Kanada: Irkçılık Tecrübesinin Aidiyet Hissi Üzerindeki Etkisi
Hoşgörü kültürüyle tanınan Kanada’da Müslüman kadınlar dışlamalarla başa çıkmak için kendi mekanizmalarını geliştiriyorlar.
Müslüman karşıtı söylem, Müslümanları Kanada toplumuna entegre olmaktan alıkoyan şeyin Müslümanların hoşgörüsüzlüğü ve kendilerini dışlama temayülü olduğunu savunuyor. Ancak Kanada’daki Müslüman kadınlara dair nicel ve nitel araştırmalar bunun tam tersini gösteriyor. Yakın zamanda gerçekleştirilen Kanadalı Müslümanlara dair ulusal kamuoyu yoklamasının sonuçlarına göre, Kanadalı Müslümanların yüzde 83’lük çoğunluğu Kanadalı olmaktan gurur duyuyor; gayrimüslim topluluklarda bu oran daha düşük. Ayrıca Kanadalı Müslümanlar, Kanada demokrasisinin ve çokkültürlülüğünün bir gurur kaynağı olduğu düşüncesinde (Environics 2016). Bunun yanı sıra, ayrımcılığa kişisel olarak maruz kaldıklarını bildirenlerin oranı ise yüzde 30 civarında.
Birinci Dünya Savaşı arifesinde, (“Türk” etnik tanımlaması altındaki) Müslümanlar “düşman yabancılar” ilan edildiğinden beri Kanada, Müslüman azınlık nüfusuyla çelişkili bir ilişki içinde kaldı. Bir yandan, hükûmet politikası, medya söylemleri ile ekonomik ve sosyal alanlarda sistematik bir Müslüman karşıtı ırkçılık varlığını sürdürüyor. Öte yandan, 1982 yılında güvence altına alınan Hak ve Özgürlükler Bildirgesi ve 1988 Çokkültürlülük Yasası ile çeşitliliğin teminat altına alındığı resmî ve toplumsal bir taahhüt var. “Reddedilme, dışlanma ve ırkçılık” ile “benimseme, dâhil olma ve eşitlik” gibi kavramların yer aldığı bu iki kutup, çağdaş Kanada Müslüman kadınlarının kendi kimlik ve yaşamlarının seyrettiği güzergâh noktalarını oluşturuyor.
Yukarıda bahsi geçen Environics anketi, Müslümanların çok önemli bir çoğunluğunun (yüzde 94) Kanada’ya çok güçlü veya güçlü bir aidiyet hissettiğini gösteriyor. Bu bulguları, son yirmi yılda Müslüman kadınlar ve gençler ile gerçekleştirmiş olduğum bire bir görüşmeler de doğrular nitelikte. Genel olarak, ırkçılıkla karşılaşmış olmalarına rağmen, bu kişiler yaşamış oldukları olumsuzlukları unutmaya hazırlar ve Kanada’nın çokkültürlülük taahhüdüne güveniyor ve bunu destekliyorlar. Peçe takan bir Müslüman kadın, bir süpermarketin önündeki aşevinde gönüllü olarak hizmet verirken, sözlü saldırısına maruz kaldığı birini tasvir ederken şunları söylüyor: “O kişinin davranışı hiç de Kanadalıya yakışmıyor, zira Kanada çokkültürlü bir devlet.”
Bununla birlikte, ırkçılığın vatandaşların devletlerine aidiyet hissini topyekûn yok ettiği söylenemese de, Müslüman karşıtı ırkçılığın yükselmekte olduğu günümüz şartlarında bu tarz bir aidiyet hissi tehlike altında.
Kanada’daki Müslüman karşıtı ırkçılıkla ilgili yaşadıklarını anlatan kişilerle ettiğim sohbetlerde öğrendiğim pek çok rahatsız edici olay, ırkçılığı göz ardı etmek ve Kanada’ya aidiyet hissiyle gurur duymak arasındaki çizginin ne denli nazik ve kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. Başörtülü bir kadın, dışarıya çıkarken hissettiği paranoyasından, “Bende Kanadalı Fobisi var” diye bahsederek, sokaklarda, okullarda ve süpermarket gibi diğer kamuya açık yerlerde karşılaştığı insanların kendisine iyi davrandıkları hâlde, her an olumsuz ve ırkçı tepki alacağından korktuğunu söylüyor. Nitekim birisi kendisine nazik bir şekilde davrandığında memnuniyet ile şaşkınlık arası bir duygu yaşadığını sözlerine ekliyor.
Gruptaki başka bir kadın da bu hususta hemfikir. Kendisi de başörtüsü takıyor; ancak söylediğine göre kimi zaman başörtüsünü çıkarmayı düşünüyormuş. Bazen evde kalıp ağladığını, olumsuz tepkilerden de çok korktuğu için evden çıkmak istemediğini anlatıyor. 2015’te Paris’teki saldırının ardından İspanyolca kursundaki bir adam kendisine, “Sende bomba olmadığını nereden bilelim?” diye sormuş. Bu kadın da, “Senin psikopat olmadığını nereden bilelim?” diye cevap vermiş. Bunun ardından da Kanada’da İslam ve Müslümanlar üzerine ilginç bir sohbete dalmışlar.
Bunun gibi birçok anekdot sıralanabilir. Kanada’da Müslüman ve başörtülü olup bunun gibi tecrübeleri olmayan kişi neredeyse yok. Aslına bakılırsa, Environics araştırmasının gösterdiği bir diğer şey de, erkeklerle kıyaslandığında Müslüman karşıtı ırkçılığa kadınların daha fazla maruz kaldığı.
Müslümanlar Kanada nüfusunun küçük bir yüzdesini oluşturuyor (yaklaşık yüzde 3). Ancak Müslümanların yaşam tarzları medya, hükûmet ve kamu tarafından orantısız bir şekilde didikleniyor. Onların “Kanada değerlerine” tehlike arz ettiklerine dair olumsuz söylem, İrlandalı düşünür James Carr tarafından “sanıklaştırma/şüphelileştirme” (İng. “suspectification”) olarak adlandırılıyor.
Müslümanlar da Kanada toplumu tarafından şüphelileştirildiklerinin farkındalar. Ancak Kanadalı ve Müslüman olma arasında bir çelişki olup olmadığını sorduğumda, görüştüğüm kişilerin cevabı her zaman “hayır” şeklinde oldu. Siyasi katılım konulu bir proje için görüştüğüm genç bir kadın “Kanadalı olmak ulusal; Müslüman olmak ise dinî bir aidiyet.” diyor. Environics araştırmasında önemli bir azınlık ise, “Müslüman olma” ve “Kanadalı olma”nın kendileri için eşit önem arz eden kimlikler olduğunu söylüyor.
Öte yandan bu sorunun cevabı genellikle, “Kanadalı olma”nın ne anlama geldiğiyle ilgili. Nitekim görüştüğüm kişiler için Kanadalılık, genellikle çeşitlilik, demokrasi ve çokkültürlülükle ilintiliydi. Bazıları eşcinsel evliliklerine, kürtaj veya kabulü gibi tartışmalı konulara dair görüş ayrılıkları olduğunu belirtiyor ancak bu konularda hâkim görüşlere katılmamalarının onları “daha az Kanadalı” yapmadığını düşünüyor. Hayırseverlik ya da komşulara iyi davranmak gibi ortak noktalara da işaret edenler çoğunlukta.
Kanada’daki Müslüman kadınlar çok çeşitli etnik, ideolojik ve mezhepsel arka planlara sahipler. “Şüphelileştirilmeye” karşı herkesin bireysel psikolojik tepkileri de farklı. Müslüman kadınlar olumlu bir benlik duygusunu devam ettirebilmek için, uzun vadede işe yarayan ya da yaramayan, farklı mücadele yöntemleri geliştirmişler. Her birinin pozitif bir benlik hissi tutarak uzun vadede etkili olabilecek ya da olmayabilecek farklı başa çıkma mekanizmaları var.
Kişinin aile yaşamı, benlik saygısı, zihinsel ve fiziksel sağlığı, kişilik özellikleri; bunların hepsi kişinin taşıdığı aidiyet duygusu ile ilgili. Bununla birlikte “şüphelileştirilmek”, bu kimselerin ırkçılığı dikkate almama ve hayatlarını dengede tutabilme kabiliyetlerini sekteye uğratabiliyor. Örneğin ihtida edip başörtüsü takmaya başlayan genç bir Kanadalı kadın, taktığı başörtüsü yüzünden aldığı olumsuz tepkiler nedeniyle kendi ülkesinde garip hissettiğini, öyle ki dışarı çıkmaktan korkar hâle geldiğini söyleyebiliyor.
Yani Müslümanların çoğunluğu Kanada’yla gurur duyduklarını ve aidiyet duygusu hissettiklerini söyleseler de, zaman zaman bu dengeyi sağlamayanlar da var. Bariz bir şekilde İslami bir isme sahip olması nedeniyle, yalnızca soy ismini kullanan genç bir öğrencim var; Müslüman bir aileden olduğunun bilinmesini istemiyor. Bu örneğin gösterdiği gibi bazen en uç nokta, Müslüman kimliği topyekün reddetme değil ama kamusal alanda bu “Müslüman kimliği” gizlemek şeklinde ortaya çıkabiliyor. Başörtüsünün üstüne bere takmak ya da kıyafetin kapüşonunu başörtüsü yerine kullanmak gibi…
Kanada’nın bir parçası olma ve Kanada toplumuna olumlu katkıda bulunma arzusunu diğer Kanadalıların pek fark etmediği görülüyor. Bahsi geçen Environics ulusal kamuoyu yoklamasına paralel bir araştırmaya göre, gayrimüslim Kanadalıların büyük bir çoğunluğu, Müslümanların entegre olmak istemediklerini ve “farklı” olarak kalmak istediklerine inanıyor. Daha önce de söylediğim gibi, her ne kadar değer sistemleri arasında bariz bir simetri olsa da, ortada demokrasi ve çokkültürlülüğe bağlılık olsa da, dışlayıcı saikler genellikle Müslüman cemaatlerin dışından, yani Müslümanları “aralarına” kabul etmeyen, ırkçı ve “ötekileştirici” söylemlerden kaynaklanıyor.
©Shutterstock.com/arindambanerjee