'Dosya: "Avrupa'da İslami Defin"'

Müslümanların Avrupa’da Defnedilmelerinin Tarihçesi

Batı Avrupa’da Müslümanların defnedilmesi aslında “yeni” bir fenomen değil. Buna rağmen Avrupa’da Müslüman cenazelerin defni, aşılması gereken bir sürü sorunu beraberinde getiriyor.

Vefat eden Müslümanların Batı Avrupa’da gömülmeleri aslında tarihi bir olgu ve kökleri Emevilerin 711’de bugünün İspanya ve Fransa’sının bir bölümünde kurdukları hakimiyete dayanıyor. Önemli şahısların mezarlarına atıfta bulunan Arap tarihi kaynakları, Müslümanların 700 yıllık hakimiyeti altında bulunan Endülüs’ün pek çok yerinde olduğu gibi Marsilya ve Toulon gibi önemli liman kentlerinde Müslüman mezarlıklarının bulunduğundan bahsediyor. Bununla beraber definlerin yönlerini inceleyen arkeolojik çalışmalar da Hristiyan, Müslüman ve Yahudilerin ayrı alanlarda defnedildiklerini kanıtlıyor. Ancak farklı mezhep ve dinlerin barış içindeki birlikteliğine şahitlik eden bu önemli Orta Çağ dönemi 1492’de “Reconquista”, yani bu toprakların tekrar Hristiyan güçlerin eline geçmesi ile yön değiştiriyor. Hristiyan olmayan öğelerden arındırılarak yeniden yazılmak istenen bu defin tarihi tamamıyla yok sayılıyor. İşte bu nedenle o zamanki Müslüman ve Yahudi mezarlıklarından günümüze neredeyse hiçbir iz kalmıyor. 16. yüzyılda bugünün Viyana’sında ve 18. yüzyılda Fransa’nın güneyindeki ticaret merkezlerinde sayıları çok kısıtlı Müslümanların (bazen çok küçük gruplar hâlindeki) mezar taşlarına rastlamak mümkün. 19. yüzyılda Berlin, Viyana, Paris’te görevleri yahut eğitimleri sırasında vefat eden Osmanlı devlet adamlarının ve subaylarının defnedilmesi için bu şehirlerde mezarlıklarda Müslümanlar için özel olarak ayrılan alanlar inşa edilmiş ya da Berlin’de olduğu gibi küçük bir mezarlar topluluğu kurulmuş. Birkaç mezar taşı dışında bu mezarlıklardan da geriye ne yazık ki pek bir kalıntı yok.

Bu uzun ve zengin tarihin unutulmaya yüz tutan “Müslüman mezarlıkları” bölümü 20. yüzyıla gelindiğinde geri dönüşü olmayan bir biçimde tekrar gün yüzüne çıkıyor. Birinci Dünya Savaşı ile beraber kolonilerden sömürgeci devletler cephesinde savaşmak için getirilen Müslümanlar ya savaş alanında ya da esir düştükleri kamplarda yaşamlarını yitiriyorlar. Bu nedenle Fransa, İngiltere ve Almanya’da bazı ulusal anıt mezarların ve şehitliklerin içerisinde, bu ülkeler için canlarını veren Müslümanlara ayrılan, birbirinin aynı mezar taşlarının bulunduğu bölümler kuruluyor. Bu mezarlık bölümleri işlevsel olmamakla beraber anıt olarak varlıklarını sürdürüyorlar.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın yeniden inşasını gerçekleştirmek için eski sömürge ülkelerinden ya da Batı Avrupa devletlerine nazaran daha az gelişmiş devletlerden ge(tiri)len Müslümanlar “Müslüman mezarlığı” tartışmasını tekrar alevlendiriyorlar. İlk başlarda genellikle genç ve sağlıklı erkeklerin işçi olarak göç etmiş olmaları ölüm vakalarının pek de sık rastlanmayan bir olgu olarak kalmasına sebep oluyor. Böyle bir durum ile karşılaşıldığında ise genellikle işçilerin kendi aralarında maddi olarak dayanışması ile yüklü meblağlar karşılığında ve çok uzun süren bürokratik işlemler sonrasında naaş nakilleri gerçekleştiriliyor. Türkiye’den Avrupa’ya yaşanan göçte de farklı bir durum yok. Aralarında Almanya, Belçika, Fransa, İsviçre, Hollanda ve Türkiye’nin de bulunduğu dokuz devlet tarafından imzalanan 1937 Berlin Düzenlemesi ile taraf devletler arasında nakiller uluslararası hukuk çerçevesine oturtuluyor.

“Sıla Özlemi Ölümle Bitecek” Beklentisi

Türkiye’den ilk göç dalgası ile 1960’ların başında köylerinden gelen işçiler arkadaşlarını yitirdiklerinde yalnızca bir “ölüm” vakası ile karşı karşıya kalmıyorlar, aynı zamanda cenazeyi Türkiye’ye gönderme konusunda maddi ve manevi zorluklar da yaşıyorlar. Bu zorluklara dil bilmemenin yanı sıra sadece Hristiyan dinî gelenekleri hakkında bilgi sahibi olan cenaze nakil şirketlerinin İslami hassasiyetlerin gerekliliklerini yerine getirmekte de yetersiz kalmaları ekleniyor. Nakillerde yaşanan bütün bu zorluklara rağmen bu dönemde Avrupa’da defnedilme fikri neredeyse yok denecek kadar az. Hatta ölen kişinin bedeninin bir şekilde “gurbet ellerde kalması” düşüncesi, “sıla özlemi”nin en azından ölümle sona ereceğine olan inancı sarstığı için ilk göçmenlerin de en büyük korkularından biri. Bu minvalde işçilerin onları memleketlerinde bekleyen mezarlarına atıfta bulunan türkülere, film ve kitaplara rastlamak mümkün.

1970’ler sonrasında aile birleşimleri ile de artan göçmen sayısıyla birlikte vefatlar da artmaya başlıyor. Türkiye’ye cenaze naklinde sayısı giderek artan bu yolculukları hızlandırmak, maddi ve manevi açıdan kolaylaştırmak amacıyla organize olan pek çok dinî ve kültürel grup cenaze fonlarını oluşturuyorlar. İlk cenaze fonu Millî Görüş tarafından oluşturuluyor, DİTİB de çok geçmeden kendi fonunu hizmete sunuyor. İlk olarak Almanya’da başlayan bu hizmetler kısa zamanda diğer Avrupa ülkelerine de yayılarak uluslararası bir kimliğe bürünüyorlar. İlk başlarda cenazeyi sadece Türkiye’ye nakletme amacı güden bu fonlar genellikle çocuk ölümlerinde Avrupa’da da defin yapılabileceğine kanaat getirerek bu cenazelerin işlemlerini de üstlenmeye başlıyorlar. Özellikle vefat eden çocukların Hristiyan mezarlıklarına gömülmesinin arkasında buluğ çağından önceki ölümlerde işlenen günahların yazılmayacağına olan inanç var. Çocuk ölümleri ve definleriyle birlikte Müslüman olmayan bir ülkede gömülme fikrinin İslami açıdan uygunluğu tartışma konusu hâline geliyor. Avrupa’da doğup büyüyen yeni nesiller ile birlikte bu tartışma alevlenerek artıyor. Dinî hassasiyetlerden bağımsız olarak bazı yeni nesil mensupları vefat eden yakınlarının yılda bir kere ziyaret edebildikleri Türkiye’den çok doğup büyüdükleri ve yaşamlarını sürdükleri Avrupa şehirlerinde gömülmelerini talep etmeye başlıyorlar. Bu talepler köken ülkeye cenaze nakli geleneğine kıyasla hâlâ çok daha zayıf kalsa da giderek arttığı da yadsınamaz bir gerçek.

Her Avrupa Ülkesinde Müslüman Mezarlık Alanları Var

Batı Avrupa’da İslami geleneklere göre gömülme talebi 2000’li yıllara kadar sadece zaten var olan mezarlık alanlarında Müslümanlara ayrılan bölümlerde gerçekleştirilebiliyordu. Bu ülkelerde Müslüman nüfusun sıklıkla yaşadığı yerlerde Müslümanlara ayrılan özel bölümü olan birçok mezarlık mevcut. Yani her Avrupa ülkesinde Müslüman mezarlık alanları var ve sayıları da giderek artıyor. Bu alanların sayısı Fransa’da 90 civarında, Hollanda’da bu sayı 70 ile 80 arasında, Belçika da ise 40’a yakın. Ancak bu zamana kadar Müslümanların geleneklerini tam anlamıyla sürdürebilecekleri kendilerine ait mezarlıklara sahip olmaları önünde hâlâ fazlasıyla engel var. Bu engellerin temel sebebi örneğin Almanya’da İslam’ın hâlâ kamu tüzel kişiliğine sahip bir dinî cemaat olarak tanınmaması.

Almanya’da mezarlık açabilme statüsüne (Alm. “Friedhofsträger”) statüsüne sahip olmak için, kamu tüzel kişiliğine sahip bir dinî cemaat olmak gerekiyor. Almanya’da devlet Katolik, Protestan ve Yahudi cemaat gibi kamu tüzel kişiliğine sahip dinî cemaatler adına vergi toplar ve dinî cemaatler de buna dayanan finansmanla kendi mezarlıklarına sahip oldukları gibi bu mezarlıkların yönetimini de ellerinde tutarlar. Ancak neredeyse 60 senedir Almanya’da yaşayan Müslümanlar açısından İslam kamu tüzel kişiliğine sahip bir dinî cemaat olarak tanınmadığı için Müslüman mezarlık açabilmek sadece yasal istisnalar sayesinde mümkün. Bu da bu hakkın her yerde uygulanabilir, genel-geçer bir hak olarak elde edilmesini zorlaştırdığı gibi, Müslüman mezarlık ya da mezar alanı meselesini sadece lokal mücadeleler sonucu elde edilebilir bir hakka indirgiyor.

Avrupa’da en çok Müslümanın yaşadığı Fransa’da katı laiklik sebebiyle Müslüman mezarlıklarının açılması hâlâ yasal olarak mümkün değil. 2012 yılında açılan Strazburg Müslüman mezarlığı bu bölgenin istisnai yasal statüsünden faydalanılarak devlet tarafından finanse edilerek açılabildi. Bununla beraber Paris’in kuzey batısındaki Bobigny mezarlığı ayrı bir Müslüman mezarlığı olarak görülse de yasal olarak tanınmıyor. Yani devlet tarafından resmi olarak tanınmadıkları için bu mezarlıkların bir vatandaşlık hakkı olarak başka yerlerde de açılması söz konusu değil.

Aynı şekilde Almanya’da da sadece Müslümanlara ait bir mezarlık bulunmuyor. Uzun yıllardır yapımı süren Wuppertal Müslüman mezarlığı hâlâ devletten hiçbir yardım almadan inşa edilmeye devam ediyor. Bu mezarlığın yapımının ne zaman biteceği ve işletmesinin hangi kuruluş tarafından yapılacağı da hâlâ muallakta. Belçika ve İsviçre’de bu zamana kadar özellikle Müslümanlara ayrılmış mezarlıklar yok. Hollanda ve Avusturya bu konuda ilerici ülkelerden. 2008’de Viyana’da ilk Müslüman mezarlığı açıldı ve bunu Avusturyalı Müslümanların çabalarıyla 2012’de Altach mezarlığı takip etti. Bu iki mezarlığın da yapımı büyük oranda dış ülkelerden yapılan bağışlar tarafından finanse edildi. Hollanda’da ise ülkenin ilk Müslüman mezarlığının açılışı 2007’de Almere’de yine lokal Müslüman kuruluşların destekleriyle ve özel fonlarla gerçekleşti. 2017’de de Nuenen’de aynı şekilde bir Müslüman mezarlığı açıldı. Başkent Amsterdam’da bir Müslüman mezarlığı yok, fakat şehirde 2012’de Müslümanlara tashih edilen bir “mezar alanı” açıldı.

Mezar Yerlerinin Kiralanması En Büyük Sorun

Hristiyan ve devlet mezarlıklarında Müslümanlara ayrılan alanlar ile Müslüman mezarlıkları İslami kurallara göre gömülmek isteyenlere bazı ayrıcalıklar sağlıyor. Örneğin bu mezarlıklarda gömülme sırasında vefat eden kişinin yüzünün kıbleye çevrilmesine özen gösteriliyor. Bu alanlarda Müslümanlar diğer din kardeşlerinin yanında gömülme imkânı buluyorlar. Diğer taraftan mezar yerlerinin 10, 15 ya da 30 yıl süreli olarak “kiralanması” ve bu sürenin uzatılmaması hâlinde mezar yerinin başkalarına tesis edilmesi Müslümanların Avrupa’da definlere soğuk bakmasının başlıca sebeplerinden bir tanesi. Diğer bir olumsuzluk ise sadece kefen ile gömülme imkânının olmaması. Birçok Avrupa ülkesinde cenaze definlerinde tabut ile gömülmek zorunlu; bu da Müslümanlar için pek de alışılmayan bir durum.

Halihazırda Batı Avrupa’da açılan mezarlıklara rağbet hâlâ beklenin çok altında. Batı Avrupa’daki Müslüman mezarlıklarına gömülenlerin şimdiye kadar büyük çoğunluğunu hâlâ çocuklar oluşturuyor. Ancak her geçen gün İslam âlimleri bu konuya daha olumlu bakan açıklamalarda bulunuyorlar ve Müslüman mezarlıklarının sayısı da giderek artıyor. Müslüman cemaatlerin kamu tüzel kişiliğine sahip olmamaları ve finansal sorunlara rağmen Avrupa’ya definlerin gelecekte genel olarak kabul görüp görmeyeceğini zaman gösterecek.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler