yılın Müslümanlar için zor geçeceğinin de habercisi.

Birleşik Krallık nüfusunun yüzde 4.8’ini oluşturan Britanyalı Müslümanlar Hristiyanlardan sonra ikinci büyük inanç grubu. Ne var ki 2010 Genel Seçimlerinin ardından İngiliz Etnik Azınlık Seçim Çalışmaları istatistiklerine göre, diğer azınlık gruplarıyla karşılaştırıldığında Müslümanlar daha az katılım oranına sahip. Ipsos MORI tarafından Seçim Komisyonu için yürütülen bir çalışmaya göre Müslümanların yüzde 53’ü 2010 seçimlerinde oy kullanmadı. Bu oran diğer dinî gruplar arasında en yüksek oran.

Buna rağmen, 2010 seçimlerinde ilk kez oy kullananlar, diğer dinî gruplarla karşılaştırıldığında en fazla Britanyalı Müslümanlar. Bu durum da Müslümanların Birleşik Krallık’ta siyasi olarak daha aktif hâle gelmeye başladıklarını göstermektedir. Birleşik Krallık’ta Müslüman cemaatin sayısı sürekli bir şekilde arttı. Siyasete olan ilgileri ise oldukça yavaş gelişmekte; yani Müslümanlar kendilerini hayatın her alanında etkileyen karar alma mekanizmasından uzak durmaya devam ediyorlar.

Birleşik Krallık’taki Müslümanlar farklı sivil toplum örgütleri, Müslüman dernekleri, aktivistler ve imamlar tarafından şimdiye dek görülmemiş bir kampanya atmosferinde 2015 seçimlerinde oy kullanmaları için teşvik edildi. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yalnızca Müslümanlar değil, herkes için yararlı olacak ve toplumların refahını sağlayacak partilere oy vermeleri ısrarla istendi.

Örnek vermek gerekirse kendine bağlı 500’den fazla ulusal, bölgesel ve yerel derneği, camisi, hayır kurumu, okulu bulunan ve Müslüman grupların bir çatı kuruluşu niteliğindeki Britanya Müslüman Konseyi (İng. “Muslim Council of Britain”) ülke genelinde Müslümanları oy kullanmaları için teşvik edebilmek amacıyla Seçim Komisyonu ile birlikte çalıştı. Konsey 2015 Genel Seçimleri öncesinde Britanyalı Müslümanları ilgilendiren konular bazında hâkim görüş olan “İltimas Değil, Adalet” başlıklı bir belge yayımladı.

Seçmen kaydı ve siyasi katılımı teşvik amacıyla “Senin Seçimin” (İng. “YouElect”) adında, kâr amacı gütmeyen bağımsız bir Britanyalı Müslümanlar halk inisiyatifi kuruldu. “MEND” (Müslüman Katılım ve Kalkınma) adlı başka bir lobi ise aynı şekilde yerel toplumlar içindeki Britanyalı Müslümanları Britanya medyasında ve siyasetinde daha aktif rol almaları için teşvik etti ve seçimler öncesinde bu amaca yönelik benzer kampanyalar düzenledi.

Birçok aktivist ve organizasyon Britanyalı Müslümanların siyasi katılımları ve seçim süreçlerinde oynadıkları aktif rolle büyük ve olumlu bir etki oluşturabileceğinin farkında. Müslümanların yerel nüfusun yüzde 15 ila yüzde 50’si arası bir oranı oluşturduğu seçim mahallerinde yüksek bir etkileri var. Bununla birlikte birçok büyük çaplı seçim bölgesinde oldukça kalabalık Müslüman nüfusu olduğundan Müslümanların ülkelerinin geleceği adına bir fark yaratma fırsatları da var. Zira Britanyalı Müslümanlar diğer inanç grupları arasında en genç yaş profiline sahip. 24 yaş ve altındaki Müslümanların oranı Müslüman nüfusu içerisinde yüzde 48’e tekabül etmektedir. Nitekim İngiltere ve Galler’deki yeni doğmuş her on bebekten birinin Müslüman bir ailede doğduğu tahmin edilmektedir.

Birleşik Krallık Seçim Araştırmaları’na göre, Genel Seçimlerde Müslümanların dörtte üçü İşçi Partisi’ne oy vermeyi düşünürken; İslam-karşıtı olarak kabul edilen politikaları nedeniyle muhafazakârlara oy vermeyi düşünenlerin oranı yalnızca yüzde 14.9 idi. Seçimlere günler kala “İslamofobiyi yasaklama” sözü veren, ancak seçimlerden sonra istifa eden İşçi Partisi Lideri Ed Miliband’ın bu vaadi Müslümanlara hitap eden bir yaklaşım olmuştur. Buna rağmen İslamofobiyi yasaklama sözü Britanya Müslümanları arasında hem ümit hem de şüphe uyandırmıştır. Zira İşçi Partisi bir milyondan fazla Müslüman’ın ölümüne sebep olan haksız Irak Savaşı’nın taraflarından biriydi. Bununla birlikte birçok Müslüman İslamofobi’ye karşı duruşları, göçmen yanlısı politikaları ve Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) Hareketi’ni destekleyerek İsrail’i boykot eden tek parti olmaları hasebiyle Yeşiller Partisi’ne oy verdi.

Birleşik Krallık’ta ikamet eden Müslümanlar ülkede giderek artan İslam karşıtlığına maruzlar. Son beş yıldır sürdürülen araştırmalar (BBC, Guardian vb.) Britanyalı Müslümanların doğuştan İngiliz vatandaşlarına göre İngiltere’ye daha sadık olduklarını ortaya koyuyor. Buna rağmen, Müslümanların İngiltere’ye bağlılıklarını ve ülke içi ya da ülke dışındaki İslam adına yapılan saldırıları kınadıklarını sürekli kanıtlamaları gerektiğini ima eden olumsuz medya ilgisi de Müslümanların karşı karşıya kaldığı ciddi sorunlardan biri. İstatistiklere göre İslam karşıtı olaylarda saldırıya uğrayanların çoğu kadınlar.

Ne yazık ki bu suçları izleyen birimlerin belirttiklerine göre bu tarz nefret suçları, ciddiye alınmayacakları korkusuyla polise bildirmek istemeyen Müslümanlar tarafından çoğunlukla yetkililere bildirilmiyor.

İngiliz basınında da belirtildiği gibi seçim kampanyalarında Müslüman oylarını dikkate almayan ve 2015 yılına kadar Birleşik Krallığı yönetmiş olan Muhafazakâr Parti, parti manifestosunda Müslümanlara karşı işlenen bu nefret suçlarından bahsetmemiş; nefret suçları mevzuatını gözden geçirme çalışmalarında ise İslamofobi’nin lafını dahi etmemiştir. Şimdi seçimleri Muhafazakâr Parti kazandığına göre, Müslümanlar birçok hususta olumsuz etkilenmeye devam edecek gibi duruyor.

Muhafazakâr koalisyon yönetiminde geçen beş yıllık süre içinde İslamofobi Müslüman çocuklara da erişti. Zira Öğretmenler Birliği ve mırkçılık karşıtı grupların kayıtlarına göre, İngiliz okullarında öğrenim gören 400.000 Müslüman öğrenci inançlarından dolayı giderek artan bir şekilde şiddete ve İslam karşıtı olaylara maruz kalıyor. Bayan Öğretmenler Okul Müdürleri Ulusal Birliği’nin (NASUWT) verilerine göre, Müslüman karşıtı fikirler okullarda “belirsizlik ve korku” atmosferi yaratıyor. Okullarda İslamofobiyi kışkırtan bir strateji izleyen muhafazakâr hükûmetin yönetiminde bu sorun azalacağa da benzemiyor. Nitekim Muhafazakâr Parti’nin yeniden atanan İçişleri Bakanı Theresa May bu yılın başlarında bir bildirge hazırladı. Bildirgede anaokulu öğretmenleri ve çocuk bakıcılarına seslenerek, “terörist” olma ya da “aşırıcı fikirler” taşıma riski olan çocukların yetkililere bildirilmesi isteniyordu. Rapor İçişleri Bakanı’nın önerisiyle, İşçi Partisi’nin “Prevent” adlı stratejisinin güncellenmiş ve değiştirilmiş versiyonu olan Terörle Mücadele ve Güvenlik Yasası ışığında gündeme gelmişti. Bu rapor yalnızca kökten dincileri hedeflememekte; İngiltere’nin Müslüman cemaatine suçlu muamelesi yapmakla birlikte dinî vecibelerini yerine getiren Müslümanları da hedef alan acımasız tedbirlerin yalnızca bir devamı olarak görülmektedir. Şunu da belirtmekte fayda var: İçlerinde İşçi Partisi’nin gölge birçok İşçi Partili politikacı, muhafazakârların bu politikalarına övgüde bile bulundu.

Theresa May, birçok sivil toplum örgütünün yanı sıra Uluslararası Af Örgütü (İng. “Amnesty International”) ve insan hakları savunucuları tarafından eleştirildi. Eleştirilerin sebebi May’in “çocukların radikalleşmesi” ya da “aşırıların” üniversitelerde fikirlerini yaymalarına karşı önlem almayan okulları ve üniversitelere karşı yasal işlem başlatma tehdidi içeren kanun tasarılarıydı. Söz konusu kanun üniversite kampüslerinde ifade özgürlüğünü kısıtlama bahanesi olarak görülmekle birlikte Müslüman öğrencileri orantısız şekilde hedef göstereceğinden, onların daha fazla damgalanmasına ve ötekileştirilmesine sebep olacağından endişe edilmektedir. Tüm bunların yanı sıra, camiler de eleştiri ve damgalama politikasından payını aldı. Zira Muhafazakâr Parti, bünyesinde “aşırıcıları” barındırdığına inandıkları camileri kapatmak için yeni birimler oluşturacaklarını ilan etti. Öte yandan Müslümanlar aşırılıkla ilgili sorunların haddinden fazla abartıldığını ve bunun bazı siyasetçiler, medya kuruluşları ve yanlış yönlendirilmiş gazeteciler tarafından tekrarlanıp duran bir propaganda olduğunu düşünüyor. Onlara göre bu propagandanın amacı Müslümanlara iftira atmak, onları “aşırı” olarak damgalamak ve dahası cemaatlerini sekülerleştirmeleri konusunda baskı yapmak.

Buna karşın Müslümanlar, yurttaşları olan İngilizlere ulaşmak adına birçok inisiyatif geliştirmiştir. Örneğin “Camimi Ziyaret Et” (İng. “VisitMyMosque”) günü Müslümanlar tarafın İçişleri Bakanı Yvette Cooper’in de bulunduğu dan başlatılan ulusal inisiyatiflerden biridir. Bir diğeri ise İngilizleri ramazan ayında iftarı birlikte açmak için yerel camilere davet etme faaliyeti olan Büyük İftar (İng. “The Big Iftar”) inisiyatifidir.

Başbakan David Cameron daha öncesinde İsrail dostu ve Siyonist olmakla gurur duyduğunu ilan den Micheal Gove’u adalet bakanı olarak görevlendirdi. Gove, Birmingham’daki Müslüman okullarına karşı uygulanan korkutma ve ayrımcılık kampanyasının (“Truva Atı Operasyonu” Bkz. Perspektif 233. Sayı) mimarı olarak kabul ediliyor. Bu korkutma kampanyası Müslüman karşıtı planların bir parçası olup, pek çok İngiliz analizci ve gözlemci tarafından sahte belgelere dayalı neo-muhafazakâr İslamofobik gündemin parçası olan yalanlar olarak görülmektedir. Gove şimdilerde İngiltere’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden (ECHR) çıkartmak istercesine İnsan Hakları Sözleşmesi’ni feshedecek uygulamaları yürütmekle meşgul.

Cameron aynı zamanda, tartışmalı bir Müslüman figür olan Sajid Javid’i Sanayi ve Yenilikler Bakanı olarak atadı. Javid bir zamanlar verdiği bir demeçte Britanya’daki Müslüman cemaatlerin, Asyalı erkeklerin kadınları kullanıp taciz edebilecekleri meta olarak görmelerine izin veren kültürel bir sorunu olduğunu söylemişti. Müslüman toplumların teröristlerle mücadele etme konusunda daha fazla sorumlulukları olduğunu, terörist saldırıların ne şekilde olursa olsun İslam’la alakası olmadığını söylemenin işin kolayına kaçmak olduğunu sözlerine eklemişti. Onun bu sözleri sorunun köküne inmekten çok uzak olmakla birlikte, yalnızca genellemelerle Birleşik Krallık’taki Müslüman cemaati topluca suçlamaktan ve Müslümanları ülke genelinde itibarsızlaştırarak damgalamaktan öteye gitmemektedir.

Müslümanların iş bulma ya da yönetici olma şanslarının en düşük seviyede olduğunu ortaya koyan bir araştırmaya göre iş istihdamı konusunda Müslümanlar Birleşik Krallık’taki azınlık grupları arasında en ciddi ayrımcılığa maruz kalan topluluktur. Araştırma Müslümanların eğitim seviyelerinin giderek yükselmesine karşın, son on yıl içerisinde daha yüksek işsizlik oranına sahip olduklarını gözler önüne seriyor. Birçok araştırmanın gösterdiği üzere Müslümanlar iş piyasasında hem ırksal hem de kültürel olmak üzere çifte müeyyide ile karşı karşıyalar. Bu soruna önceki hükûmet herhangi bir şekilde çözüm getirmedi ve birçok Müslüman, hâkim partinin değişerek ekonomik kaygılarını dile getirebilecekleri bir partinin gelmesini istediler. Muhafazakârlar, en çok fakirleri etkileyen sıkı tasarruf tedbirleri aldılar. Başbakan Cameron, tartışmalı bir isim olan Iain Duncan Smith’i Çalışma ve Emeklilik Bakanı olarak yeniden atadı. Bakan Smith, manifestolarında taahhüt ettiği gibi 12 milyar sterlin maliyetindeki sosyal yardım kesintilerini uygulayacak. Her ne kadar İngiltereli Müslümanlar 2013 istatistik verilerine göre ülke ekonomisine 31 milyar sterlinden fazla katkıda bulunsalar ve 20.5 milyon sterlin değerinde tüketim gücü oluştursalar da, İngiltere’deki Müslüman nüfusun neredeyse yarısı yerel yönetim idaresi altındaki mahrumiyet bölgelerinin yüzde 10’luk kesiminde ikamet etmektedir. Sosyal konutlarda ikamet eden Müslümanların oranı ise yüzde 28’dir.

Şimdi Muhafazakâr Parti tekrar iktidara geldi. Birçok Müslüman önümüzdeki beş yılı kendileri için ekonomik, sosyal ve dinî sebeplerden dolayı zorlu bir süreç, diğer bir deyişle geçtiğimiz beş yıllık hükûmet iktidarında hâkim olan söylemlerin devamı olarak görüyor. Koalisyon olmaksızın Muhafazakâr Parti’nin tek başına iktidarıyla bu durumun daha da kötüşeleceğine dair endişeler mevcut.

Mahmoud Ibrahim

Londra merkezli Mısırlı-İngiliz gazeteci olan İbrahim, Londra Üniversitesi’nde “Batı medyasında İslamofobinin sömürgesizleştirilmesi” konulu doktora araştırmasına devam etmektedir. İbrahim, BBC de dâhil olmak üzere çeşitli medya ve sivil toplum kuruluşlarında aktif olarak çalıştı ve danışmanlık yaptı.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler