AP Seçimlerinin Türkiye-AB İlişkileri Üzerindeki Etkisi
Avrupa Birliği’nde (AB) vatandaşlar Avrupa Parlamentosu’nun yeni üyelerini belirlemek için sandık başına gidecek. Seçimlerin son dönemde sancılı bir sürece giren Türkiye-AB ilişkilerini de yakından etkilemesi bekleniyor.
Avrupa Parlamentosu (AP) 1979’dan bu yana Avrupa Birliği(AB) ülkelerinin halkları tarafından doğrudan seçiliyor. Ancak bu yıl 26 Mayıs’ta 2019-2024 yasama dönemi için yapılacak seçimler gerek AB’nin kendisi gerekse Türkiye-AB ilişkileri açısından eskiye oranla daha önemli.
AP her şeyden önce eski AP değil. Eskiden sembolik olmanın ötesine geçemeyen bir AB kurumu iken, AB antlaşmalarında 1 Aralık 2009’dan itibaren yapılan son değişikliklerle görünürlüğü, yetkileri ve etkisi arttı. Avrupa Komisyonu komiserlerinin AP onayını alması gerekiyor. AP ayrıca AB’nin yaklaşık 160 milyar euro tutarındaki yıllık bütçesinin hazırlanması ve harcanmasında mutlak söz sahibi. AB içinde alınan kararların çoğunun da AP onayından geçmesi gerekmekte.
AP kurumsal olduğu kadar siyasi planda da önemli. AB politikaları AB ülkelerinde dış değil iç politika malzemesidir. Bu politikaların en görünür merkezi AP’dir. AP halklar tarafından doğrudan seçildiğinden, AB’nin meşru kimliğe sahip tek organı olma özelliğine de sahip. Bu nedenle AB projesinin yaşaması için AP’nin de yaşatılması gerekiyor.
Yükselen Popülizm
Bu yıl yapılacak AP seçimlerinde en çok merak edilen konu, son yıllarda Avrupa genelinde yükselişte olan ve “popülist” olarak tanımlanan aşırı sağcı ve mevcut AB karşıtı partilerin kaydedeceği oy oranı. Son aylarda AB genelinde gerçekleştirilen anket sonuçlarında değişiklik olmazsa, bu partilerin AP içindeki sayı ve etkisi artacak. Fransa’da Marine Le Pen liderliğindeki RN (Ulusal Birliktelik) ile İtalya’da şu anda İçişleri Bakanlığı yapan Matteo Salvini liderliğindeki Lega Nord, yanlarına Almanya’dan AfD, Avusturya’dan FPÖ, Hollanda’dan PVV, İspanya’dan Vox, Finlandiya’dan Gerçek Finlandiyalılar, Polonya’dan PIS ve KNP, Belçika’dan N-VA gibi partileri de alarak AP bünyesinde AB karşıtı dev bir milliyetçi grup oluşturmak niyetindeler.
Bu partiler arasında ABD ve Rusya’ya bakış konusunda nüanslı görüş ayrılıkları olsa da AB karşıtlığı temelinde siyasi grup oluşturulacağına kesin gözüyle bakılıyor. Ana hedefleri “teknokratik” ve “halklardan uzak” olarak gördükleri günümüz AB kurumlarını değiştirip, gücü devletlere geri döndürmek ve devletler arası iş birliklerine dayalı “ulus devletler Avrupası” yaratmak. Bu partilerin zemin kazanmasıyla AP içindeki siyasi aritmetiğin değişmesi de elbette kaçınılmaz olacak. Bugüne kadar tüm gücü elinde bulunduran federal Avrupa eğilimli merkez-merkez sağ-merkez sol bloğun elindeki koltuk sayısında düşüş bekleniyor. Özellikle sosyal demokratların AP tarihindeki en büyük bozgunu yaşayacakları söyleniyor.
Türkiye’yle İlişkilere Nasıl Yansıyacak?
Tüm bunlar elbette AP cephesinde Türkiye-AB ilişkilerine de yansıyacak. Ankara’nın AB ile en sancılı ilişki yaşadığı cephe Avrupa Parlamentosu’dur. Bu sancılı ilişkinin AP’den kaynaklanan nedenleri olduğu gibi Türkiye’den kaynaklanan nedenleri de var.
Önce Avrupa Parlamentosu kaynaklı nedenlere bakalım: Türkiye AB (o zamanki adıyla AET) üyeliği için Nisan 1987’de resmen başvuru yaptığında askerî darbeden yeni çıkmış ya da çıkmakta olan bir ülkeydi. Darbe sonrası Avrupa’da oluşmuş Türkiye imajı olağanüstü negatifti. Türkiye “karşıtı” lobiler bu fırsatı lehlerine çevirdi, Mayıs 1987’de AP’de “Ermeni soykırımı” iddialarını resmen tanıyan bir karar alınmasını sağladı. AP’nin Türkiye’yle olan ilişkileri o tarihten itibaren bozulmaya başladı. 1981’den bu yana AB üyesi olan Yunanistan ve 2004’te üye olacak Kıbrıs (Rum Kesimi) Ankara’yla olan ikili sorunlarını AP üzerinden Türk-AB sorunu hâline getirmeyi başardı. Dışarıdan da Avrupa’daki Ermeni diaspora kuruluşları ve PKK’ya yakın kuruluşlar özellikle 2000’lerin başlarından bu yana AP’nin Türkiye politikaları üzerinde söz sahibi olmak için lobi faaliyetleri yürütmeye başladı. Diğer ülkelerin parlamenterlerinin çoğu gerek ideolojik nedenlerle gerekse Türkiye’nin üyelik perspektifini engellemek amacıyla Yunan-Rum-Ermeni-PKK lobilerinin bu faaliyetlerine bugün de göz yummaya devam ediyor.
Türkiye, daha doğrusu Türkiye’nin parlamenterleri ve sivil toplumu bu lobi faaliyetlerine hiçbir zaman karşı koyamadı, koymasını bilemedi. Bunun nedenlerinin başında Türkiye’nin bir türlü düzel(e)meyen demokrasi sicili geliyor. Türkiye, 1949’dan bu yana üyesi olduğu Strasbourg merkezli Avrupa Konseyi’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarındaki norm ve standartlarına ayak uydurabilse bugün siyasi planda Avrupa’da bambaşka yerde olurdu.
Ancak dahası var: Ankara’nın AP ile diyalog için kurulmuş Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu (KPK) heyetine üye olarak gönderdiği parlamenterler bu görevi gerektiği gibi yerine getiremedi, getiremiyor. Bu parlamenterlerin çoğu, bırakın AB politikaları hakkında bilgi sahibi olmayı, Türkiye’nin ve kendi partilerinin politikalarını anlatacak yeterli yabancı dil bilgisine dahi sahip değiller. Ayrıca AP’nin hazırladığı Türkiye rapor ve kararlarına karşı proaktif değiller, tepki vermek ve kulis yapmak için çok geç kalıyorlar. Verdikleri tepkilerin çoğu da Türk iç siyasetine yönelik, AB toplumlarında hiç yankı bulmuyor.
AP’nin Son Türkiye Kararı
AP-Ankara ilişkileri 15 Temmuz darbe girişimi sonrası çok daha çetrefilli bir döneme girmiş durumda. AP’nin 2014-2019 yasama döneminin son Türkiye raporu bu yıl mart ayında Strasbourg’da oylandı ve kabul edildi. AP bu raporla ilk defa AB liderlerine, “demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarındaki eksiklerden ötürü” Ankara ile üyelik müzakerelerini “askıya alma” önerisinde bulundu.
Karar hukuksal açıdan yaptırım getirmese de siyasi açıdan önemli. Her şeyden önce AP’nin 2019-2024 yasama dönemine miras kalacak. Gelecek aylardan itibaren Türkiye-AP ilişkileri bu son karar temelinde işlem görecek. AP, bu yıl sonbahardan itibaren Türkiye dosyasını yeniden açtığında Mart 2019 kararını temel alacak. Öte yandan, AP’nin aldığı karar, ses çıkarmasa da birçok AB ülkesinin (liderinin) işine geliyor. Diplomatik ve ticari çıkarlar nedeniyle kendi söyleyemediklerini AP’ye söyletmiş durumdalar. Gerek görüldüğünde bu karar mazeret olarak Türkiye’nin önüne konulabilir. Dolayısıyla AP kararı Türk-AB ilişkilerinin üstünde Demokles’in kılıcı gibi tutuluyor
Sonuç olarak Türkiye’nin AB ile ilişkileri siyasi ve kurumsal planda çıkmaza girmiş durumda. AB içinde hiçbir devlet ya da hiçbir siyasi parti artık Türkiye’nin üyelik perspektifine inanmıyor. AB’nin önde gelen devletleri, Türkiye’nin sadece kâğıt üzerinde devam eden AB sürecini sanki ciddiymiş gibi devam ettirerek Türkiye’yi AB yörüngesinde tutma niyetindeler. Fakat AB’nin Türkiye’nin politikaları üzerinde nüfuz sahibi olmaktan çıktığını dikkate alırsak, mevcut durumun AB için de pek manasının kalmadığı ortada.
Bu nedenle Türkiye’nin gerçekçi davranıp, üyelik perspektifli ilişkinin sona erdiğini kabullenmesi gerekiyor. Ankara, sürdürülemez hâle gelen ve AB genelinde yükselen popülizm ve İslam karşıtlığı nedeniyle gerçekleşmesi her geçen gün daha da imkânsızlaşan bir üyelik rüyasının peşinde koşmak yerine, kendi çıkarlarını gözeten çok sıkı bir imtiyazlı ortaklık üzerine çalışabilir. Böyle bir ortaklık Türkiye’nin kendini aşağılaması ve AB ile ilişkilerindeki kazanımlarından vazgeçmesi değil, tam tersine kendisine saygı duyduğunun ve kazanımlarını çoğaltmak istediğinin kanıtı olur. Aksi takdirde, ortaklığı ve ortaklığın içeriğini gelecek yıllarda AB’nin Ankara’ya zorla kabul ettireceğinden emin olabilirsiniz.