'Filistin Müslümanları'

Sancılı Bir Coğrafyada Müslüman Olmak: Filistin’de Yaşam

Filistin, insanları dünyanın dört bir yanına dağılmış, kan ve gözyaşının bitmezmiş gibi algılandığı topraklar. Dünya gündemine sık aralıklarla tekrarlanan savaş, ayrımcı politikalar ve işgal ile düşen bu coğrafyanın insanları daha derinden bir incelemeyi hak ediyorlar. Filistin halkı ve bu coğrafyada cereyan edenler ancak bu tarz derinden bir incelemenin ardından doğru anlaşılabilecek gibi gözüküyor.

Fotoğraf: ©Flickr.com/dierk schaefe

Filistin yaklaşık üç çeyrek asırdır acı, kan ve gözyaşıyla hatırlanan sancılı bir coğrafya. 1948, hatta daha öncesine uzanan İsrail işgali altında hakları, toprakları ve özgürlükleri günbegün yağmalanan bir halk Filistin halkı. Sadece mallarına ve canlarına değil aynı zamanda, belki de daha çok, insanlık onurlarına ve manevi değerlerine kasteden bir rejimin daimi gölgesinde bütün anormalliklere rağmen normal bir hayat sürmeye çalışmanın adı Filistinli olmak. Her gün aile fertlerinden biri veya birkaçının ölüm haberini duyma endişesiyle yaşamak zorunda kalmanın, sabah terk ettiğin evine akşam dönememe ihtimaline kendini herhangi bir yerdekinden daha yakın hissettiğin topraklar Filistin toprakları…

Filistin sadece toprak olarak değil yönetim olarak da bölünmüş bir kimliğe sahip. Bugün uluslararası düzeyde tanınan Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin Yönetimi, 1994’te İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (PLO) arasında gerçekleşen Oslo Barış Görüşmelerini müteakip kurulan Filistin Ulusal Yönetimi (PNA)’nin devamı niteliğinde. PNA Batı Şeria ile Gazze’yi kapsayan Filistin topraklarında özellikle dış işleri konusunda tamamen işgalci İsrail yönetimine bağlı özerk bir yönetim olarak kuruldu. Ancak 2006’daki seçimleri İslami Direniş Örgütü HAMAS’ın kazanmasıyla İsrail ve Batılı devletlerin seçim sonuçlarını tanımadıklarını açıklamaları ve akabinde yaşanan gelişmeler üzerine Filistin yönetimi ikiye bölündü. Bugün Gazze’de HAMAS ve Batı Şeria’da Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi FATAH idaresinde olmak üzere 2007’den bu yana Filistin topraklarında iki ayrı yönetim bulunuyor.

Can güvenliği sebebiyle anonim kalmak isteyen Filistinli bir aileyle konuşuyoruz. Ailenin annesi Nur, 48 yaşında, doğma büyüme Filistinli, ortaöğretimini bitirmiş. Liseyi bitiren eşi oturdukları şehirde elektrikçi olarak çalışıyor. 31 senelik evliliklerinden 5 çocuğa sahipler: En büyük oğulları 31 yaşında ve zihinsel engelli. Onun ardından biyoloji lisansını yapıp bir üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışan 25 yaşında evli bir kızları var. Ardından 21 yaşlarında ikiz evlatları geliyor. İkizlerden kız olan kimya, oğlan ise tıp eğitimi görüyor. Ailenin en küçük bireyi ise 11 yaşındaki kızları. Nur’un ailesi Kudüs’ün kuzeyinden 14, İsrail işgali altındaki Ramallah’tan ise 2 kilometre uzaklıktaki Kofor Akab adlı küçük bir kasabada ikamet ediyor.

Aile geçimini büyük oranda emlakçılıktan kazanıyor. Fakat Filistin’de hayatlarını iyi koşullarda sürdürebilmek için hayatlarının bir dönemini Amerika’da geçirmek zorunda kalmışlar. Böylelikle orada yeterince para biriktirip, Filistin’de iş kurup, aynı zamanda kendi vatanlarına yatırım yapmaları da mümkün olmuş. Nur, “Filistin’in bu talihsiz ekonomisinden dolayı belki de böyle büyük bir aileyle ve bu ailenin ihtiyaçlarıyla kendi vatanımızda yaşamımızı sürdürmek imkânsız olabilirdi. Eğer bunu yapmış olmasaydık, Filistin’de nasıl yaşayabilirdik, ne yer ne içerdik, hiç bir fikrim yok.” diyor. İstatistikler de Nur’u tasdikler nitelikte: 2014 yılında Filistin topraklarındakilerin yüzde 45’i bir işe sahipken, işsizlik oranı ise yüzde 27’ye yakın. Bu sayılar ve işsizlik durumu özellikle Gazze Şeridinde çok daha vahim bir seyir takip ederken Batı Şeria’da ekonomik durum Gazze’ye kıyasla kısmen daha iyi.

Nur, evde günlük yaşamın sabah namazıyla başladığını söylüyor. Evin babası işe gitmeden önce ailenin büyükleri olan babaanne ve dedenin ihtiyaçlarını karşılıyor ve ancak ondan sonra iş yerine doğru yola koyuluyor. Anne ise ev halkının ihtiyaçlarını karşılamak için didinen bir ev hanımı. Öğle vaktine doğru aile bir araya gelip öğle yemeğini yiyor; ibadetlerin ve Arap ülkelerinde sünnete dayalı yaygın bir gelenek olan öğle istirahatinin ardından yine herkes işlerinin başına geçiyor. İş dönüşünde ise dışarda gezmek veya aile ve arkadaş ziyaretleri ile vakit geçiriyor. Nur, boş vakitlerde Arap dünyasında olup bitenlere dair haberleri ya da belgesel, sinema gibi programları izlediklerini anlatıyor. İsrail’de Araplara yönelik haftanın belirli saatlerinde Arapça yayın yapan kanallar olsa da Filistinliler bu yayınlara İsrail propagandası yapıldığı gerekçesiyle pek iltifat etmiyor. Bununla birlikte İsrail, Filistin bazlı ve İsrail kontrolünde olmayan hiçbir Arap kanalına da sıcak bakmıyor. Geçen yaz Filistin Yönetimi’nin desteğiyle Batı Şeria’dan yayın yapmaya başlayan Palestine 48 adlı televizyon kanalı hakkında İsrail hükûmeti tarafından “İsrail’in bağımsızlığına zarar verdiği” gerekçesiyle kapatma kararı alınmıştı. İsrail’in daha önce de Gazze’de yayın yapan bir kanal binasını bombaladığı biliniyor.

Dünya genelinde toplamda 12 milyon Filistinli yaşıyor. Bu 12 milyonun çok büyük bir kısmı İsrail işgalinin ardından vatanlarını terk etmek zorunda kalmış ve İsrail tarafından vatanlarına geri dönme hakları da gasp edildiği için dünya geneline yayılmış durumda. Toplam Filistinli nüfusun sadece 5 milyona yakını Filistin topraklarında ikamet ediyor. 4.6 milyon Filistinliden 2.8 milyonu Batı Şeria’da, 1.8 milyonu ise Gazze Şeridi’nde bulunuyor. Bunun dışında İsrail vatandaşlığına sahip Filistinliler de var ve İsrail nüfusunun hiç de azımsanmayacak beşte birlik kısmını oluşturuyorlar. Bu durum, birçok Filistinli için dünyanın pek çok farklı bölgesine dağılmış akrabalara sahip olmak demek. Nur’un ailesi de boş zamanlarında sosyal medya ve yeni iletişim teknolojileri üzerinden uzakta oturan aileleriyle irtibata geçtiklerini belirtiyor.

Genel olarak zihinlerde Filistinliler ve İsrailliler arasında gerilim ve öfke yüklü bir ilişkiden başka bir ihtimal yokmuş ya da bu iki millet asla birbiriyle sağlıklı bir diyalog sürdüremezmiş gibi bir algı var olsa da Nur daha farklı bir bakış açısı ortaya koyuyor: “Biz insanlarla sağlıklı bir ilişki kurabilmek ve bu ilişkiyi dengede tutabilmek için çaba sarf ediyoruz. Bunun için herkese sevgi dolu yaklaşabilmek gerekiyor. Gayrimüslim arkadaşlarımız ve komşularımız var ve onlarla ilişkilerimiz gayet normal ve saygı dolu. Yani din, dil, ırk ayırt etmeden bir arada yaşayabiliyoruz. Bazıları için bu garip ve düşündürücü olabilir, ama aynı insanlığı paylaşıyorsak neden böyle olmasın ki?” Bununla birlikte ailesinin Müslümanlarla olan ilişkisinin daha düzenli olduğunu da ekliyor. Nüfusunun büyük bir bölümünü Sünni Müslümanların teşkil ettiği Filistin topraklarında Müslümanlar farklı mezheplerden Hristiyanlar ve Yahudilerle bir arada yaşıyor.

Filistin toprakları, tüm dünyanın dikkatini çeken ve on yıllardır süren bir sorunun yaşandığı bir coğrafya olunca insan Filistinlilerde daha farklı bir şeyler arıyor belki; oysa Nur’un da kendi evlatları için endişeleri dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan annelerin endişelerinden farklı değil: “Her ebeveynin hayal ettiği gibi biz de evlatlarımızın üniversitelerini bitirmelerini, mutlu ve bağımsız bir hayat sürdürmelerini istiyoruz.”

Fakat bu “sıradan” isteklerin yanı sıra 1948’den sonra Filistinlilerin giderek daralan yaşam alanları, illegal yerleşimcilerin artışı, ayrımcı politikalar, ırkçı bireysel saldırılarla sıkça patlak veren savaşın Filistinlilerin karşısına çıkardığı bir gerçek var: İşgal Filistinlilerin tüm yaşam alanlarına nüfuz ediyor. Bilhassa Batı Şeria’da Filistin köy ve şehirlerini birbirinden ayıran kontrol noktaları yüzünden çocuklar okullarına, yetişkinler işlerine, çiftçiler tarlalarına ve hastalar hastanelere ulaşabilmek için her gün onur kırıcı muamele ve kontrollere tabi tutuluyorlar. Kontrol noktalarındaki uzun bekleyişler nedeniyle işine zamanında varabilmek için insanlar sabahın 2’sinde kapılarda kuyruk olmaya başlarken, yapılan bir araştırmaya göre 2000 ve 2007 yılları arasında hastaneye ulaşmak isteyen 69 kadın İsrail askerlerinin geçişlerini engellemesi nedeniyle askerî kontrol noktasında doğum yapmak zorunda kaldı. Bu bebeklerden 35’i, annelerden ise 5’i hayatını kaybetti.

Nur şiddet eylemlerinin çirkinliğine vurgu yapmaktan geri kalmıyor: “İnsanların kolayca cinayete kalkışabilmesini izlemek o kadar korkunç ve iç karartıcı ki!..” Nur’a göre yaşadığı topraklarda insan hayatının kıymeti yok: “Filistin’de can almak kolay gibi görünüyor, ama insanlar bir gün kendi canlarını da teslim edeceklerini çok kolay unutuyorlar.”

Birçok Filistinli kendilerini kendi vatanlarında, hatta evlerinde savunmasız ve çaresiz hissediyor Nur’a göre. Bu çaresizlik hissi karşısında Filistin’i terk etmek de bir çözüm değil: “Ülkeyi terk etme düşüncesi her gün biraz daha olası hâle geliyor. Hatta buraları terk etmek kaçınılmaz gibi gözüküyor. Bu düşüncelerle daha önemli bir soru gün yüzüne çıkıyor aslında: Biz Müslüman olarak her yerde zulme uğruyoruz. Burayı terk edelim, tamam, ama ondan sonra nereye gidelim?” Nur’a göre asıl çaresizlik burada başlasa da o bu çaresizlikten çok kısa bir süre içerisinde silkeleniyor: “Allah’a olan inancımız bizim bir gün kurtuluşa ve daha güzel günlere erişeceğimize dair tek ümidimiz ve sığınağımız.”

Onun sığınacak limanı olan inancın Müslüman toplumda giderek silindiğini gözlemlendiğini de ekliyor Nur: “Müslüman toplumun Allah’tan, Kur’an’dan, sünnetten bu kadar uzaklaşmaları kıyamet alameti olsa gerek. Filistin’deki gençlerin birçoğunun hipnotize olmuş gibi sadece dünyalık yaşamlarının peşine düştüğünü görüyorum.” Yaşadığı topraklarda siyasi sorunların var olduğunu, ama gençliğin dinî, ahlaki ve ilmî çöküşünü izlemenin de en az işgal kadar iç karartıcı olduğunu belirtiyor. Ona göre gençlerden başlayarak tüm İslam toplumu dinî ve manevi değerleri ile ünsiyetlerini geri kazanmalı. Filistin’de siyasi sorunlardan etkilenip umutsuzluğa kapılan Müslüman bireylerin silkelenip bu doğrultuda faaliyete geçmeleri aynı ölçüde önemli.

Filistin’de yaşayan Müslümanların ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda en sıkıntılı günlerini yaşadıklarını belirten Nur, çizdiği bu oldukça kötümser tablonun dışına çıkıp Filistin’deki bayramlardan bahsediyor: Ülkede ramazan ve kurban bayramları cömertlik ve misafirperverliğin zirveye çıktığı zamanlar. Çocuklar için bayram neşe dolu geçerken Nur’a göre büyükler bayramı biraz daha buruk yaşıyorlar. Zira yetişkinlerin birçoğu son bayramlarıymış gibi bir halet-i ruhiye içinde yaşıyor bu zamanları… Bu durum da aslında Filistin’de Müslüman olmayı özetliyor. “En sevinçli zamanların arasına serpiştirilmiş burukluk”: Filistinli olmak, biraz da bu anlama geliyor.

 

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler