“Sorun AB’nin Ortak Tutumda Buluşamaması”
Türkiye ile AB arasında imzalanan mülteci anlaşmasını ve Türkiye’nin mülteciler konusunda üstlendiği sorumluluğu İzmir Ekonomi Üniversitesi siyasal bilimler ve uluslararası ilişkiler öğretim üyesi Prof. Dr. Alexander Bürgin ile görüştük.
Korunmaya muhtaç insanların kabul edilmesi zahmetli bir entegrasyon sürecinin de ilk adımı. Bu görev artan mülteci sayısıyla paralel olarak büyüyor. Göçmen alan ülkelerin karşılaştığı sorunlar neler?
Almanya için elbette yüksek mülteci sayısı bir sorun teşkil ediyor. Dilin gelen mülteciler tarafından hızlı bir şekilde öğrenilmesi ve iş piyasasına entegrasyonun sağlanması insanların ülkeye adapte olmaları için büyük önem taşıyor.
Türkiye mülteciler konusunda insani alanda gösterdiği angajmanı yasal zeminde de devam ettirme başarısını gösteriyor mu?
Mülteci kabulünde Türkiye gerçekten de kapsamlı bir insani yardım sağladı. Geçen sürede Türkiye’de yaşayan Suriyeli sayısı yaklaşık 2.7 milyonu buldu. Türkiye’nin çabalarından AB Komisyonu da son ilerleme raporunda övgüyle bahsetti. Mültecilerin Türkiye’ye geri gönderilmesine ilişkin mart ayında yapılan anlaşma Ankara’yı mültecilerin ülkedeki yasal durumlarını iyileştirmeye teşvik etti. Böylece Türkiye 6 Nisan tarihinde Yunanistan’dan tekrar Türkiye’ye getirilen Suriyelilerin iltica başvurusunda bulunabilmelerine ve geçici koruma altına alınmalarına imkân tanıyan bir yasa çıkarttı. Ülkede ocak ayında iş piyasası Suriyeli mültecilere açıldı. AB anlaşmasıyla Türk vatandaşlarına haziran ayı sonunda tanınacak olan vize muafiyeti diğer koşulların yanı sıra mültecilerin yasal korumalarına ilişkin koşullara da bağlı.
AB ile Türkiye arasındaki Geri Kabul Anlaşması Almanya’da genellikle aşağılayıcı bir tavırla “çıkar anlaşması” olarak adlandırılıyor. Başbakan Merkel etik olmayan bir siyasetle suçlanıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Almanya’nın insanlara yardımcı olmak gibi ahlaki bir sorumluluğu var. Ancak sığınma umudu daha fazla insanın Akdeniz üzerinden bu riskli yolculuğu göze almasına sebep olmamalı. Bu sebeple bu anlaşmayı destekliyorum. Zira bu anlaşma net bir sinyal veriyor: “Artık hayati tehlike arz eden bu yolculuğu göze almaya değmez.” Anlaşma da bu noktada etkili. Anlaşmanın yürürlüğe girmesinden üç hafta önce Yunanistan’a giriş yapan insan sayısı 26.878 iken, anlaşma yürürlüğe girdikten sonraki üç hafta içinde giriş yapan insan sayısı sadece 5.847. Bu rakamlar AB Komisyonu’nun verdiği en güncel rakamlar. Ancak AB sıkıntı içinde bulunan insanlara yardım etme ahlaki sorumluluğunu yerine getirmek için mültecilere yasal yollardan AB’ye giriş için mevcut olandan daha fazla imkân tanımalı. Türkiye’ye geri gönderilen her bir Suriyeli mülteci için Türkiye’deki mülteci kamplarından bir mülteci almak bu yönde atılacak ilk adım. Fakat bu adımı diğerleri izlemeli. Böylece AB doğrudan en çok yardıma muhtaç kesim olan hastalara, yaşlılara ve çocuklu ailelere yardım edebilir. Ancak şu da bir gerçek ki mülteci alan ülkelerin kapasitesinin de bir sınırı var.
Merkel’in bir taraftan Avrupa’nın sorumluluğunun altını çizmesi ve mültecileri kabul etmesi, diğer taraftan ise en katı iltica yasalarının onun görev süresi içinde çıkartılmış olması bulanık bir tablo oluşturuyor. Diğer AB devletleri ise sorumluluğu tamamen üzerlerinden atmaya çalışıyorlar. Bu durum Avrupa değerleri ile bağdaşıyor mu sizce?
Alman iltica yasalarında mültecilere yönelik prosedürlerin hızlandırılması gibi reformları olumlu karşılıyorum, çünkü bunlar aynı zamanda başvuru yapan kişilerin de lehine olan gelişmeler. Fas, Cezayir, Tunus gibi ülkelerin güvenli ülkeler olarak sınıflandırılması da kabul edilebilir bir durum. Bu ülkelerdeki insan haklarına ilişkin endişeler haklı endişeler, fakat zaten tam da bu nedenle bu ülkelerden gelen tüm iltica başvuruları özel olarak değerlendirmeye tabi tutuluyor. Dolayısıyla bu ülkelerden gelen kişiler için iltica zorlaşmış olsa da bu ülkelerin güvenli ülke olarak sınıflandırılması otomatik olarak sınır dışı uygulamalarının yapılacağı anlamına gelmez. Bence sorun AB’nin mülteci sorununa ilişkin ortak bir tutumda buluşamaması. Gerçekten de bu durum AB’nin ortak değerleri ile pek de bağdaşmıyor.
Türkiye’de yaşayan bir bilim insanı olarak mülteci sorununa ilişkin toplumsal atmosferi gözlemleme imkânınız var. Bir tarafta Kilis gibi mülteci sayısının yerli nüfusu aştığı ama birlikte yaşamın sorunsuzca işlediği şehirler var. Diğer tarafta ise İzmir ve başka yerlerde mülteci bölgelerinin kurulmasına karşı gösterilerde bulunuluyor. Türkiye büyük bir sınavdan mı geçiyor?
Açıkçası ben Suriye’den 2.7 milyon Suriyelinin alımının oldukça sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesine şaşırıyorum. Türkiye’de ülkeyi daha büyük zorluklarla karşı karşıya bırakan, Suriyeli mülteciler konusunun haricinde başka anlaşmazlıklar var.
Avrupa ve Türkiye’nin mülteci sorunu konusundaki siyasi ve sosyal tepkileri bakımından aralarındaki en büyük fark nedir?
Zor durumdaki insanlara yardım etme konusundaki temel istek Türkiye’de çok yaygın. Ancak Türk toplumunun mültecileri kabul etmesinin mültecilerin sadece geçici bir süre korumaya alınması ile de bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple Türk halkı bu zorlukların geçici bir süre için yaşanacağını düşünüyor. Suriye’deki iç savaş bittiğinde mültecilerin tekrar ülkelerine dönmeleri bekleniyor.