"Müslüman cemaat"

Devlet-Cemaat Müzakerelerinde “İlke” Sorunsalı

Aşağı Saksonya hükûmeti DİTİB’e yönelik ajanlık iddiaları sebebiyle eyalette yürütülen devlet anlaşması müzakerelerini askıya aldığını açıkladı. Asıl sorun ise müzakere sürecinde yatıyor.

Almanya’da İslami cemaatlere yönelik uzun süreli ve baskıcı tartışmanın bir yansıması olarak eyaletlerde Müslüman kurumların devletle münasebetleri de giderek gerginleşen bir hâl aldı. Bu genel atmosferin sonucunda bazı eyalet hükûmetleri dinî cemaatlerle imzalanacak olan devlet anlaşması müzakerelerini durdurmayı mütalaa ettiklerini açıkladılar. Dar bir ufuk, kısa vadeli analizler ve günübirlik politikalardan zarar görecek olan tarafın sadece Müslümanlar olmayacağı açıkken böyle bir yola başvurulması rasyonel bir strateji olarak görünmüyor.

En son Aşağı Saksonya’da Müslüman cemaatlerle sürmekte olan ve uzun süre boyunca sürüncemede kalan devlet anlaşması müzakereleri “DİTİB imamlarının Almanya’da ajanlık faaliyeti yaptıkları” gerekçesiyle askıya alındı.

Devlet Anlaşması Bir Zorunluluk Mu?

Devlet anlaşmalarına dair tartışmayı daha iyi anlamlandırabilmek için meselenin arka planını değerlendirmek önem arz ediyor: Almanya’daki Müslümanlar 70’li yıllarda ilk İslami cemaatleri kurarken ortada bir “devlet anlaşması” yoktu. Buna rağmen, o zamanlar var olan hukuki çerçeve içerisinde organize olarak Müslümanların temel dinî ihtiyaçlarını karşılayabilmişlerdi. Bu kurumsallaşma sayesinde Müslümanlar cemaat hâlinde dinlerini yaşayabildiler. O zamanlar gençlik, eğitim ve sosyal hizmetler alanında rehberlik gibi hizmetler herhangi bir devlet anlaşmasına ihtiyaç duyulmadan gerçekleştirildi. Özetlersek; İslami cemaatler bu temel dinî hizmetleri ve başka diğer hizmetleri geçmişte gerçekleştirmek için bir “devlet anlaşması”na ihtiyaç duymadılar, gelecekte de bir “devlet anlaşması” olmadan bu hizmetlerini gerçekleştirecekleri aşikâr.

Bugün çoğu zaman yanlış bir şekilde bir ölüm-kalım meselesi ya da “olmazsa olmaz” gibi sunulan devlet anlaşmaları hususundaki güncel gelişmeleri izlerken sorulması gereken temel soru ise şudur: Almanya’daki Müslümanlar zaten senelerdir yürütmekte oldukları hizmetleri gelecekte de kendi başlarına mı icra edecekler, yoksa bu hususta devlet ile yapıcı bir iş birliği mümkün olacak mı?

“Devlet anlaşmaları” denilen araçlar ile söz konusu olan siyasilerin Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamaları değil; devletin Müslümanlarla iş birliği olmadan manevi rehberlik ya da din dersleri gibi belli alanlarda faaliyet yapamayacak olmasıdır. Alman Anayasası’nda bu hususları ele alan kısımlar oldukça açıktır, hukuk devleti olmak bunlara uymayı gerektirir. Bu bağlamda eyaletlerde Müslüman cemaatlerle imzalanan/imzalanması planlanan devlet anlaşmaları, uygulamada olan ve yasal olarak düzenlenmiş bulunan hususların sadece bir özeti mahiyetindedir. Buna rağmen Almanya’da bazı eyaletlerin, zaten yürürlükte olan pratik uygulamaları dahi “devlet anlaşması” hâline getirmekten “kaçınmaları” oldukça ilginçtir.

Aşağı Saksonya Örneği

Aşağı Saksonya’da devlet anlaşması müzakerelerine daha yakından bakalım: Eyalette yıllarca yürütülen müzakerelerde İslami dernekler tarafından sergilenen yapıcı ve işbirliğine açık tutumun aksine siyasi aktörlerin süreci defaatle suistimal etmiş olması, anlaşma zemini için gerekli olan güven ilişkisine zarar vermiştir. 2013 yılının Eylül ayında başlayan müzakere sürecini muhalefet partileri çeşitli “çekincelerle” yavaşlatmış, Ağustos 2016’da CDU müzakerelerden ayrıldığını açıklamıştı. Oysa henüz Mayıs 2016’da tüm aktörler anlaşmanın yıl sonuna kadar imzalanacağını beklediklerini söylemişlerdi. Bu zaman zarfı içinde önce Müslümanlar adına masada oturan Şura heyeti, tüzüğüne uygun bir biçimde seçtiği yeni yönetim kadrosundan ötürü safdışı bırakılmaya çalışılmış, ardından bir diğer temsilci DİTİB ise kendisine karşı yöneltilen suçlamalardan dolayı diskredite edilmişti. Tüm bu gelişmeler yaşanırken dikkat çeken husus Müslümanların daima masada oturmaya devam etmeye yönelik çağrıda bulunmuş olmaları ve tarafları bir arada tutan unsur olma yolunda gayret göstermiş olmalarıdır.

Devlet anlaşmalarını imzalayacak olan aktörler en nihayetinde eyalet hükûmeti ile İslami cemaatler iken müzakere sürecine ısrarla olumsuz tutum sergilemek suretiyle zarar veren muhalefet partilerinin de dâhil edilmesi, anlaşmanın bir türlü imzalanamamış olmasının sebeplerinden sadece biridir. Anlaşma metninin daha geniş bir toplumsal kabul oluşturma hedefiyle vatandaşların dahi tartışmasına açılması girişimi, teklif edilen maddelerin üzerinde tartışılması gereken hususlardan oluştuğu intibaını uyandırsa da, esasında devlet anlaşması Müslümanların zaten anayasal olarak mevcut haklarını deklare eden bir hüviyete sahip. Bu hakların teslim edilmesi ise tartışmaya kapalıdır. Bu açıdan bakıldığında eyalet hükûmetinin “toplumsal kabul zemini oluşturmak”tan kastı metinde ön plana çıkan ve Müslümanlara karşı beslenilen önyargıların yansıması olan bazı pasajların böylece tartışmasız hâle getirilmesidir. Oysa Müslümanlarla yapılacak olan devlet anlaşması çoğunluğun hoşgörüsüne bağlı bir lütuf değil, hakların korunmasına yönelik bir adımdır.

Müzakerelerin bu tutumla hangi yöne doğru evrildiği CDU’nun Mayıs 2016’da anlaşmaya dâhil edilmesini teklif ettiği maddelerden anlaşılmaktadır. Cemaatlerin fundamentalizm, İslamcılık ve Selefilik gibi akımlara karşı koyacakları, Müslümanların din değiştirme haklarını tanıyacakları ve dinini değiştirenlere baskı ve zulüm uygulanmasını doğru bulmadıkları, kadın-erkek eşitliğini, temel hak ve hürriyetleri kabul ettiklerini açıklamaları gibi maddelerin anlaşmaya dâhil edilmesini teklif edecek kadar cüretkâr davranılması, artık “önyargı” kelimesinin tarif etmeye kifayet etmediği bir raddeye varan ve devlet anlaşmasını sadece Müslümanların “belli değerler etrafında yetiştirilmesi” ve hizaya getirilmesi için bir araç olarak gören zihniyetin izdüşümüdür.

Öte yandan devlet anlaşmalarının bir lütuf olmadığı bilinciyle hareket etmesi gereken Müslüman temsilciler devlet ile olan münasebetleri esnasında kendi öznelliklerini koruyarak hareket etme durumundadırlar. Tekrar altı çizilmesi gerekir ki Müslümanlar anlaşma imzalamadan da ihtiyaçlarını karşılayacak konumdadırlar. Siyasetin değişken tavırları karşısında tutarlı bir tavır sergilemek her ne kadar yapıcı bir müzakere sürecinin vazgeçilmez unsuru olsa da sınırlar belirlenmeli, iyi niyet sergilerken araçsallaştırılma tehlikesine düşülmemelidir.

İleri Görüşlü Siyasetin Gereği

Yine bütün bu tartışma esnasında akla şu soru gelmektedir: Eyaletler devlet anlaşmalarının ne manaya geldiğinin farkında mıdır? Söz konusu olan organizasyonlar, kurumlar ya da İslami teşkilatlar değil, Müslümanların ta kendisidir. Devlet anlaşmalarında esas amaç devletin Müslümanlara Almanya’da İslami bir yaşamın sürdürülebilmesi ve yerleşik hâle gelmesi arzusunda onları desteklediği sinyalini vermesidir. Bu sinyal bir “vatan” hissinin oluşması açısından önemlidir ve bu konuda oldukça geç kalınmıştır. Devlet anlaşması imzalanmasından vazgeçilmesi ise bu vatan duygusunun oluşturulması konusunda tam tersi bir etki oluşturmaktadır. İleri görüşlü bir siyaset gereği, bu tarz bir güvensizlik atmosferinin oluşturacağı sonuçlar titiz bir incelemeye tabi tutulmalıdır.

Öte yandan siyasetin İslam dinî cemaatlerini hangi nedenden dolayı “ricacı” konumuna ittiği sorusu da kendisini göstermektedir. Müslümanlar açısından çok da bir getirisi olmayan devlet anlaşmalarına bakıldığında, Müslümanların kendi çalışma alanları söz konusu olduğunda zaten birçok yapıyı hayata geçirdikleri ve haklarının mücadelesini uzun ve yorucu mahkeme süreçlerinden geçerek verdikleri görülmektedir. Örneğin hapishanelerde Müslüman mahkûmlara sunulan manevi rehberlik hizmetleri ya da Almanya’da İslam’a uygun defin gibi alanlarda Müslümanların siyasilerin desteklerine ihtiyacı olduğu görülmektedir. Ancak şunu belirtmekte de fayda vardır: Şimdiye dek defnedilmemiş tek bir Müslüman yoktur. Buradaki esas soru vefat eden bir Müslüman’ın köken ülkesinde mi defnedileceği, yoksa Almanya’nın Müslümanlara burasının da onların vatanı olduğu konusunda bir sinyal verip veremeyeceğidir. İslam dinî cemaatleri cenaze definleri konusunda Müslümanlara öyle veya böyle refakat etmeye devam edecektir. Manevi rehberlik konusunda ise aslında siyasetin konuya ilgisi çok daha büyük olmalıdır.

Uzun Vadeli ve Sorumlu Siyaset

Bütün bunlarla birlikte en son Aşağı Saksonya’da olduğu gibi devlet anlaşmalarını askıya alırken öne sürülen gerekçeler anlaşılması güç çıkarımlardan oluşmaktadır. Ortada dinî bir cemaate yönelik ithamlar vardır, ancak bunlar birkaç zanlı ile sınırlı kalmaktadır ve savcılık da zaten gereken incelemeyi başlatmıştır. Bu soruşturmaların neticelerini beklemek bir zorunluluktur. Kişisel anlamda yine yapılması gerekenler yapılabilir. Ama koca bir dinî cemaati, hatta çok sayıda İslami cemaati toptan zan altında bırakmak; suçun şahsiliği ilkesini göz ardı etmek suretiyle, kişilerin işlediği iddia edilen suçlar yüzünden bütün cemaat mensuplarını suçlamak asla kabul edilemez bir tutumdur. Bu peşin hükümlü tutuma bir son verilmelidir. İhtiyacımız olan uzun vadeli ve sorumlu bir siyasettir.

Hâlihazırda devam eden görüşmeler askıya alınırsa, süreç birçok eyalette sıfırdan başlamak durumunda kalacaktır. Bu durumda da Müslümanlara düşen, Almanya’da İslami yaşam hususlarını düzenlemesi gereken devlet anlaşmalarından bugüne kadar hasıl olan neticelerin ne faydası olduğunu kendi açılarından gözden geçirmektir.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler