Fransa Müslümanları Cenazelerin Yakılması Sorunu İle Karşı Karşıya
Geçtiğimiz aylarda Fransa’da cenazesi yakılan Faslı Hassan, Müslümanların gayrimüslim topraklardaki vefatının ardından oluşabilecek yasal gerilimler için örnek bir vakıa.
Faslı bir vatandaş ve bir marangoz olan Hassan N., Fransız partneri ve üç çocuğuyla birlikte Orta Fransa’da Limoges yakınlarında yaşıyordu. Bu yaz zehirli bir böcek tarafından ısırıldıktan sonra hastaneye kaldırıldı ve yaşam mücadelesine yenik düştü. Ancak sonrasında 45 yaşında hayata gözlerini yuman merhum, yasal-siyasi ve dinî bir karmaşanın da sembolü hâline geldi. Fransa’da benzeri durumlar daha da artacağa benziyor.
Vefatından sonra Hassan N.’nin eşi, Hassan’ın mensubu olduğu İslam dininin geleneklerine göre gömülmek istemediğini, bunun yerine cenazesinin yakılmasını istediğini söyledi. İfadesine göre, Hassan bu isteğini eşine önceden kendisi söylemişti. Diğer yanda ise merhumun ailesi cenazenin yakılmasına itiraz ediyordu. Ailenin itirazı ise iki temel argümana dayanıyordu: Birincisi merhumun eşine ilettiği iddia edilen isteği yazılı bir belgeye dayanmıyordu, ikincisi ise ortada yalnızca Hassan’ın partnerinin iddiası vardı. Merhum ise Müslüman bir aileye mensuptu.
İslam inancında cenazenin yakılması yasak. Kur’an’da şöyle geçiyor: “Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.” (Taha 20:55) Cenazenin yakılması, Müslümanların defin uygulamasına tamamıyla ters. Yine Kur’an’da Kabil’in Habil’i öldürmesinden sonra Allah’ın kardeşini gömmeyi öğretmesi için Kabil’e bir karga gönderdiği geçiyor: “Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi.” (Maide, 5:31) Yine İslam geleneğine göre ateş ahiretteki azabın sembolü.
Ölen Kişinin Eşinin Kararı Öncelikli
Sonuç olarak olay Fransız mahkemelerine taşındı. Önce Limoges Mahkemesi merhumun partneri lehine karar verdi. Fransa hukuku ve içtihatları, merhum henüz hayatta iken isteğini açıkça belirtmemişse, cenaze işlemleriyle ilgili kararları aileye bırakıyor. Fransa’da cenaze hürriyetine dair yasal düzenlemelere göre, defin şeklinin medeni ya da dinî karakteri konusunda “merhumun isteklerinin yerine getirilmesi için her şey yapılmak zorunda.” Mahkemelerin bu isteklerin yerine getirilmesini sağlaması ve merhumun isteklerine aykırı şekilde cenaze işlemlerini yürütenleri cezalandırması gerekiyor. Akrabalar arasında ihtilaf çıkması durumunda hâkim, merhumun isteğini en iyi bilebilecek kişiyi arıyor. Genel olarak, müteveffa ile birlikte yaşayan (ayrılmış ya da boşanmış olmaması şartıyla) eşin kararı, ölen kişinin çocuklarının konu üzerindeki olası görüşlerinin önünde kabul ediliyor. Benzer şekilde eşin görüşü, ölen kişinin anne-babasının veya kardeşlerinin görüşünden de öncelikli. Ne var ki kararını bildirmeden önce, hâkim en iyi çözümü bulabilmek için tüm tarafların görüşlerini dinliyor. Örneğin hâkim anne-babanın ikamet bölgesi ile çocukların ikamet bölgesini, eşler arasındaki bağın gücü ile müteveffa ile çocukları arasındaki bağın gücünü dikkate alıyor.
İlk mahkeme eşin cenazenin yakılması talebine hak verince, müteveffa Hassan’ın Faslı ailesi temyiz başvurusunda bulunmaya karar verdi ve ayrıca Bordeaux’daki Fas Konsolosluğu’na da durumu bildirdi. Faslı yetkililer de en yüksek merciiye, yani hükumet sözcüsü ve parlamento ile sivil toplum ilişkilerden sorumlu bakan yardımcısı Mustafa El Halfi’ye başvurdu. Nihayetinde Fas yetkilileri hükümet konseyi toplantısının ardından Faslı müteveffanın yakılmasının “katiyyen kabul edilemez olduğunu” açıkladı. Mustafa El Halfi, “Bu kararın yeniden gözden geçirilmesini umuyoruz, zira söz konusu karar müteveffa Fas vatandaşının onurunu ve Fas’taki ailesinin hissiyatını rencide etmektedir. Bunu hiçbir koşulda kabul edemeyiz.” ifadelerinde bulundu.
Ancak Bourdeaux Mahkemesi ilk kararını onadı ve cenaze yakıldı. Fransa’da bulunan bir Fas vatandaşı için bu meselede hangi hukukun, yani Fransız hukukunun mu yoksa Fas hukukunun mu uygulanacağı sorununa da bu şekilde cevap verilmiş oldu.
Emsal Vakıalar ve Gelecekteki Sorunlar
Bu tarz bir olay aslında ilk kez yaşanmıyor. Cenazenin yakılmasının yaygın bir uygulama olduğu ülkelerde, özellikle de Avrupa’da ikamet eden Faslıların cenaze işlemlerinde bu sorun görülüyor. Özellikle on cenazeden dokuzunun yakıldığı İsviçre’de bu konu daha da dikkat çekici bir hâl almış durumda.
Şubat 2002’de, Bourdeaux’deki Fas Konsolosluğu, Fas kökenli bir Fransız’ın cenazesinin yakılmasını son dakikada engelleyebilmişti. Fas Konsolosluğu’ndan gönderilen bir faks Deux-Sèvres vilayetindeki Niort Belediyesi’ne ulaştığında, cenazenin yakım işleminin başlamasına yalnızca on dakika kalmıştı. Gönderilen faksta İslam’da cenazenin yakılmasının kesinlikle yasak olduğu yazıyordu. Belediye binasındaki cenaze yetkilisi ise Fas Konsolosluğu’nun hangi yetkiyle cenazeye müdahale edebildiğini anlamamıştı. Ölen kişi Fransız idi, geride kalan eşi ve bir şahit, cenazesinin yakılmasını istediğine şahitlik etmişti. Gayrimüslim bir kadınla evlenen adam, dinî vecibelerini de uygulamıyordu. Fas Konsolosluğu ise, müdahalesini şöyle açıklıyordu: “Bir Faslı her zaman Faslı ve Müslüman olarak kalacaktır.” Sonrasında cenaze İslami usullere göre gömülerek defnedildi; ölen kişinin eşi de ısrarından vazgeçti.
Mimoun Boussaâd Vakıası
Aynı konuda ayrıca Mimoun Boussaâd vakıası da hatırlanabilir. Boussaâd, Almanya’nın Frankfurt kentinde 63 yaşında iken Eylül 2017’de vefat etti. Almanya’da akrabalarının olmaması nedeniyle cenazesi yakılma riskiyle karşı karşıyaydı. Faslı bir kişinin Almanya’da ölmesi ve Alman yetkililerin, aile veya akrabalarına ulaşamaması gibi durumlarda yetililer Faslı yetkililere müracaat ederek akrabaların bulunmasında yardım talebinde bulunabiliyor. O dönemde de Fas’ta Yurtdışında Yaşayan Faslılardan Sorumlu Bakanlık tarafından kapsamlı çalışmalar yürütülmüş, bu kimsenin naaşının Fas’a nakliyesi başarıyla gerçekleşmişti. Fas Konsolosluğu, Bakanlık ve Almanya’daki Faslı dernekler merhumun Fas’taki ailesini bulmak için harekete geçmişti. Bu süreç, Alman yetkililerce bildirilen sürenin bitiminden hemen önce tamamlanmıştı.
Müslüman Mezarlıklarının Azlığı En Büyük Sorun
İtalya’da ise 36 yaşında vefat eden başka bir Faslının cenazesi geçen mayıs ayında İtalyan eşin isteği üzerine nerdeyse yakılıyordu. Bir kız ve iki oğlan babası bu kişinin bedeninin yakılma işlemlerinin durdurulması, Brescia Müslüman toplumunun sıkı seferberliği ile gerçekleşti.
Ölülerin yakılması işleminin Avrupa’da yaygınlaşmaya başlaması, aynı zamanda mezarlıkların doluluğu ve özellikle de Fransa’da olduğu gibi Müslüman mezarlıkların azlığı gibi soruları gündeme getiriyor. Avrupa’daki Müslüman cemaatler mezarlık sorunu gibi önemli bir sorunla karşı karşıya. Başka ülkelerde olduğu gibi Fransa’da da Müslümanlar, diğer Müslümanlarla birlikte defnedilmek istiyor. Ancak buna izin veren çok az mezarlık var. Naaşların köken ülkeye gönderilmesi bazı akrabalar için karşılanabilir olmasa da ailelerin başka seçeneği yok. Birçok Müslüman için alternatif yol gayrimüslim mezarlıklarına defnedilmek, bu da İslam geleneği açısından rahatsız edici bulunuyor.
Uzun zamandan beri Fransa’da Müslümanlara ayrılmış iki mezarlık var. Bobigny’deki ilk mezarlık Seine Saint-Denis (93) bölgesinde yer alıyor. 1934 yılında kararnamesi ile kurulan mezarlığa, o zamanlarda İbn Sina Hastanesinde vefat eden Müslümanlar gömülüyordu. 1937’de yeni bir kararname ile mezarlığın kullanımı diğer insanlara da açıldı. Mezarlar İslami geleneğe göre Kabe’ye doğru inşa edilmiş durumda. İslami geleneğe uygun bir şekilde gösterişli değiller. Bunun dışında birkaç yerde Müslüman mezar alanları imkânı varsa da, sunulan mezar alanları Fransa’da giderek artan talebi karşılamıyor. Yetkililerden bu ihtiyaca bir karşılık da alamayan Fransa Müslümanları, cenazeleri köken ülkelerine göndermek zorunda kalıyorlar. Dinî inançlarının gerektirdiği şekilde gömülmek isteyenler için tek çare bu oluyor.
Fas’ın Yurtdışında Yaşayan Yurttaşlarına Yönelik Politikaları
Tüm bu vakıaların ardında bir de siyasi sorular var. Örneğin Fas’ta, vatandaşların kendi tercihlerinin ötesinde daimi bir mensubiyet/bağlılık ilkesi mevcut. Bu daimi mensubiyet, tüm Faslıları Kral’a, yani “inananların kumandanına” bağlıyor. Sömürgeciliğin başlangıcına kadar İslam dünyasında milliyet kavramı bulunmuyordu; belli topluluklara mensubiyet ise yalnızca din üzerinden belirleniyordu. Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Müslüman ülkeler, milliyet kavramını evrensel olarak kabul edildiği hâliyle benimsemek zorunda kalmışlar; ancak bu “daimi mensubiyet” kavramıyla da bağlarını koparmamışlar. Fas’ta vatandaşlıkla ilgili olarak bu daimi mensubiyet kavramı sadece yasada sınırlı değil; bu kavram ayrıca kutsal ve dokunulmaz bir kural olarak korunuyor. Ülke yasalarında Fas’ta doğmuş her Faslı, mezara yanında Fas milliyetini de götürüyor. Yasalar belirli parametreler sunsa da, pratikte bu daimi tabiyetin reddedilebilmesi mümkün değil. Yazılı kanun metinlerinde, özellikle 1958 tarihli kanunda, menşe Fas milliyetinin kaybı, yalnızca istisnai olarak ve yalnızca kararname ile objektif kriterlere (evlilik, ikamet vb.) göre söz konusu. Aslına bakılırsa Fas’ın bağımsızlığına kavuşmasından bu yana Fas uyruğundan vazgeçme izni verilmiş değil.
Fas’ın “Daimi Tabiyet” Prensibi
Sorbonne Üniversitesi’nde çağdaş tarih profesörü ve Mağrip ülkeleri uzmanı Pierre Vermeren, bu hukuki-dinî karmaşanın yadsınamaz bir politik temeli olduğuna inanıyor. Vermeren’e göre Fas devleti, yurttaşlarının hem yönetici hem de halife statüsüne sahip Kral’a mensubiyet bağıyla daimi bir şekilde bağlı olduğunu kabul ediyor. Profesör Perspektif’e yaptığı açıklamalarda şunları söylüyor: “Bu bağın en önemli yönü dinî boyutu ve asla koparılamaz: İster göç yoluyla, ister başka bir dine girmekle ya da bireyin kendisi iradesiyle bu bağ bozulamaz. Bu da devletin Faslılar üzerinde dinî ve siyasi otoritesini güçlendirmesini sağlar.”
Diğer bir deyişle Fas milliyeti kaybolmuyor. Bu milliyet derin bir şekilde Kral’a ve İslam’a ya da en azından Krallık içerisinde İslam ile olan ilişkiye bağlı. Fas seküler bir devlet değil; hukuki, siyasi ve dinî temelleri Kral’a duyulan mensubiyetle belirlenen bir din devleti. Faslı yetkililerin konsolosluklar yoluyla müdahalesinde de bu daimi tabiiyet prensibi rol oynuyor. Prof. Vermeren sözlerine şöyle devam ediyor: “Ancak, bu kural açıkça belirtilmemiş; yurtdışında da açıkça belirtilmiyor zira vatandaşlık hukuku alanında ihtilaf yaratabiliyor. Yine aynı şekilde bu kural Fas’ta da dile getirilmez, çünkü bunu tüm Faslılar bilir. Fransa Fas’a bir şey diyemiyor; pek çok resmî kurum görevlisi söz konusu daimi tabiiyet ilkesini bilmiyor ve anlamıyorlar. Bu durum Fransa’da tolere ediliyor, Fas ile sorun yaşamak istemiyorlar çünkü. Belçika da sorun etmiyor; özellikle de saldırılardan sonra Faslı cemaatlerin sorumluluğu büyük ölçüde Faslı yetkililere bırakılmış durumda.”
1930’dan beri Fransa’da ikamet eden yabancılar, köken ülkelerinin medeni hukukuna tabiler. İşte bu çerçevede Fas, 2004 yılında sefaretlerini Fransa’daki Fas diasporasına Fas Aile Yasası (Mudawana) reformlarını açıklamaları için Fransa’ya gönderdi. Uzman sözlerini şöyle tamamlıyor: “Sorun ise bu Fas kanununun uygulanmasına sınır getirilmesi. Kimi Faslılar artık Fas’a geri dönmüyor; milliyetlerini ve dinlerini değiştirmişler. Ne var ki, Fas bunu pek dikkate almıyor.”
©Anadolu Ajansı