"Aşırı Sağ"

Kurz Usulü Entegrasyon

Avusturya’da yayınlanan “Caminin Entegrasyon Sürecindeki Rolü” isimli rapor, seçim öncesi siyasi malzeme sunması, araştırmacıların objektiflikten uzak tutumları ve entegrasyon tanımıyla tepki çekiyor.

Fotoğraf: Shutterstock.com

Avusturya’nın Avrupa, Entegrasyon ve Dışişleri Bakanı, aynı zamanda da Avusturya Halk Partisi (ÖVP) Başkanı Sebastian Kurz, Avusturya seçimlerine bir hafta kala bir hamle daha yaptı.

Kurz’un Bakanlığı’nın inisiyatifi ile Avusturya’daki Müslümanlar hakkında geçtiğimiz günlerde yine bir araştırma yayınlandı. Bu kez söz konusu olan, Avusturya’daki camilerin entegrasyon sürecindeki rolüne ilişkin bir rapor. Bu “araştırmada” camilerin entegrasyon potansiyeli veya entegrasyon karşıtlığı ölçülmek isteniyordu. Bu kapsamda Viyana’da toplam 16 cami ziyaret edilmiş, bu camilerin imamları ile görüşmeler gerçekleştirilmiş ve özellikle vaizlerin cuma hutbeleri entegrasyon açısından incelenmişti.

Kurz tarafından ilan edilen sonuçlar büyük bir yankı uyandırdı. Sonuçlara göre incelenen camilerin yarısının Müslümanların entegrasyonunu engellediği, üçte birinin ise radikalleşmeye katkı sağladığı iddia ediliyordu. Kurz araştırmayı sunduğu basın toplantısında sonuçların değerlendirilmesi gerektiğini belirtip, icap etmesi durumunda olumsuz anlamda göze battığı düşünülen camilerin kapatılabileceği tehdidinde bulundu.

Yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra araştırma eksik bilimselliği gerekçesiyle eleştirildi. Gerçekten de araştırmada, doğru çıkarımlara varılabilmesi için göz önüne alınması gereken birçok hususun eksik olduğu göze çarpıyor. Zaten araştırmanın yazarları da bu araştırmanın temsili olmadığını ve uygulama için zamanlarının kısıtlı olduğunu dürüstçe kabul etmiş durumdalar. Bu anlamda yaklaşık bir hafta sonra gerçekleştirilecek olan Avusturya Ulusal Konsey seçimlerinin araştırmanın aceleye getirilmesinde etkisi olup olmadığı spekülatif bir soru olarak akıllara geliyor.

Oyuncak Hâline Gelmiş Objektiflik

Araştırmayı gerçekleştiren yazarların sahip olması gereken ön yargısızlık ve tarafsızlık açısından pek de iyi olmayan bir sicilleri var. Araştırmayı kaleme alanlardan biri olan Heiko Heinisch’in önceki röportajlarından muhafazakâr İslami görüşlere karşı oldukça olumsuz bir tutuma sahip olduğu belli oluyor. Bu tutum, siyasi bir sembol olduğu gerekçesi ile “okullarda başörtüsü takılmasının önleyici olarak yasaklanması” talebine kadar uzanıyor. Bununla beraber Heinisch daha önce defalarca ATİB ve Viyana İslam Federasyonu gibi İslami cemaatlere karşı reddedici ifadeler kullanmış biri. Bu iki organizasyonun camileri ise araştırma kapsamında gözlemlenen camiler arasında.

Öte yandan araştırmanın yayımcısı olan Avusturya Entegrasyon Fonu (ÖIF) da bilimsel araştırmalarda gerekli olan ön yargısızlık koşulunu tam olarak yerine getirmediği şüphesiyle karşı karşıya. Nitekim ÖIF birkaç yıl önce, 15 Ekim’deki seçimlerden sonra İslam karşıtı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) ile koalisyon kurma ihtimalini inkâr etmeyen Kurz tarafından kuruldu ve ağırlıklı olarak Kurz’un bakanlığı tarafından teşvik ve finanse ediliyor. Avusturya Entegrasyon Fonu’nun ÖVP ile arasında yadsınamaz yakınlığı sebebiyle ağırlıklı olarak Kurz’un entegrasyon politikasından beslendiği söylenebilir. ÖIF’nin “fikrî çeşitlilik” anlamında müracaat ettiği uzmanlar da kurumun çeşitlilik ve entegrasyon konularındaki bakışı hakkında ipuçları veriyor: Mesela Kurz’un Bakanlığında Entegrasyon Birimi’nin Başkanı olan Susanne Raab ile başörtüsünü aşırı sağcıların postalları ile aynı kefeye koyan ve kamuda yasaklanmasını isteyen Zana Ramadani arasında gerçekleştirilen toplantı buna örnektir.

Bunun dışında ÖIF entegrasyon değerlerinin aktarımı konusunda teolojik tavsiyeler de almaktadır. Bu anlamda aralarında Lisa Fellhofer (ÖIF Bilgi Yönetim Başkanı), Romed Perfler (ÖIF Değerler ve Oryantasyon Bölümü Başkanı), Farnaz Beikzadeh Abbasi (ÖIF Değerler Eğitmeni) ve Natalie Herold’un (Bakanlığın Entegrasyon Daire Başkanı) yer aldığı ÖIF delegasyonunun ÖIF Genel Başkanı Franz Wolf başkanlığında kendi kendisini imam ilan eden Seyran Ateş’e gerçekleştirdiği ziyaret de örnek verilebilir.

Kurz’un Entegrasyon Anlayışı: Çoğulcu Entegrasyon Yaklaşımlarının Reddi

İtiraf etmek gerekir ki bir araştırmanın siparişini veren kişiden ve araştırmanın yazarından tamamen ön yargısız olması beklenemez. Her bilimsel çalışma, bu çalışmanın sahibinin bakış açısından etkilenebilir. Mutlak objektifliği sağlamak genelde zordur. Bu olumsuzluğu sadece hipotez oluşumunda ideolojik olmayan ön koşullara sahip bilimsel standartlara dayanan bir metot kullanımı dengeleyebilir.
Avusturya’da geçtiğimiz hafta yayınlanan “cami araştırması” tam da bu noktada ciddi eksiklikler gösteriyor. En büyük eksiklik ise raporun ilk sayfalarından itibaren anlaşıldığı üzere araştırmayı gerçekleştirenlerin entegrasyon anlayışında yatıyor.

Araştırmada entegrasyon anlayışı sunulmadan önce bu kavramın tanımına ilişkin tartışmalar ele alınıyor. Entegrasyon kavramı ele alınırken en baştan sorumluluğun sadece göçmenlerde olmadığı, çoğunluk toplumunun da kendisini açarak ve toplum yapısında bazı değişiklikler olabileceğini kabul ederek entegrasyona katkı sağlaması gerektiği belirtilse de; yazarlar bu beklentiyi bazı ön kabul ve koşullara bağlıyorlar.

Yazarların ön kabulüne göre, sosyal entegrasyon, sadece “entegre olacak kesimin” kendisini etnik veya dinî kolektiflerin bir üyesi olarak tanımlamaması ya da etnik veya dinî kolektifin kendisi için fazla önem taşımaması durumunda başarılı olabilir. Zira yazarlara göre etnik veya dinî kolektifler toplumun kalıcı bir şekilde kendi içinde gruplaşmasına yol açmakta ve başarılı bir entegrasyonu tehdit etmektedir. Dahası, böyle bir gruplaşmanın toplum genelinde iç gerilimi artıracağı iddia edilmektedir. Araştırma konusu bağlamında bu ifadelerin tercümesi ise, İslami bir cemaate mensup olmanın bir kolektif oluşturacağı, bu durumun göçmenlerin daha fazla entegre olmalarına engel olacağı ve dinî cemaatlere aidiyetin toplumsal sorunlara yol açacağı şeklindedir. “Diğer bir ifadeyle entegrasyon önlemleri özgürlükçü eğitimi desteklemeli, bireyi merkeze yerleştirmeli ve kolektif kimliklerin sınır ve sorunlarını ortaya koymalıdır.” (Araştırmanın 14. sayfası) Fakat bu düşünce, çoğulcu bir toplumun sadece, birincil kolektif etnik ve dinî grup aidiyetlerinin olmaması ve insanların kendilerini yalnızca bireysel olarak dinî veya etnik olarak tanımlamaları durumunda varlığını sürdürebileceği anlamına gelmektedir.

Bu yaklaşım, toplumun daima küçüklü büyüklü birçok kolektiften meydana geldiği gerçeğini görmezden gelmektedir. Farklı dinî cemaatler veya etnik gruplar da tıpkı ortak ilgi grupları, ortak dünya görüşüne sahip gruplar, sendikalar, partiler gibi bu kolektifler arasında yer alırlar. Ancak işleyen bir toplumun anahtarı, ortak yaşamın bazı ilkeleri üzerinde uzlaşmaya varılması ve hep birlikte bu ilkelere riayet etme yükümlülüğünün üstlenilmesidir. Almanya’da, Avusturya’da ve daha başka birçok ülkede tüm grupların yaşadığı toplumlarda temel haklarını garanti altına alan güç anayasadır. Bu temel hakların arasında kolektif ve bireysel din özgürlüğü de yer almaktadır.

Ayrıca bu yaklaşım, bir toplumda sosyal gerilime yol açan tarafın genellikle azınlıklar değil, toplumdaki hâkim sınıf mensuplarının mantık dışı bir biçimde, kendi ayrıcalıklarının azınlıklar tarafından tehdit edildiğini düşünmeleri olduğunu da göz ardı etmektedir. Bu durum şu anda özellikle Almanya ve Avusturya’da çok rahat bir şekilde gözlemlenebilmektedir. Bu iki devletteki seçim kampanyalarında iç güvenlik ve kaynak dağılımı konuları genellikle göç konusuyla ilişkili olarak ele alınmaktadır. Sebastian Kurz bunun canlı bir örneğidir. Kendisini tekrar tekrar bu konularda fikir beyan etmek ve icabında kendi adamları tarafından manipüle edilmiş araştırmalardan faydalanarak Müslümanları karalamak ve “endişeli vatandaşların” oylarını almak amacıyla Müslümanlara karşı yaptırım tehditleri yapmak mecburiyetinde hissetmektedir.
Bu anlamda göçmen kökenli insanların, özellikle de Müslümanların işgücü piyasasında ve konut arayışında büyük zorluklarla karşılaştıklarını gösteren araştırmalar da büyük önem taşımaktadır.

Öte yandan araştırmada kolektif grup mensubiyetlerinden kaynaklanacağı iddia edilen sorunlar sadece Müslümanlarla ilintili olarak sorgulanmaktadır. Katolik, Yahudi, Protestan gibi diğer dinî cemaatlere veya İtalyan ya da Alman gibi ulusal gruplaşmalara değinilmemekte, toplumsal gruplaşmaların temelde bir sorun oluşturmadığı, sadece Müslüman azınlıklar söz konusu olduğunda toplumsal bir gerilim tehlikesinin olduğu varsayılmaktadır Görünen o ki dinî veya etnik kolektif aidiyetlerinden ayrılarak kimlik özelliklerini bireyselleştirmeleri sadece Müslümanlardan ve göçmenlerden beklenmektedir, çünkü muhtemelen sadece onların “grubunun” iç gerilimlere yol açabileceği düşünülmektedir. Bu yaklaşım ve görüş son derece ırkçı ve aynı zamanda ayrımcı bir yaklaşımdır.

Bununla birlikte siyasi veya toplumsal tartışmalarda sıklıkla ele alınan ve sorgulanan dinî veya etnik kolektif grupların her zaman kendilerini bu şekilde tanımlamalarının söz konusu olmadığını, bunun sıklıkla çoğunluk toplumun onlara atfettiği bir tanımın sonucu olduğunu da unutmamalıyız. 11 Eylül öncesinde “Müslüman” etiketinin toplumsal veya siyasi tartışmaların konusu olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Bu tarihe kadar siyasi tartışmaların “yabancı” etiketi üzerinden gerçekleştirmiştir. İlk olarak 11 Eylül’den sonra bu etiket “Müslüman” olarak değişmiştir.

Yurt Dışındaki Avusturyalı Kimliği

Tüm bunlar ve diğer argümanlar bu araştırmayı yapanların, özellikle Müslümanlar olmak üzere azınlıkların kolektif kimliklerini koruma yönündeki tüm temel haklarını reddeden ve bunları görmezden gelme eğilimini açıkça ifade eden bir entegrasyon anlayışına sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu bağlamda Avusturya hükûmetinin ve özellikle Sebastian Kurz’un benzer bir kopmayı yurt dışındaki Avusturyalılardan da bekleyip beklemediği sorusu gündeme gelmektedir. Avusturya’nın yurt dışındaki Avusturyalılara Avusturyalı kimliklerinin kolektif olarak korunması için sunduğu geniş hizmet yelpazesine baktığımızda, özellikle Entegrasyon Bakanı Kurz’un uyguladığı çifte standart açıkça görülmektedir.

Örneğin görevlerini aşağıdaki gibi tanımlayan Yurt Dışında Yaşayan Avusturyalılar Dünya Derneği’nin (AÖWB) çalışmaları özellikle dikkat çekicidir:

• “Yurt dışında yaşayan tüm Avusturyalıların, eski Avusturyalıların (kalben Avusturyalı olanların) ve Avusturya dostlarının birlik duygusunun pekiştirilmesi
• Anavatan Avusturya’ya bağlılığın korunması
• Avusturyalı olma bilincinin ve Avusturya kültürünün korunması
• Yurt dışında Avusturyalıların beraberliklerinin teşvik edilmesi

AÖWB’nin sponsorları arasında öncelikle Kurz’un bakanlığı olan Avrupa, Entegrasyon ve Dışişleri Bakanlığı, Avusturya Federal İçişleri Bakanlığı ve tüm Avusturya eyalet bakanlıkları yer almaktadır. Bu durumda özellikle Sebastian Kurz, yurt dışında yaşayan Avusturyalıları azınlık olarak etnik kültürel bir gruba ait olmaları konusunda teşvik ederek ve dolayısıyla Avusturyalıların yaşadıkları ülkede iç çatışmaların ortaya çıkmasına katkıda bulunarak Avusturyalıların yeni memleketlerine başarılı bir şekilde entegrasyon sağlamalarına engel mi olmaktadır?
Tam tersine, Avusturya hükûmeti burada çok doğal bir hakkını kullanmakta ve bunun için çok sayıda hizmet sunmaktadır. Bunu yapan aynı hükûmet Müslüman azınlığın aynı haklarını ellerinden almak istemektedir. Bu durum kendi ülkesinde bulunan azınlığa karşı ayrımcı ve güç söylemi odaklı bir yaklaşımın en açık göstergesidir.

Murat Gümüş

Siyaset bilimci olan Gümüş, İslam Toplumu Millî Görüş Genel Sekreter Yardımcısıdır ve Almanya İslam Konseyi Genel Sekreteridir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler